Bîçare S.V.
Active member
Duânın gücü
Yaratılışımızla direkt ilgili olan duâ hakkında neler biliyoruz? Neden duya duya ve doya doya duâ edemiyoruz? Eskiden büyük zatlar, evliyalar, âlimler, mütefekkirler, dervişler sabahlara kadar gözyaşı döküp başkaları için duâ ederken; çağımız insanı neden kendisi için de olsa duâ etmiyor?
Namaz sonundaki tesbihat ve duâları çok kısa yapmak bir yana, kimi zaman da terk etmemizin sebeplerinden birisi, acaba duânın mahiyet ve önemini kavrayamamakta yatıyor olmasın.
Duâ, aynı zamanda Rabbini hatırlamak ve O’na iltica etmektir. Duâ, yalnızca sıkıntı ve problemlerle karşılaşıldığında müracaat edilecek bir ibâdet değil. İyi ve kötü günde, ferahlı ve sıkıntılı anlarımızda, hem dünya, hem de sonsuz hayat için, her zaman ve zeminde, her şartta Yaratan’a müracaat etme, Ona sığınma, Ona bir anlamda tekmil vermedir. Kimi zaman da duâlarımızın kabul edilmemesinden yakınırız. Aslında Cenâb-ı Hak her duâya cevap verir. Çünkü vaad etmiştir. “Bana duâ edin, size cevap vereyim” (Mü’min Sûresi: 60) buyurmaktadır. Fakat cevap vermekle, kabul etmek ayrı şeylerdir. Her duâya cevap var, “fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlûbu (istenilenin aynısını) vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir.” (Sözler, s. 505) Cenâb-ı Hak, hikmetinin gereği olarak, bazen kulunun istediğinin aynısını verir, bazen daha iyisini verir veya hiç vermez. Kula düşen samimiyetle duâ etmektir. Kul “aczini izhar edip, duâ ile O'na iltica etmeli; rububiyetine karışmamalı. Tedbiri O'na bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.” (Sözler, s. 507)
Bakınız, samimî duâ, insanı kölelikten bile kurtarır, hürriyetine kavuşturur.
Hanım evliyâlardan Râbia-i Adeviyye, genç kızlığında bir evin hizmetini görüyordu. Gece de ibâdet ediyordu.
Bir gece uyanan ev sahibi, onun namaz kıldığını fark etti. Onu sessizce izledi. İki rekât namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırıp:
“Yâ İlâhî! Sana daha çok ibâdet yapmak isterim. Ama bu evin hizmetleri beni çok oyalıyor, onun için mâzur gör, beni affet” diye niyaz ettiğini gördü.
Efendisi, bu samimî yakarışından etkilenmişti. Râbia’nın başı üzerinde bir nûr parıldadığını da fark etmişti. Sabah onu çağırıp;
“Ey Râbia! Artık köle değilsin, hürsün! Nereye istersen, gidebilirsin” dedi.
Râbia, başka eve taşındı. Her gün yüzlerce rekat namaz kılmaya başladı. Kefenini de yanından hiç ayırmıyordu.
Hiç şüphesiz ki, onun kurtuluşu, samimî duâsı sayesindedir. Eğer, “Ya Rabbi, beni hürriyetime kavuşturursan şu kadar namaz kılarım!” diye duâ etseydi, sonuç böyle olur muydu acaba?
Demek duânın gücü, hasbîlik ve samimiyetinde...
Namaz sonundaki tesbihat ve duâları çok kısa yapmak bir yana, kimi zaman da terk etmemizin sebeplerinden birisi, acaba duânın mahiyet ve önemini kavrayamamakta yatıyor olmasın.
Duâ, aynı zamanda Rabbini hatırlamak ve O’na iltica etmektir. Duâ, yalnızca sıkıntı ve problemlerle karşılaşıldığında müracaat edilecek bir ibâdet değil. İyi ve kötü günde, ferahlı ve sıkıntılı anlarımızda, hem dünya, hem de sonsuz hayat için, her zaman ve zeminde, her şartta Yaratan’a müracaat etme, Ona sığınma, Ona bir anlamda tekmil vermedir. Kimi zaman da duâlarımızın kabul edilmemesinden yakınırız. Aslında Cenâb-ı Hak her duâya cevap verir. Çünkü vaad etmiştir. “Bana duâ edin, size cevap vereyim” (Mü’min Sûresi: 60) buyurmaktadır. Fakat cevap vermekle, kabul etmek ayrı şeylerdir. Her duâya cevap var, “fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlûbu (istenilenin aynısını) vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir.” (Sözler, s. 505) Cenâb-ı Hak, hikmetinin gereği olarak, bazen kulunun istediğinin aynısını verir, bazen daha iyisini verir veya hiç vermez. Kula düşen samimiyetle duâ etmektir. Kul “aczini izhar edip, duâ ile O'na iltica etmeli; rububiyetine karışmamalı. Tedbiri O'na bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.” (Sözler, s. 507)
Bakınız, samimî duâ, insanı kölelikten bile kurtarır, hürriyetine kavuşturur.
Hanım evliyâlardan Râbia-i Adeviyye, genç kızlığında bir evin hizmetini görüyordu. Gece de ibâdet ediyordu.
Bir gece uyanan ev sahibi, onun namaz kıldığını fark etti. Onu sessizce izledi. İki rekât namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırıp:
“Yâ İlâhî! Sana daha çok ibâdet yapmak isterim. Ama bu evin hizmetleri beni çok oyalıyor, onun için mâzur gör, beni affet” diye niyaz ettiğini gördü.
Efendisi, bu samimî yakarışından etkilenmişti. Râbia’nın başı üzerinde bir nûr parıldadığını da fark etmişti. Sabah onu çağırıp;
“Ey Râbia! Artık köle değilsin, hürsün! Nereye istersen, gidebilirsin” dedi.
Râbia, başka eve taşındı. Her gün yüzlerce rekat namaz kılmaya başladı. Kefenini de yanından hiç ayırmıyordu.
Hiç şüphesiz ki, onun kurtuluşu, samimî duâsı sayesindedir. Eğer, “Ya Rabbi, beni hürriyetime kavuşturursan şu kadar namaz kılarım!” diye duâ etseydi, sonuç böyle olur muydu acaba?
Demek duânın gücü, hasbîlik ve samimiyetinde...
15.10.2010