
Herkes, gönlünün aydınlığı ve cilası nispetinde gaybı görür.
Kim gönlünü daha fazla cilaladıysa daha ziyade görür. Ona daha fazla sûretler görünür. (4/234/2909-2910)
Sûret, elbise ve sopa gibidir. Bu nakışları akıldan, candan başka bir şey yapamaz.
Halbuki o da, akıllı canın, Allah’ın döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansız bir şeyden ibaret olduğunu bilmiyordu.
Allah, akıldan bir an inayetini kesti mi zeka sahibi olan akıl, aptallıklar yapar. (4/298/3727-3729)
“Sûret ateşi”, karanlığı gidermek için ‘mum sûreti’ nde durur.
Beden mumu, şu görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar.
Bu ebedi ışıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi Allah’a aittir.
Ateşten meydana gelen şu ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan uzaklaşmıştır. (5/59/679/682)
Kadının rahminde meniyi kabule mani bir şey yoksa bu can, doğuş yoluyla gelir, yüz gösterir.
Her nerede iki adam, sevgiyle yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
Fakat o sûretler, gayb âleminde doğarlar.
Oraya varınca onları gözünle de görürsün. (5/316/3893-3895)
Gerçi dünyanın değeri taklittir ama her mukallit sınanmada rüsvay olur. (5/329/4053)
Bir sûret, gönle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o sûretten bezer.
Sonunda herkes kapıldığı sûretten tevbe eder, fakat yine “unutuş” gelir, onu o yana çeker.
Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker.
Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir, yaraya tuz eker.
Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar.
Yine yanar sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendi-sine yandığını unutturur, sarhoş eder. (6/30/344-349)