
Sûret kadehlerinden geç, onlara kapılma. Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki.
Ağzını şarabı verene aç. Şarap geldikten sonra kadeh eksik olmaz.
“Ey Âdem, gönül bağlayan manâ, benim; beni ara, kabuğu, buğday sûretini bırak.”
Kum, Halil için un olduktan sonra artık ey akıllı er bil ki buğday, hiçbir şey değildir.
Sûret, sûreti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar.
Bu sûret âlemini boyuna görür, durursun, ayıplarını görmeye başlarsın. Usanırsın, bıkarsın.
Fakat sûretsizlik sana tam bir hayret verir. Yüzlerce alet, aletsizlikten meydana çıkar.
Allah, elsizlik âleminde eller dokur. O canlar canı, adam sûretini düzer, durur.
Nitekim ayrılıktan, buluşmadan dolayı da gönülde çeşit çeşit hayâller dokunur.
Fakat hiçbir eser yapan, esere benzer mi? Feryat ve figan, zarara benzer mi hiç?
Feryadın sûreti vardır, zarar sûretsizdir. Zarara uğrayanlar, kendi ellerini, dişler dururlar, fakat zararın eli yoktur. (6/293-294/3707-3718)
Sûretsiz Hakk’ın sanatı bir sûret eker, derken beden duygularla, aletlerle bitiverir.
Dileğine göre ne sûret ektiyse beden, ona uyar, iyi yahut kötü olur.
Nimet sûreti verirse beden şükreder, mihnet sûreti verirse sabreder.
Allah acıma sûretiyle tecelli ederse insan gelişir, büyür. Bir ‘yara, bere sûreti’ ile tecelli ederse ağlar, feryat eder.
Bir ‘şehir sûreti’ ile tecelli edince insanı yola düşürür. Bir ok sûretiyle tecelli ederse insan kalkanla karşı durur.
Güzellerde tecelli ederse zevk ve işrete dolar. ‘Gayb sûreti’ ile görünürse insan, halvete girer.
“İhtiyaç sûreti” insanı kazanca götürür: “kol kuvveti” şunun bunun malını çalıp çırpmaya.
Bu çeşit çeşit hayâllerden doğan ve insana bir iş yaptıran sûretler, o kadar çoktur ki saymaya imkan yok.
Sonsuz kişiler, sonsuz hüner ve sanatlar, hep “düşüncelerde doğan sûretlerin gölgesi”dir.