
Bir kavim, dam kenarında bir hoşça durmuşlar. Her birinin gölgesine bak, yere vurmuş.
O sağlam damın üstünde duran düşüncenin, fikrin sûretidir. O ne yaparsa aşağıda o, görünür.
İş, yerde duvarda görünmede; fikir gizli. Fakat tesir ve ulaşma bakımından ikisi de bir.
Bir meclise zevk kadehinden içilen sûretlerin eseri, insanın kendinden geçmesi, sarhoş olmasıdır.
Kadınla erkeğin ve ikisinin “buluşma sûretleri”, buluş-ma anında kendilerinden geçmelerini meydana getirir.
Bir nimet olan ‘ekmek ve tuz sûreti’nin eseri, sûretsiz olan kuvvettir.
Savaşta ‘kılıç ve kalkan sûreti’, sûretsizlikle yani düşmana üstün olmayla sona erer.
Medrese, medreseye gidip gelme, medresenin türlü türlü sûretleri insan bilgi sahibi olunca dürülür, gider.
Bu sûretler, sûretsizliğin kuluyken nasıl oluyor da o nimet sahibine “yok” diyorlar?
Bu sûretler, sûretsizlikten vücut bulmuştur. Peki, kendilerine bu varlığı verene şu aykırı gidiş, onu şu inkar ediş nedir ki?
Ha... Sûretin inkârı da ondan olur, ondan zuhur eder. Bu iş de onun bir aksidir, zaten.
Her yurdun, duvar, tavan ve sair sûretlerini mimarın düşüncesinin gölgesi bil.
Düşünce zamanında taş, tahta ve kerpiç meydanda değildir ama bu, böyledir.
Dilediği gibi iş yapan sûretsizliktir. Sûret, onun elinde bir âlete benzer.
Bazı bazı o sûretsiz varlık, yokluk gizliliğinden kerem eder, sûretlere yüz gösterir.
Her sûret, ondan yardım görür; bu sûretle onun yüceli-ğinden, güzelliğinden, kudretinden var olur.
Derken yine sûretsiz varlık, yüzünü gizler. Sûretler, ihtiyaçlarından renk ve koku âleminde dilenciliğe başlarlar.
Bir sûret başka bir sûretten yücelik dilerse bu, yol azıt-manın, sapıklığın ta kendisidir.
A cevhersiz, şu halde ihtiyacını neden başka bir ihtiyaç sahibine arz edersin?
Madem ki sûretler kuldur, Allah’a “sûret” deme. O’ nu sûret sanma, onu bir şeye benzetmeye kalkışma.
Yalvar, yakar, kendini yok etmeye savaş. Çünkü düşünceden, sûretlerden başka bir şey meydana gelmez.
Başka bir sûretler gelişmiyor, semirmiyorsan sende; sen yokken doğan sûret elbette daha iyidir.
Bir şehre gider, o şehrin sûretine ulaşırsın. A yolcu, seni oraya çeken sûretsizliktir.
Manâ bakımından, hatta mekansızlık âlemine kadar da gidersin. Çünkü zevk ve hoşluk, mekan ve zaman âleminden gayri bir âlemdir.
Bir ‘sevgilinin sûreti’ ne gidersin, onunla eş olmaya, arkadaşlık etmeye can atarsın.
Maksattan gafilsin ama manâ bakımından sûretsizliğe gittin, yine.
Şu halde hakikatte herkesin taptığı Hak’tır. Çünkü yollara gidenler, zevk için giderler, sûretsizliğe doğru yürürler.
Ama bazıları yüzlerini kuyruğa tutmuşlardır. Baş asıldır ama başı kaybetmişlerdir, onlar.
Baş, bu sapıklar tarafından kaybedilmiştir. Fakat baş, kuyruk yolundan başlık eder.
O, baştan imdat görür; bu, kuyruktan. Bir tayfa vardır ki onlar başı da kaybetmişledir, kuyruğu da.
Hepsi ve her şey kayboldu mu hepsini ve her şeyi bulurlar. Her varlığı, her sûreti yok etmeye yolundan, külle koşup ulaşırlar. (6/294-297/3720-3759)
Sûret gölgedir, manâ güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir. (6/348/4747
Mesnevi...