Efendimizin Gençlik Çağı - Yazı Dizisi -

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
MUKADDES GENÇ


gul_resimleri_003.jpg


Nur-u Cihan, artık çocukluk devresini yavaş yavaş tamamlıyor ve gençlik çağına giriyordu.

O'nu, pek yakında "El-Emin" diye vasıflandıracaklar. El-Emin: Doğru, doğruların en doğrusu manasına...

Herkes yalan söyleyebilir. Fakat O, asla söyleyemez. Onun dilinden sadece hakikat incileri, irfan elmasları dökülür. O, her şeyin güzelini, iyisini ve doğrusunu söylemeye memur...

O'nun dilinden tek kelimecik olsun yalan çıkmamıştır... O, insanoğlunun, ruh, selim akıl ve ahlak bakımından en üstünü...

Ondaki sadakat da hiç kimsede yok... Her şey de ve her işte bir tane...

Abdullah bin Ebu Hansa anlatır:

-Allah'ın Resulüne Nebilik gelmeden önce kendilerine bir şey vermek için falan gün bir yerde buluşmak üzere söz verdim, fakat ben o gün ve ertesi gün verdiğim sözü unuttum, ancak üçüncü gün hatırladım.

Hemen koşa koşa aynı yere gittim ve baktım ki, Allah'ın Resulü aynı yerde bekliyor. Beni görünce:

-Delikanlı, dediler; Beni yordun. Üç gündür seni burada bekliyorum.

İşte ondaki pırıltılı ahlak...

O ileride bir gün şöyle diyecektir:

-Beni rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi

Bir bayram günü... Bütün şehir cıvıl cıvıl kaynamakta ve bütün Kureyş ayakta. 'Büvane' isimli putun çevresinde dönüp duruyorlar. Bu bayram, işte her sene, mahut putun başında geçirdikleri, o'na kurbanlar hediye ettikleri, bütün varlıklarını önüne döküp türlü türlü cümbüşler yaptıkları bir gecede cereyan ediyor...

Peygamber amcası Ebu Talib de, diğer Kureyşliler gibi, bütün aile koluyla bayrama iştirak etmek istedi. Nur-u Cihan'a teklif etti:

- Yavrucuğum, sende gel!

- Gelemeyeceğim

- Niçin?

- Beni mazur görünüz. Gönlüm böyle şey istemiyor!

Bu cevaba, amcaları ve halaları hayretle baktılar. Yine ısrar ettiler:

- Ne olur, aramızda sende bulun!...

- Olmaz.

Müteessir oldular, O'nun bu halini, isyan sayacak kadar ileri gittiler ve dediler:

- Tavrını beğenmiyoruz! Bağlı olduğun kavmin mübarek bir bayramında bulunmamak nasıl olur?

O kadar ısrar ettiler, o kadar üstüne vardılarki, Nur-u Cihan daha fazla direnemedi; istemeye istemeye, sadece amcası Ebu Talib ile halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu. Ama gelin işi görünki hiçbir şey istedikleri gibi olmadı. Putun başına varır varmaz, çocuğun müthiş bir hal geçirdiğine şahit oldular. Buda ne?

Çocuk büyük bir korku ve dehşet içindeydi. Puta ve etrafında cıvıl cıvıl kaynaşan insanlara bir göz atınca, başına gelen hal üzerine hemen döndü, koşar adımlarla oradan uzaklaştı.

Herkes donup kalmıştı...

Bayramdan döndükleri vakit bu halinden sual ettiler:

- A yavrucuğum! Ne oldu sana birden bire? Niçin bayram yerinden kaçı verdin?

Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Kevser Havuzu 'nun sahibi cevap verdi:

- Bana bir fenalık gelmesinden endişe ettim. Her zaman da bu korku içindeyim. Ne vakit putların yanına yaklaşsam, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş birinin oracıkta yükseldiğini, yoluma mani olduğuna müşahede ediyorum. Bu şahıs bana durmadan telkin ediyor.

- Geri çekil, sakın temas etme!

- Artık geriye dönmemek kabil mi?

Ve bu hadise ona ders oldu. Bundan sonra hiçbir vakit Resul-i Ekrem 'in her hangi bir sebeple putların yanına uğradığı müşahede edilmedi... Ve bu hal, böylece devam edip gitti...

O, bütün varlığıyla gayb âleminden gelecek tecellileri beklemekteydi. Cihan günleri O'nun için henüz mânâ şafağını açmamıştı... Elbet birgün ilahi tecellilerin yıldırımları cihan aynasına aksedecek, elbet beklenen güneş ufuktan başını çıkaracaktı...

 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
NEBİYYİ MUHTEREM'İN KOYUN GÜTMESİ

Nebiler Nebisi bu gençlik demlerinde bir müddet kureyşlilerin koyunlarını güttüler. Bizzat kendileri şöyle demişlerdir:

- Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur!

Sahabiler sordu:

- Ey Allah'ın Resulü! Sende mi güttün?

- Evet!

İnsanlığın Efendisi, âlemde eşsiz bir zevk ve güzellik tablosu içinde ve Mekke civarında koyun güttüler.

Allah'ın Resulü, mukaddes omuzlarına ilahi memuriyeti aldıkları devirde, sahabeleriyle beraber birgün kıra çıkmışlardı. Sahabeler, kırda, kara dutlara rast gelerek yemek istediler.

Sahabelerin bu hareketlerine, gökleri aydınlatacak bir tebessüm nuruyla nazar buyuran Allah'ın Sevgilisi dediler ki:

- Size onun en kararmış olanını tavsiye ederim. Onun tatlı ve nefis olanı kararmış olanıdır. Çünkü ben, koyun güttüğüm zaman ona, onun rengine aldanmıştım.

Kendisinden soruldu:

- Ey Allah'ın Resulü! Siz de mi koyun güttünüz?

Cevap verdiler:

- Evet! Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur!..

Yine birgün şöyle buyurdular:

- Musa(a.s) peygamber gönderildi; koyun güderdi. Davut(a.s) peygamber gönderildi; koyun güderdi. Ben de peygamber gönderildim. Ben de kendi ailemin koyununu Ciyad 'da güderdim!..

Evet, cihanın en büyük Sultanı, Allah'ın Sevgilisi, top yekün zaman ve mekanın peygamberi, gençlik demlerinde koyun gütmüşlerdir. Ve ümmetinden her ferdi çobana benzetmişlerdir ve her ferdi sürüsünden mesul tutmuşlardır...

- Hepiniz çobansınız. Ve hepiniz sürüsünden mesuldür... demişlerdir...
Sürüsünü kurtlara bırakırsa bir çoban,
Onun nedâmet günü geliverir o zaman!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
VAHYİN İLK TEBLİĞİ

CaveofHira.jpg



Zaman ırmağı aka aka tam Ramazan'ın on yedinci pazartesi gününe kadar gelmiş, Allah'ın Resulü, yine o gün Hira dağındaki mağarada...


Bir gece evvel rüyalarında, muazzam bir şekil, bir eda, bir ışık, bir heybet, bir renk görmüşlerdir. Bu "Namusü'l Ekber" sıfatlı Cebrail'dir. Allah'ın vahyini tebliğe memur, Allah'tan aldığı emri Resulüne iletmekle vazifeli büyük ve sultan melek... Büyük meleklerden bir tanesi... İşte bu büyük ve sultan melek, yani Cebrail, Ramazanın on yedinci pazartesi günü, mağarada, murakabe ve ibadetin en derin anında, Alemlerin Efendisine bütün heybet ve haşyetiyle görünüverdi...

Melek, o ana kadar öteler âlemini tanımayan, o âlemden bir ışık, bir iz, bir pırıltı dahi müşahede edemeyen, fakat bütün Alemlerin nuru ve Efendisi olarak yaratılmış bulunan Cenab-ı Ahmed (s.a.v.) e aynen hitap etti:

- İkra'! (Oku!)

Allah'ın Sevgilisi, dehşetler içinde kaldı, dudaklarından şu kelimeler döküldü:

- Ma ene bikariin (Ben okuma bilmem!)

Allah'ın vahyini hamil sultan melek ilerledi. Âlemin fahrini kucakladı, kuvvetle sıktı ve sonra bırakarak tekrar etti:

- İkra'! (Oku!)

Ve kendisi gene aynı cevabı aldı:

- Ma ene bikariin (Ben okuma bilmem!)

Bu hal üç defa tekrarlandıktan sonra, Cebrail Aleyhisselam Allah'tan aldığı ve Resulüne teslim etmeye getirdiği ilk ayetleri, içli içli, tane tane okudu:

"Yaradan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki kalemle (yazı yazmayı) öğreten O dur. İnsana bilmediğini O öğretti." (Alak Suresi /1-2-3-4)

Buhari'nin Muhtasarı Tecrid'de ilk vahiy şöyle rivayet edilir:

İsmet ve İffet sadefi Hazreti Aişe (r.a.) den: şöyle demiştir:

"Allah Resulünün ilk vahiy başlangıcı uykuda, rüya-yı Saliha (sadıka) görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi vazıf ve aşikâr olmasın... Ondan sonra, kalbine yalnızlık muhabbeti düştü. Artık (Cebel-i) Hira'daki gar (mağara) içinde halvet güzin olup orada ehlinin yanına gelinceye kadar, adedi muayyen günlerde ibadet eder ve yine azıklanıp giderlerdi. Sonra, yine Hatice nezdinde avdet edip bir o kadar zaman için, yine Hira dağındaki mağarada bulunduğu sırada (emri) Hak (yani vahiy) geldi... Şöyle ki: Ona melek gelip:

- İkra'! (Oku!) dedi.

O da,

- Ma ene bikariin! (Ben okuma bilmem!) Cevabını verdi.

Zat-ı Akdes-i Risalet penahi buyurdu ki:

- O zaman melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bırakıp yine "İkra'! (Oku!)" dedi. Ben de ona "Ma ene bikariin! (Ben okuma bilmem!)" dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra, beni bırakıp yine "İkra'!" dedi. Ben de Ma ene bikariin (Ben okuma bilmem!)" dedim. Nihayet, beni alıp üçüncü defa sıktı. Sonra bırakıp: Yaradan Rabbinin adıyla oku... dedi..
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
MÜTHİŞ AN
gul.jpg


Melek kaybolur kaybolmaz, Allah'ın Sevgilisi ve insanlığın efendisi, bir dehşete düştüler... Korkudan yüreği titriyordu...

Mağaradan bir nefeste çıktılar... Ne ins var, ne cin... Ne de o biraz önceki melek... Hira Dağı'nın tepesinde yapayalnız bir haldeler...

Dağdan indiler, uçan kuşun gölgesi gibi mesafeleri aşarak kâinatın iman beşiği olan Mekke'ye girdiler. Sadık ve ulvi zevce Hatice-i Kübra'nın kapısına varıp tıkırdattılar...

Kapı hemen açıldı...

Meleğin kucakladığı mukaddes insan, esrarlı haline bakıp hayretler içinde kalan zevcelerine hitap ettiler:

- Beni örtünüz, beni örtünüz!

Şefkatli ve sadık zevce, bütün insanoğluna Allah müjdesiyle gelmekte olan Allah'ın Sevgilisini, olup bitenlerden habersiz, Hiçbir şey sormak ve anlamak cesareti göstermeden şefkat, muhabbet ve itina ile yatağına yatırdı...

Diyar Bekri'ye göre:

Peygamber zevcesi Hazreti Hatice, Allah'ın Resulünü karşıladı. Yüzüne dikkatli baktı. Alnından öptü ve dedi:

- Babam, anam sana feda olsun! Ben, senin yüzünde şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyor, sende şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku duyuyorum!..

Kâinatın Efendisi:

- Beni örtünüz, beni örtünüz! Buyurdu...

Yatağına yatırılan nur-u cihan hala ilahi haşyet ve heybetle titremekte... Bu hal, dakikalarca sürdü ve nihayet sükûnet hâsıl oldu...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
VARAKA BİN NEVFEL' E GİDİŞ

acmis-gul-2.jpg



Allah'ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Sevgilisi, rahat ve sükûnete erince yataktan kalktılar. Elmas kalpli zevcelerini çağırdılar. Hatice koşa koşa geldi. Kâinatın Fahri'nin karşısında yer aldı. Resuller Serveri başından geçen hali anı anına, noktası noktasına bir bir anlattılar:

- "Korkuyorum ki, Hatice, bana bir zarar gelmesin!"

Henüz hiçbir şeyden haberi olmayan ulvi kadın, her haline o kadar emniyet duyduğu mukaddes Efendisini teselli etti:

- Sana bir zarar erişmesi imkânsızdır. Allah'tan sana böyle bir ceza gelmez. Sen akraba ve yakınlarına her iyiliği gösterirsin, doğru konuşursun, misafirlerine ikram etmeyi seversin, halkın işlerine koşarsın... Böylesine zarar mı erişir? Şad ol ve kalbini güvenle doldur.

Ve mukaddes Efendisini alıp, kendi yeğeni Varaka Bin Nevfel'e götürdü.

Varaka din irfanına sahip bir adamdı. Cehalet devrinde putperestlikten çıkıp hakikat yollarına ayak atmış ve bir Allah inancına gönül vermişti. Tevrat ve İncil saliklerinden birçok şeyler işitmiş, İbranice bilir ve İncil'den Allah'ın dilediği kadar bir şeyler yazar dururdu.

Peygamber zevcesi büyük ve fedakâr kadın Hazret-i Hatice:

- Ey amcamın oğlu, dedi; dinle bak, kardeşinin kocası ne söylüyor?...

Varaka Alemin Fahrinden sordu:

- Ey kardeşimin kocası, neymiş söyleyeceklerin?

Resulü Kibriya Efendimiz başlarından geçenleri tek tek anlattılar.

Varaka'nın yüzünde saadet ışıkları parıldadı, zevk ve heyecan içinde sesini yükseltti:

- Telaş etme! O halet vahiydir. Sana müjde. İntizar eden Nebi Sensin! İsa seninle müjde vermiş... Senin o mağarada gözüne görünen varlık Cebrail isimli melektir. Musa Peygamber'e de Vahyi o getirmişti. Ne olurdu, ben de genç olsaydım ve Resullüğünü ilan edeceğin zamana ulaşsaydım da, milletin seni aralarından çıkaracakları demlere yetişseydim...

Resulü Ekrem sordular:

- Milletim beni aralarından; çıkarmak mı isteyecekler?
Evet! Nebilikle gelen herkese milleti düşmanlık etmiştir. Âlemde hiçbir peygamber yoktur ki, düşmansız olsun... Eğer ben o günlere yetişseydim sana büyük yardımlarım dokunurdu.

Rivayet edildiğine göre din irfanlığına sahip Varaka, hep fırsat kolluyor. Bir gün Nebiyyi Muhterem'i Kâbe'yi tavaf ederken buluyor. Hemen yanına yaklaşıp, Onu bir kenara çekiyor ve fısıldıyor:

Ey amca kızının mübarek zevci! Hira dağındaki mağarada başına gelenleri bana anlatır mısın?

Varlık nuru, ilahi tevhidin nağmelerini can kulağı ile duyabilen bu samimi adamın isteğini kıramadı... Hira dağı'nda başına gelenleri bir bir anlattı...

Varaka birden infilak etti, kendinden beklenmeyen şevk ve heyecanla:

Allah'a yemin ederim ki, dedi; Sen O'nun elçisisin ve Hatemün Nebiyyin'sin. Ve sana görünen melek, Hazreti Musa'ya gelen Cebrail'dir. Şimdi kim bilir başına neler gelecek! Kim bilir sana ne iftiralar atacaklar... Seni yurdundan bile edecekler... Peygamberlik yükü ağırdır... Kavmin seni tekzip edecek... Senin ile mızrak mızrağa gelip çarpışacak ve seni öldürmek isteyecek... Eğer ömrüm olur, yüce Allah beni o günlere erdirirse senin için canla başla çalışacağım... Ve senin biricik savunucun olacağım...

Ne devlet, ne saadet ki, şuur gözleri hikmet sürmesiyle sürmelenen Varaka, Allah'ın Sevgilisine, zaman ve mekânın Peygamberine sarıldı. Onun güneş güneş pırıldayan kutsiyet dolu mübarek alnından öptü ve yanından ayrıldı...
Artık Nebiyyi ahir zaman, derin bir tefekkür içinde İlahi tecelliyi gözetliyor...


İlahi tecelliye bakınız ki, Allah, insanı nereye kadar eriştiriyor ve nerelerde mahrum bırakıyor... Varaka, Alemlere Rahmet olanı alnından öpüyor da, onun nübüvvet devrine eremeden ölüyor ve iki cihan sultanının saadet günlerinden mahrum kalıyor...
Vay, bu azim nimetin kadrini bilmeyenlere...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
BİR TECRÜBE

muhammed.jpg



Rivayet edildiğine göre peygamber zevcesi büyük ve temiz Hatice (r.a.) Allah'ın Resulü'ne dediler ki:

- Ey amcamın oğlu! Sana vahiy getiren melek yanına geldiği zaman bana haber verir misin?

- Olur, ya Hatice!

Allah'ın vahyini taşıyan Cibril geldiğinde, Nebiyyi Muhterem:

- Ey Hatice, dediler; işte Cebrail geldi!..

- Ey amcamın oğlu! Öyleyse gel, sol uyluğuma otur...

- Pekala!..

- Şimdi onu görüyor musun?

- Evet!..

- Gel kucağıma otur.

- Pekala!..

- Yine onu görüyor musun?

- Evet!..

Bunun üzerine ulvi ve fedakâr kadın Hz. Hatice (r.a.) elbisesini biraz sıyırdı ve başının örtüsünü attı:

- Onu hala görüyor musun? Dedi

Allah'ın Resulü:

- Hayır!.. dediler!..

Hatice-i Kübra şevkle sesini yükseltti:

- Ey amcamın oğlu! Sebat et, vallahi, o bir melektir; şeytan değildir...

Allah'ın Resulü en sıcak alakayı muazzez zevcesinden duydu, bütün sıkıntılarını, dertlerini onunla paylaştı.

Hazret-i Hatice, ferdiyetini, sevdiği mukaddes insanın şahsiyet ve ferdiyeti içinde eritip kaybetti... Hep O'nunla ağladı, hep O'nunla güldü. O'nun arzusunu, O'nun fikrini baş tacı etti ve böylece saadet burcuna kondu, ebediyetin altın sabahına onu severek erdi...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ÖRTÜLERE BÜRÜLÜ NEBİ
179237286.jpg


Bir gün, yine Hira Dağı'ndalar...

Kendilerine uzlet çadırı ve istiğrak sediri olan dağ...

Dağda bir müddet kaldıktan sonra evlerine dönmek üzere hareket ettiler.

Öyle bir an ki, ne bir fısıltı ne bir kıpırdanış...

Allah'ın Sevgilisi, kendi ayak sesinden başka hiçbir şey işitmiyor.

Birden yokuş aşağı inerken, bir ses işittiler.

Dönüp baktılar; kimsecikler yok... Ne insan, ne cin, ne kartal, ne güvercin; hiçbir canlı yok...

Ön, arka, sağ, sol, her taraf bomboş, yalnızlık denizinde bir insan!..

Son ihtimal gökler... Mavilik çerçevesi gökler...

Mukaddes başlarını kaldırıp baktılar...

Müthiş...

Vahiy anında gördükleri melek göklerde, göklerin uçsuz bucaksız derinliğinde, bir kürsü üzerine oturmuş, kendisine nazar etmekte...

İnsanı yakıcı, kül edici bir manzara...

Aman Ya Rab, bu ne hal?

Bu defa, baktıkları her noktada aynı meleği gördüler...

Ürktüler, koşarcasına yürümeye başladılar. Hızla kâinatın iman beşiği olan Mekke'ye indiler ve evlerine, mübarek zevcelerinin yanına can attılar...

Ulvi kadın, etekleri mucize sürükleyen mukaddes insanı telaşla karşıladı.

Nebiyyi Muhteremin dudaklarından şu kelimeler döküldü:

- Beni örtülere bürüyün, üzerime soğuk su dökün!

Emirleri aynen yerine getirildi...

Allah'ın Sevgilisi, İlahi haşyetin tesiriyle tir tir titremekte. İlahi haşyet, iliklerine kadar mukaddes vücutlarına işlemiş...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
VAHYİN KESİLMESİ

HzMuhammed.jpg



İlahi hikmet icabı birdenbire vahiylerin arkası kesildi ve korkunun daha büyüğü geldi.

Ne bir delalet, ne bir işaret var...

Böyle... Hiç beklenmedik bir anda ilahi hitap kesilivermişti...

Sahilsiz bir deniz ortasında ayağını basacağı ne bir tekne, ne bir sal var...

Yapayalnız ve sadece meçhul bir istikamete doğru bir nur ağı içinde yol alıyorlar... Neler hissedip, neler duyduğunu tasavvur ediniz ve çektiği ızdırabın büyüklüğünü görünüz... Bu hal, tam üç yıl devam etti, üç yıl vahiy gelmedi ve üç yıl berzah hayatı yaşadılar... (İlk vahiyden sonra geçen zaman üzerinde rivayetler muhteliftir. En çok 3 sene ve en az 15 gün...)

Istırap, ıstırap ve yine ıstırap!..

Teessürlerinin hayale sığmaz çapta derin, namütenahi derin olduğu şuradan belli ki, başvurdukları uzlet köşelerinde, dağ başlarında, kuytu yerlerde, mağara içlerinde İlahi hitabın tecellisine zemin hazırlayıp duruyorlar... Bulamadıkları an, dehşetten kendilerini kaybedecek hale geliyorlar. Öyle bir ıstırap duyuyorlar ki, kendilerini dimdik bir yardan, korkunç bir uçurumdan fırlatıp atmak istiyorlar.

Mukaddes başlarında duman duman tüten ıstırap, gönüllerinde hicran ırmakları ve gözlerinden akan acı yaşlar... Tecellilerin en parlağından sonra ondan mahrum hayatı, çekilmez ve taşınmaz bir yük olarak görüyorlar ve parça parça olmak istiyorlar... Ve kendilerini dimdik kayalardan aşağı bırakacakları an hemen melek yetişiyor ve şöyle nida ediyor:

- Dur, dur!.. Bil ki, sen Allah'ın Resulüsün!...

Böylece biraz teselli buluyorlar ve her defasında, varlığın bütün sırrı olan mukaddes varlıkları etrafındaki İlahi müeyyide belli oluyor... Ve Allah'ın Sevgilisi, iki cihanın Efendisi, insanoğlunun ufku, ayakları altında çalkalanan zulmet denizinin korkunç ağzını, yalnız bir hikmet olarak müşahedeye memur bulunuyordu...

Bu zulmetin parçalanacağı, vahyin şimşeklerinin geleceği anı bekliyorlardı... Ve teessürleri hayale sığmaz çapta derin oluyordu...

Ey Nebi, sen seni sanma garip!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
VAHYİN TARİFİ
41000000000567573.jpg


Vahiy; lügatte; işaret, kitabet, risalet, ilham, gizli söz, telkin ve teshir gibi çeşitli manalara gelmektedir. Din teriminde vahiy; yüce Allah'ın dilediğini, peygamberlerine çeşitli şekilde bildirmesidir...


VAHYİN ÇEŞİTLERİ

Vahiyler birkaç şekilde tecelli etmektedir:

Birincisi: Sadık rüyalar şeklinde... Rüyada ne görürlerse apaydınlık çıkması şekli...

İkincisi: Melek görünmeden, haberin kalplerinde tecellisi...

Vahiy meleği Cebrail'in, görünmeden, Allah Sevgilisi'nin kalbine bazı şeyleri ilham ve telkin ettiği olurdu. Kâinatın Efendisi de, bunların vahiy meleği tarafından ilham ve telkin edildiğini kesin bir bilgi ile bilirdi. Buna misal Resul-i Ekrem'in şu sözleridir:

- "Hiç şüphesiz, Cebrail benim kalbime şunu ilham etti ki; hiçbir nefis rızkını almadıkça ölmez! Öyle ise, Allah'tan sakınınız da rızkınızı sadece helalinden arayınız. Rızkınız gecikirse, onu, meşru olmayan yollardan aramaya kalkışmayınız. Çünkü yüce Allah'ın her ihsanı, ona bağlanmak, boyun eğmekle elde edilir."

Üçüncüsü: Cebrail'in insan suretine bürünerek getirdiği... Meleklerin sultanı Cebrail, (Dihyetü'l-Kelbi) ismindeki bir sahabenin şekline bürünüp gelirdi.

Dihyetü'l-Kelbi, sanki bir güzellik Yusuf'uydu. Yüzünde elmas elmas oynaşan parıltılar vardı... Erkek güzelliğinde o kadar çarpıcı bir fevkaladeliğe malikti ki, çarşı ve pazara çıktığında, halk yığın yığın sokaklara dökülüp o güzeli seyre dalardı...

Dördüncüsü: Vahyin çan sesleri gibi mehabetli sayhalarla gelmesi... Vahyin bu şekilde gelişi, Allah Resulü için, en ağır ve en çetin geleni idi. Resuller Serveri o dem, beşeriyet sıfatından sıyrılıp melekiyet sıfatına girerdi...

Cenab-ı Hakk'ın nazlı Nebisi, korkunç bir kervan yaklaşıyormuş gibi çan seslerinin öncülük ettiği bu tarza karşı o kadar şiddet hissi duyarlardı ki, en soğuk havada bile mukaddes alınlarından yıldız yıldız ter dökülürdü. O anda deve üzerinde olsalar, süvarisinin birdenbire omuzlarına binen sıklet ve şiddetten deve çöker, yere uzanırdı... Ve vahyin bu müthiş tecellisi, ne insan, ne de hayvanda takat bırakırdı.

Bir gün mübarek ayakları Zeyd bin-i Sabit'in ayağı üzerindeyken aynı hadise oldu. Zeyd'in ayağı kopacak, kırılacak gibi oldu, sanki şahmerdan altında ezildi... Zeyd avaz avaz bağırmamak için dişleriyle dudaklarını kanatıp durdu...

Birçok hadis âlimleri başta İmam-ı Taberani, Zeyd bin-i Sabit (r.a.)'den şu sözleri nakletmişlerdir:

- "Ben Allah Resulü'nün vahiy kâtibiydim. Vahiy geldiği zaman, Allah Resulü pek fazla ter dökerlerdi. Neden sonra ıstırapları açılır ve konuşmaya başlarlardı. Ben de yazardım. Çok defa vahiy anının şiddetinden ayağımın ezilecek gibi olduğunu duyardım ve bir daha o ayakla yürüyemeyeceğimi vehmederdim. Maide Suresi nazil olduğu vakit Allah'ın Resulü deve üzerindeydiler. Surenin ağırlığından devenin ayakları kırılacak gibi oldu ve deve yere çöktü... Öyle ani çöküş ki, deve tuz buz oldu sandık..."
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
TEBLİĞ
kirmizi_gul_hz-muhammed_sav.jpg


İşte o an vahiy yolu, bir daha kesilmemek üzere bütün azametiyle açıldı. Sultan melek geldi ve tebliğ etti:

- "Ey bürünüp sarınan (Habibim), kalk, artık kafirleri azap ile korkut. Rabbini büyük tanı." (Müddesir /1-2-3)

Kaadi Beyzavi:

- Bu ayetin nazil oluşunda Allah'ın Resulü tekbir aldılar ve tamamıyla inandılar ki, bu Allah tarafından vahiydir, cin ve şeytan sözü değildir...

Cabir bin Abdullah, Allah Resulü'nün şu sözlerini nakleder:

- Hira Dağı'nda bir ay kaldım. Kalışımı tamamlayıp aşağıya inerken kulağıma bir nida geldi. Sağıma baktım; bir şey göremedim, soluma baktım; yine hiçbir şey yok...

Ardıma baktım, yine hiçbir şey... Başımı yukarıya kaldırınca bir kimse gördüm. Durmayıp Hatice'ye koştum ve dedim: Beni örtün, beni örtün ve üzerime soğuk su dökün!

Üç yıl evvel gelen Nebilikten sonra, işte 43 yaşında... O, Kevser Havuzu'nun sahibi Resul olmuştur. İnsan ve cin, görünen ve görünmeyen bütün akıl sahibi mahlûklara memur buyurulmuşlardır... Artık cihan başka cihandır, artık zaman başka zamandır. Artık alem bütün zaman ve mekanın kurtarıcısına kavuşmuştur...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
PEYGAMBER

179237286.jpg


Allah tarafından:


"Ey bürünüp sarınan (Habibim), kalk artık kâfirleri azap ile korkut. Rabbini büyük tanı" fermanını alan Kâinatın Efendisi insanları Hak dinine davet etmek üzere memur edilmiştir...

Ve vahiyler üst üste devamda... İlahi memuriyet her an kemalde...

Ebu Naim:

- Cebrail ve Mikail, Allah Resulü'nün mukaddes göğsünü şakkedip yıkadılar ve temizlediler. Ondan sonra "İkra" suresi nazil oldu... Vahyi, kalp kuvvetiyle alması için ikinci defa şakkettiler...

Nebiyyi Muhterem ne zaman tenhalarda gezse, çöllerden ve kırlardan geçse, taşlar ve ağaçlar nida ederdi:

- Selam sana olsun, ey Allah'ın Resulü!..

Cemat, nebat, büyük, küçük, zerre, küre, konuşucu mahlûklardan daha üstün bir esrar anlayışı ile Allah Resulü'nün haberini almışlar... Bir taş, bir ağaç parçası kadar dahi O'nu bilmeyen ve tanımayan insanlığın haline kimler ağlasın?..

Son Nebi tek kılavuz, uyarsın başka kime?
Ondan ayrılan gider ateşten bir iklime!

:037:Bölüm Sonu:037:
 
Üst