genc_kalem
Okumak,Yaþamaktýr
MUKADDES GENÇ
Nur-u Cihan, artık çocukluk devresini yavaş yavaş tamamlıyor ve gençlik çağına giriyordu.
O'nu, pek yakında "El-Emin" diye vasıflandıracaklar. El-Emin: Doğru, doğruların en doğrusu manasına...
Herkes yalan söyleyebilir. Fakat O, asla söyleyemez. Onun dilinden sadece hakikat incileri, irfan elmasları dökülür. O, her şeyin güzelini, iyisini ve doğrusunu söylemeye memur...
O'nun dilinden tek kelimecik olsun yalan çıkmamıştır... O, insanoğlunun, ruh, selim akıl ve ahlak bakımından en üstünü...
Ondaki sadakat da hiç kimsede yok... Her şey de ve her işte bir tane...
Abdullah bin Ebu Hansa anlatır:
-Allah'ın Resulüne Nebilik gelmeden önce kendilerine bir şey vermek için falan gün bir yerde buluşmak üzere söz verdim, fakat ben o gün ve ertesi gün verdiğim sözü unuttum, ancak üçüncü gün hatırladım.
Hemen koşa koşa aynı yere gittim ve baktım ki, Allah'ın Resulü aynı yerde bekliyor. Beni görünce:
-Delikanlı, dediler; Beni yordun. Üç gündür seni burada bekliyorum.
İşte ondaki pırıltılı ahlak...
O ileride bir gün şöyle diyecektir:
-Beni rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi
Bir bayram günü... Bütün şehir cıvıl cıvıl kaynamakta ve bütün Kureyş ayakta. 'Büvane' isimli putun çevresinde dönüp duruyorlar. Bu bayram, işte her sene, mahut putun başında geçirdikleri, o'na kurbanlar hediye ettikleri, bütün varlıklarını önüne döküp türlü türlü cümbüşler yaptıkları bir gecede cereyan ediyor...
Peygamber amcası Ebu Talib de, diğer Kureyşliler gibi, bütün aile koluyla bayrama iştirak etmek istedi. Nur-u Cihan'a teklif etti:
- Yavrucuğum, sende gel!
- Gelemeyeceğim
- Niçin?
- Beni mazur görünüz. Gönlüm böyle şey istemiyor!
Bu cevaba, amcaları ve halaları hayretle baktılar. Yine ısrar ettiler:
- Ne olur, aramızda sende bulun!...
- Olmaz.
Müteessir oldular, O'nun bu halini, isyan sayacak kadar ileri gittiler ve dediler:
- Tavrını beğenmiyoruz! Bağlı olduğun kavmin mübarek bir bayramında bulunmamak nasıl olur?
O kadar ısrar ettiler, o kadar üstüne vardılarki, Nur-u Cihan daha fazla direnemedi; istemeye istemeye, sadece amcası Ebu Talib ile halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu. Ama gelin işi görünki hiçbir şey istedikleri gibi olmadı. Putun başına varır varmaz, çocuğun müthiş bir hal geçirdiğine şahit oldular. Buda ne?
Çocuk büyük bir korku ve dehşet içindeydi. Puta ve etrafında cıvıl cıvıl kaynaşan insanlara bir göz atınca, başına gelen hal üzerine hemen döndü, koşar adımlarla oradan uzaklaştı.
Herkes donup kalmıştı...
Bayramdan döndükleri vakit bu halinden sual ettiler:
- A yavrucuğum! Ne oldu sana birden bire? Niçin bayram yerinden kaçı verdin?
Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Kevser Havuzu 'nun sahibi cevap verdi:
- Bana bir fenalık gelmesinden endişe ettim. Her zaman da bu korku içindeyim. Ne vakit putların yanına yaklaşsam, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş birinin oracıkta yükseldiğini, yoluma mani olduğuna müşahede ediyorum. Bu şahıs bana durmadan telkin ediyor.
- Geri çekil, sakın temas etme!
- Artık geriye dönmemek kabil mi?
Ve bu hadise ona ders oldu. Bundan sonra hiçbir vakit Resul-i Ekrem 'in her hangi bir sebeple putların yanına uğradığı müşahede edilmedi... Ve bu hal, böylece devam edip gitti...
O, bütün varlığıyla gayb âleminden gelecek tecellileri beklemekteydi. Cihan günleri O'nun için henüz mânâ şafağını açmamıştı... Elbet birgün ilahi tecellilerin yıldırımları cihan aynasına aksedecek, elbet beklenen güneş ufuktan başını çıkaracaktı...
Nur-u Cihan, artık çocukluk devresini yavaş yavaş tamamlıyor ve gençlik çağına giriyordu.
O'nu, pek yakında "El-Emin" diye vasıflandıracaklar. El-Emin: Doğru, doğruların en doğrusu manasına...
Herkes yalan söyleyebilir. Fakat O, asla söyleyemez. Onun dilinden sadece hakikat incileri, irfan elmasları dökülür. O, her şeyin güzelini, iyisini ve doğrusunu söylemeye memur...
O'nun dilinden tek kelimecik olsun yalan çıkmamıştır... O, insanoğlunun, ruh, selim akıl ve ahlak bakımından en üstünü...
Ondaki sadakat da hiç kimsede yok... Her şey de ve her işte bir tane...
Abdullah bin Ebu Hansa anlatır:
-Allah'ın Resulüne Nebilik gelmeden önce kendilerine bir şey vermek için falan gün bir yerde buluşmak üzere söz verdim, fakat ben o gün ve ertesi gün verdiğim sözü unuttum, ancak üçüncü gün hatırladım.
Hemen koşa koşa aynı yere gittim ve baktım ki, Allah'ın Resulü aynı yerde bekliyor. Beni görünce:
-Delikanlı, dediler; Beni yordun. Üç gündür seni burada bekliyorum.
İşte ondaki pırıltılı ahlak...
O ileride bir gün şöyle diyecektir:
-Beni rabbim terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi
Bir bayram günü... Bütün şehir cıvıl cıvıl kaynamakta ve bütün Kureyş ayakta. 'Büvane' isimli putun çevresinde dönüp duruyorlar. Bu bayram, işte her sene, mahut putun başında geçirdikleri, o'na kurbanlar hediye ettikleri, bütün varlıklarını önüne döküp türlü türlü cümbüşler yaptıkları bir gecede cereyan ediyor...
Peygamber amcası Ebu Talib de, diğer Kureyşliler gibi, bütün aile koluyla bayrama iştirak etmek istedi. Nur-u Cihan'a teklif etti:
- Yavrucuğum, sende gel!
- Gelemeyeceğim
- Niçin?
- Beni mazur görünüz. Gönlüm böyle şey istemiyor!
Bu cevaba, amcaları ve halaları hayretle baktılar. Yine ısrar ettiler:
- Ne olur, aramızda sende bulun!...
- Olmaz.
Müteessir oldular, O'nun bu halini, isyan sayacak kadar ileri gittiler ve dediler:
- Tavrını beğenmiyoruz! Bağlı olduğun kavmin mübarek bir bayramında bulunmamak nasıl olur?
O kadar ısrar ettiler, o kadar üstüne vardılarki, Nur-u Cihan daha fazla direnemedi; istemeye istemeye, sadece amcası Ebu Talib ile halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu. Ama gelin işi görünki hiçbir şey istedikleri gibi olmadı. Putun başına varır varmaz, çocuğun müthiş bir hal geçirdiğine şahit oldular. Buda ne?
Çocuk büyük bir korku ve dehşet içindeydi. Puta ve etrafında cıvıl cıvıl kaynaşan insanlara bir göz atınca, başına gelen hal üzerine hemen döndü, koşar adımlarla oradan uzaklaştı.
Herkes donup kalmıştı...
Bayramdan döndükleri vakit bu halinden sual ettiler:
- A yavrucuğum! Ne oldu sana birden bire? Niçin bayram yerinden kaçı verdin?
Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Kevser Havuzu 'nun sahibi cevap verdi:
- Bana bir fenalık gelmesinden endişe ettim. Her zaman da bu korku içindeyim. Ne vakit putların yanına yaklaşsam, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş birinin oracıkta yükseldiğini, yoluma mani olduğuna müşahede ediyorum. Bu şahıs bana durmadan telkin ediyor.
- Geri çekil, sakın temas etme!
- Artık geriye dönmemek kabil mi?
Ve bu hadise ona ders oldu. Bundan sonra hiçbir vakit Resul-i Ekrem 'in her hangi bir sebeple putların yanına uğradığı müşahede edilmedi... Ve bu hal, böylece devam edip gitti...
O, bütün varlığıyla gayb âleminden gelecek tecellileri beklemekteydi. Cihan günleri O'nun için henüz mânâ şafağını açmamıştı... Elbet birgün ilahi tecellilerin yıldırımları cihan aynasına aksedecek, elbet beklenen güneş ufuktan başını çıkaracaktı...