Muvahhid1
Well-known member
Doç. Dr. Muhittin AKGÜL
İnsan, her dönemde Cenab-ı Hakk’ın emirlerine muhatap olmuştur. Bu muhatap oluşta insanla Allah arasındaki elçilik görevi peygamberlere verilmiştir. Ancak daha yaratılışın başlangıcından itibaren Yüce Allah’ın koymuş olduğu bu prensibe farklı şekillerde itirazlar edilmiştir. Böyle önemli bir vazifeyi yapmakla görevli Peygamberlerin birer beşer olması, bazı insanların kafalarına yatmamış, neticede kimileri onları kabul etmemiş, çeşitli sıkıntılara maruz bırakmış; kimileri de beşer olmanın ötesine taşıyarak onlara ulûhiyet isnadında bulunmuş, diğer bir kısım kimseler ise peygamberlerle insanlar arasında hiçbir farkın olmadığını iddia etmişlerdir.
Allah Tealâ, insanlara elçi olarak melekleri gönderebilirdi. Ancak böyle yapmayıp, onlar gibi yiyen, onlar gibi içen, onlar gibi ihtiyaçları olan kimselerden elçiler gönderdi. Allah Tealâ’nın böyle yapmasının değişik hikmetleri vardır. Zira insanların kendi cinslerinden olan bir kimse, onların hissettiklerini hisseder, zevk aldıkları şeylerden zevk alır, tecrübelerini değerlendirir, elem ve emellerini anlar, duygularını ve isteklerini bilir, ihtiyaçlarını fark eder. Bu yüzden onlara zayıf düştükleri zaman şefkat eder, eksikliklerini gördüğü zaman tamamlar, güçlenip kalkınmalarını ister, ihtiyaçlarını bilir.
Netice itibariyle o da kendilerinden birisidir. Hem onlar, kendileri gibi bir beşer olan peygamberi kolayca örnek alarak peşinden gidebilirler. Buna yavaş yavaş kendilerini alıştırırlar. Cenâb-ı Hakk’ın farz kıldığı ve irade ettiği hükümleri tebliğ ettiği zaman, peygamber bu hükümlerin yaşayan tercümanı, müşahhas bir uygulayıcısı olarak onlara anlatır. Böylece insanların bu mükellefiyetleri yerine getirmeleri kolaylaşır.
Peygamberin, kendi içlerindeki yaşantısını görürler ve bir insan olarak onu taklit etmeye çalışırlar. Şayet bir melek olmuş olsaydı, ne onun yaptıklarını taklit etmeyi düşünürler, ne de bu konuda bir gayret gösterirlerdi. Zîra başından beri bilirlerdi ki, onun tabiatı kendi tabiatlarından çok farklıdır. Dolayısıyla hareketleri de farklı olacaktır. Bunun neticesinde insanlar peygamberleri örnek alma ve onların hayatlarını yaşama isteği duymazlardı.
Bu makalede peygamberlerin beşer olmasına yapılan itirazlar ve beşer olmaya terettüp eden hususlar ele alınacaktır. Daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in beşer olmasını nasıl anlamamız gerektiği hususu incelenecektir.
A. Peygamberlerin insan olmasına yönelik itirazlar
1. Şeytanın İtirazı
Beşer olduğundan dolayı insanın üstünlüğünü kabul etmeyip ilk karşı gelen şeytandır. Şeytan, insanın dış yönüne bakarak aldanmış, onun yüce âlemlerle irtibat kurmasını uzak görmüş ve bazı üstün özelliklere sahip olmasını içine sindirememiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre, insanlığın ilk yaratılışında, şeytan bu sindirememeyi açıkça ortaya koymuş, hatta sonuna kadar da insanoğlunun amansız bir düşmanı olacağını bildirmiştir. Nitekim Kur’ân’ın değişik sûre ve ayetlerinde bu konu detaylı olarak bildirilmiştir. Hicr Suresinde konuyla ilgili ayetler meâlen şöyledir:
“Hani Rabbin meleklere: “Ben,” demişti, “kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım. Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı. Allah İblis’e: “Sen niye secde edenlerle beraber olmadın?” diye sordu. “Benim,” dedi, “kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir.” (Hicr, 15/28-33)
Buna göre şeytan, insan konumunda olan bir varlığın, peygamberlik gibi üstün manevi niteliklere sahip olabileceğini kabul etmemiştir. Ona göre üstünlük, varlığın yaratılıştan sahip olunan temel unsurlarından kaynaklanmaktadır. Bu unsurların da hangisinin üstün olduğu onun kararına göredir. Bu ilk kabullenmemeden sonra da değişik dönemlerde farklı peygamberlere aynı türden itirazlar yapılmıştır.
2. Kavimlerinin Peygamberlerin Beşer Olmasına İtirazları
Kur’ân-ı Kerim’de peygamberler anlatılırken, onların özellikle beşer oldukları gerçeği önemle vurgulanır. Çünkü gönderilen her peygambere özellikle beşer olmasından dolayı çeşitli itirazlar gelmiştir. Değişik dönemlerdeki insanlar, kendilerine Îlâhî gerçekleri getiren peygamberlerden, insan üstü bir takım işlerin meydana gelmesini beklemişler ve onların kendileri gibi bir insan olmasına itiraz etmişlerdir. Halbuki peygamberlerin beşer olmasında bildiğimiz bilemediğimiz birçok hikmetler vardır.
Hz. Nuh, kavmini bir olan Allaha kulluğa davet ettiğinde, onun kendileri gibi bir insan olmasını bahane etmişler ve kabul etmemişlerdir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “..Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.” “Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, böyle sizin gibi birini göndermez, melaike indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik. Bu delinin tekinden başka biri değil. Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”(Mü’minûn, 23/23-25)
Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Nuh’un kavminin, kendilerine gelen elçiyi kabul etmemesinin görünüşteki sebebi, onun insan olmasıdır. Onlar böyle önemli bir görevi ancak meleklerin yapabileceğini iddia ederek onu kabule yanaşmıyorlardı.
Hz. Nuh’tan sonra gönderilen peygamberler de aynı tepkiyle karşılanmıştı. Bu insanlar da, yeme-içme gibi özellikleri temel kriter kabul ederek, peygamberlerle diğer insanlar arasında hiçbir farkın olmadığını iddia ediyor ve kabule yanaşmıyorlardı. (Bkz: Mü’minûn, 23/31-34) Halbuki bu özellikler sadece insanda değil hayvanlarda da vardı. Şayet bunlar temel ölçü olsaydı, insanlarla hayvanların aynı değerde olmaları gerekirdi.
Semûd kavmi de kendilerine elçi olarak gönderilen Hz. Salih’i kabul etmemişler ve bunun sebebinin de onun bir beşer olmasını ileri sürerek, ondan doğruluğuna bir delil istemişlerdir. (Bkz: Şuarâ, 26/150-154)
Hz. Şuayb ölçü ve tartıda haksızlık yapan kavmini doğruluğa ve dürüstlüğe davet ettiğinde, kavmi tarafından “Bize hiç bir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi bir insansın.(Şuarâ, 26/186)diyerek, onun da kendileri gibi bir beşer olmasını ileri sürmüş ve kabul etmemişlerdi.
Ulu’l-Azim peygamberlerden Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun, Firavun’u tek olan Allah’a davet ettiklerinde o: “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?” (Mü’minûn, 23/47) diyerek, onları kabul etmeme sebebi olarak beşer olmalarını göstermişti.
Yukarıda sadece bir kısmı zikredilen örneklerden de anlaşıldığı üzere, insanların peygamberleri kabul etmeyişlerindeki temel sebep, onların beşer olmasıydı. Onlara göre insan peygamber olamaz ve peygamber de insan olamazdı. Kur’an, bu yanlış anlayışı reddederek bütün peygamberlerin birer insan olduğunu ve insanlara da ancak bir insanın peygamber olarak gönderilebileceğini beyan buyurmaktadır.
3. Peygamberleri İlahlaştıranlar
Bazı eski semavi din ve mezhep mensupları, peygamberleri insânî niteliklerin üstünde bazı vasıflara sahip ve olayları vukûundan önce haber veren kahinler gibi telakki ederlerdi. Telakkilerine göre onlar, günâh işleyebilir ve ahlâksızlık yapabilirlerdi. Güya peygamber oldukları için böyle hallerde onlara bir şey lâzım gelmezdi.
Diğer taraftan Hz. İsa’ya inananlar, onu kendilerinin kurtarıcısı bildikleri gibi, bazıları onu insan olmanın ötesinde bazen bir ilâh veya yarı ilâh veyahut da Allâh’ın bir cüz’ü gibi telakkî ederlerdi.
Nitekim Kur’ân, konuyla ilgili bazı semavi din mensuplarının peygamberlerine karşı olan bu tutumlarını şöyle bildirir:
“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar?” [Tevbe, 9/30)
İslâmiyet, bütün bu çeşit yanlış düşünceleri ve bâtıl inançları ortadan kaldırdı. İslâm’a göre peygamber bir insandır. Allah’ın bir kuludur; aynı zamanda Allah tarafından seçilmiş, fevkalede donanımlı, masum, iyi, pâk, nezih, Allâh’ın kudretinden feyiz almış, ilâhî destek ve yardıma eriştirilmiş, saâdet ve hidâyetin merkezi olmuş bir kimsedir.”
Müşrikler de aynı mantıkla hareket ederek, aynı itirazları, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı yapmışlardır. Onlara göre peygamber olacak kimsenin yemek yememesi, çarşı-pazarda alış-veriş yapmaması gerekiyordu. Şayet gerçekten peygamberse, doğruluğuna bir melek açıkça destek vermeliydi. Veyahut da başka maddi bir takım özellikleri olmalıydı. (Bkz: Furkân, 25/7-11)
B. Efendimiz’in (s.a.s.) Üstün Özellikleri
Kur’ân, Resûlullah’ın (s.a.s.) özellikle bir beşer olduğu üzerinde durarak, onun bu yönünü nazara verir ve ona şöyle demesini emreder: “De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana şu vahyolunuyor: Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır. O halde Ona yönelerek doğru yolda yürüyün, Ondan mağfiret dileyin. Ona eş, ortak uyduranların vay haline!” (Fussilet 41/6)
Allah Resûlü (s.a.s.) bir beşerdir. Onun ümmetinden hiçbir fert, onun bu vasfını inkâr etmemiş ve daha önceki toplumların kendi peygamberleriyle ilgili düştükleri yanılgıya düşmemişlerdir. Ancak değişik âyetlerde vurgulanan, “Ben de bir beşerim” sözü ne gibi anlam ve hikmetler ifade etmektedir?
“Ben de bir beşerim” sözü, Resûlullah’ın (s.a.s.) diğer insanlar gibi beşeri ihtiyaçlarının olduğu, teklife muhataplığı, ölümlü oluşu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemeyeceği, güç ve kuvvetinin sınırlılığı gibi hususları içermektedir. Aksine bu sözün Resûlullah’ın da (s.a.s.) diğer insanlar gibi haşa yalan söyleyebileceği, günah işleyebileceği veya normal insanlar gibi her türlü kötü davranışı yapabileceği şeklinde anlaşılması, peygamberlerde bulunması gerekli olan, doğruluk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet gibi üstün peygamberlik sıfatlarıyla tenakuz teşkil eder.
Allah Teâlâ, insanlar arasından bazısını husûsî bir görev için seçmiştir. Bunlar, Allah’tan alacakları mesajları, eksiksiz ve kusursuz olarak insanlara ulaştıracak olan peygamberlerdir. Bu önemli işi yüklenecek olan kimselerin, elbette bazı fevkalade özelliklerinin olması kaçınılmazdır. Kur’ân’ın pek çok âyetinde, onların Allah tarafından övüldüğüne şâhit oluruz. Onlar, Allah’ın gözetimi altında, en güzel özelliklere sâhip, akıl ve ahlâk yönüyle seçkin ve emânete karşı son derece saygılı kimselerdir. Onların farklı bazı özelliklerinin olması da yadırganmamalıdır. Birer insan olduklarını söylediğimiz peygamberlerin, kendilerine has bazı sıfatları vardır. Bu sıfatlarla onlar, normal insanlardan seçilip ayrılırlar.
Allah’ın kendilerini bu kutsal göreve seçmeden önceki yaşayışları, diğer insanlarınkinden farklıdır. Ahlaki değerleri zirvede temsil eden bu üstün donanımlı insanlar hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, ahlâk dışı davranışlardan ve benzeri şeylerden fersah fersah uzak kalmışlardır. Eğer ahlâkî yönden düşüklük sayılan bir şeyi peygamberlikten önceki hayatlarında yapmış olsalardı, peygamber olduktan sonra, insanları onlardan sakındırmaları güç olurdu. Sözleri muhataplarına tesir etmezdi.
Cenab-ı Allah, Yüce Beyan’da, insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlerin değişik üstünlük ve faziletlerini bildirmenin yanında, onların birbirlerine olan üstünlüklerine de işaret etmektedir. Nitekim: “İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resûllerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.” (Bakara, 2/253) âyeti de bu hakikati haber vermektedir.
Kâinâtın Yüce Yaratıcısı, sâhibi ve mâliki, elbette bilerek yapıyor, hikmetle tasarruf ediyor, her tarafı görerek düzenliyor, her şeyi bilerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, faydaları irâde ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette fikir ve şuur sahibiyle, konuşmasını bilenlerle konuşacak. Mâdem fikir sahibiyle konuşacak, elbette şuurluların içinde en şuurlu olan insan nev’iyle konuşacaktır. Mâdem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde hitap kâbiliyeti bulunan ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel, istidâdı en yüksek, ahlâkı yüce ve insanlığa rehber olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta, en âli ahlâkta ve insanlığın beşte biri ona tabi olmuş, yeryüzünün yarısı onun mânevî hükmünün altına girmiş, istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış, beşerin nuranî kısmı ve müminleri mütemadiyen günde beş defa onunla biat yenileyip rahmet ve saadet duası edip, ona övgü ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; Resûl yapacak ve yapmış; insan nevine rehber yapacak ve yapmıştır.(19. Mektup, 1. Nükteli İşaret)
İnsan, her dönemde Cenab-ı Hakk’ın emirlerine muhatap olmuştur. Bu muhatap oluşta insanla Allah arasındaki elçilik görevi peygamberlere verilmiştir. Ancak daha yaratılışın başlangıcından itibaren Yüce Allah’ın koymuş olduğu bu prensibe farklı şekillerde itirazlar edilmiştir. Böyle önemli bir vazifeyi yapmakla görevli Peygamberlerin birer beşer olması, bazı insanların kafalarına yatmamış, neticede kimileri onları kabul etmemiş, çeşitli sıkıntılara maruz bırakmış; kimileri de beşer olmanın ötesine taşıyarak onlara ulûhiyet isnadında bulunmuş, diğer bir kısım kimseler ise peygamberlerle insanlar arasında hiçbir farkın olmadığını iddia etmişlerdir.
Allah Tealâ, insanlara elçi olarak melekleri gönderebilirdi. Ancak böyle yapmayıp, onlar gibi yiyen, onlar gibi içen, onlar gibi ihtiyaçları olan kimselerden elçiler gönderdi. Allah Tealâ’nın böyle yapmasının değişik hikmetleri vardır. Zira insanların kendi cinslerinden olan bir kimse, onların hissettiklerini hisseder, zevk aldıkları şeylerden zevk alır, tecrübelerini değerlendirir, elem ve emellerini anlar, duygularını ve isteklerini bilir, ihtiyaçlarını fark eder. Bu yüzden onlara zayıf düştükleri zaman şefkat eder, eksikliklerini gördüğü zaman tamamlar, güçlenip kalkınmalarını ister, ihtiyaçlarını bilir.
Netice itibariyle o da kendilerinden birisidir. Hem onlar, kendileri gibi bir beşer olan peygamberi kolayca örnek alarak peşinden gidebilirler. Buna yavaş yavaş kendilerini alıştırırlar. Cenâb-ı Hakk’ın farz kıldığı ve irade ettiği hükümleri tebliğ ettiği zaman, peygamber bu hükümlerin yaşayan tercümanı, müşahhas bir uygulayıcısı olarak onlara anlatır. Böylece insanların bu mükellefiyetleri yerine getirmeleri kolaylaşır.
Peygamberin, kendi içlerindeki yaşantısını görürler ve bir insan olarak onu taklit etmeye çalışırlar. Şayet bir melek olmuş olsaydı, ne onun yaptıklarını taklit etmeyi düşünürler, ne de bu konuda bir gayret gösterirlerdi. Zîra başından beri bilirlerdi ki, onun tabiatı kendi tabiatlarından çok farklıdır. Dolayısıyla hareketleri de farklı olacaktır. Bunun neticesinde insanlar peygamberleri örnek alma ve onların hayatlarını yaşama isteği duymazlardı.
Bu makalede peygamberlerin beşer olmasına yapılan itirazlar ve beşer olmaya terettüp eden hususlar ele alınacaktır. Daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in beşer olmasını nasıl anlamamız gerektiği hususu incelenecektir.
A. Peygamberlerin insan olmasına yönelik itirazlar
1. Şeytanın İtirazı
Beşer olduğundan dolayı insanın üstünlüğünü kabul etmeyip ilk karşı gelen şeytandır. Şeytan, insanın dış yönüne bakarak aldanmış, onun yüce âlemlerle irtibat kurmasını uzak görmüş ve bazı üstün özelliklere sahip olmasını içine sindirememiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre, insanlığın ilk yaratılışında, şeytan bu sindirememeyi açıkça ortaya koymuş, hatta sonuna kadar da insanoğlunun amansız bir düşmanı olacağını bildirmiştir. Nitekim Kur’ân’ın değişik sûre ve ayetlerinde bu konu detaylı olarak bildirilmiştir. Hicr Suresinde konuyla ilgili ayetler meâlen şöyledir:
“Hani Rabbin meleklere: “Ben,” demişti, “kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım. Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı. Allah İblis’e: “Sen niye secde edenlerle beraber olmadın?” diye sordu. “Benim,” dedi, “kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir.” (Hicr, 15/28-33)
Buna göre şeytan, insan konumunda olan bir varlığın, peygamberlik gibi üstün manevi niteliklere sahip olabileceğini kabul etmemiştir. Ona göre üstünlük, varlığın yaratılıştan sahip olunan temel unsurlarından kaynaklanmaktadır. Bu unsurların da hangisinin üstün olduğu onun kararına göredir. Bu ilk kabullenmemeden sonra da değişik dönemlerde farklı peygamberlere aynı türden itirazlar yapılmıştır.
2. Kavimlerinin Peygamberlerin Beşer Olmasına İtirazları
Kur’ân-ı Kerim’de peygamberler anlatılırken, onların özellikle beşer oldukları gerçeği önemle vurgulanır. Çünkü gönderilen her peygambere özellikle beşer olmasından dolayı çeşitli itirazlar gelmiştir. Değişik dönemlerdeki insanlar, kendilerine Îlâhî gerçekleri getiren peygamberlerden, insan üstü bir takım işlerin meydana gelmesini beklemişler ve onların kendileri gibi bir insan olmasına itiraz etmişlerdir. Halbuki peygamberlerin beşer olmasında bildiğimiz bilemediğimiz birçok hikmetler vardır.
Hz. Nuh, kavmini bir olan Allaha kulluğa davet ettiğinde, onun kendileri gibi bir insan olmasını bahane etmişler ve kabul etmemişlerdir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “..Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.” “Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, böyle sizin gibi birini göndermez, melaike indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik. Bu delinin tekinden başka biri değil. Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”(Mü’minûn, 23/23-25)
Ayetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Nuh’un kavminin, kendilerine gelen elçiyi kabul etmemesinin görünüşteki sebebi, onun insan olmasıdır. Onlar böyle önemli bir görevi ancak meleklerin yapabileceğini iddia ederek onu kabule yanaşmıyorlardı.
Hz. Nuh’tan sonra gönderilen peygamberler de aynı tepkiyle karşılanmıştı. Bu insanlar da, yeme-içme gibi özellikleri temel kriter kabul ederek, peygamberlerle diğer insanlar arasında hiçbir farkın olmadığını iddia ediyor ve kabule yanaşmıyorlardı. (Bkz: Mü’minûn, 23/31-34) Halbuki bu özellikler sadece insanda değil hayvanlarda da vardı. Şayet bunlar temel ölçü olsaydı, insanlarla hayvanların aynı değerde olmaları gerekirdi.
Semûd kavmi de kendilerine elçi olarak gönderilen Hz. Salih’i kabul etmemişler ve bunun sebebinin de onun bir beşer olmasını ileri sürerek, ondan doğruluğuna bir delil istemişlerdir. (Bkz: Şuarâ, 26/150-154)
Hz. Şuayb ölçü ve tartıda haksızlık yapan kavmini doğruluğa ve dürüstlüğe davet ettiğinde, kavmi tarafından “Bize hiç bir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi bir insansın.(Şuarâ, 26/186)diyerek, onun da kendileri gibi bir beşer olmasını ileri sürmüş ve kabul etmemişlerdi.
Ulu’l-Azim peygamberlerden Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun, Firavun’u tek olan Allah’a davet ettiklerinde o: “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?” (Mü’minûn, 23/47) diyerek, onları kabul etmeme sebebi olarak beşer olmalarını göstermişti.
Yukarıda sadece bir kısmı zikredilen örneklerden de anlaşıldığı üzere, insanların peygamberleri kabul etmeyişlerindeki temel sebep, onların beşer olmasıydı. Onlara göre insan peygamber olamaz ve peygamber de insan olamazdı. Kur’an, bu yanlış anlayışı reddederek bütün peygamberlerin birer insan olduğunu ve insanlara da ancak bir insanın peygamber olarak gönderilebileceğini beyan buyurmaktadır.
3. Peygamberleri İlahlaştıranlar
Bazı eski semavi din ve mezhep mensupları, peygamberleri insânî niteliklerin üstünde bazı vasıflara sahip ve olayları vukûundan önce haber veren kahinler gibi telakki ederlerdi. Telakkilerine göre onlar, günâh işleyebilir ve ahlâksızlık yapabilirlerdi. Güya peygamber oldukları için böyle hallerde onlara bir şey lâzım gelmezdi.
Diğer taraftan Hz. İsa’ya inananlar, onu kendilerinin kurtarıcısı bildikleri gibi, bazıları onu insan olmanın ötesinde bazen bir ilâh veya yarı ilâh veyahut da Allâh’ın bir cüz’ü gibi telakkî ederlerdi.
Nitekim Kur’ân, konuyla ilgili bazı semavi din mensuplarının peygamberlerine karşı olan bu tutumlarını şöyle bildirir:
“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar?” [Tevbe, 9/30)
İslâmiyet, bütün bu çeşit yanlış düşünceleri ve bâtıl inançları ortadan kaldırdı. İslâm’a göre peygamber bir insandır. Allah’ın bir kuludur; aynı zamanda Allah tarafından seçilmiş, fevkalede donanımlı, masum, iyi, pâk, nezih, Allâh’ın kudretinden feyiz almış, ilâhî destek ve yardıma eriştirilmiş, saâdet ve hidâyetin merkezi olmuş bir kimsedir.”
Müşrikler de aynı mantıkla hareket ederek, aynı itirazları, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı yapmışlardır. Onlara göre peygamber olacak kimsenin yemek yememesi, çarşı-pazarda alış-veriş yapmaması gerekiyordu. Şayet gerçekten peygamberse, doğruluğuna bir melek açıkça destek vermeliydi. Veyahut da başka maddi bir takım özellikleri olmalıydı. (Bkz: Furkân, 25/7-11)
B. Efendimiz’in (s.a.s.) Üstün Özellikleri
Kur’ân, Resûlullah’ın (s.a.s.) özellikle bir beşer olduğu üzerinde durarak, onun bu yönünü nazara verir ve ona şöyle demesini emreder: “De ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana şu vahyolunuyor: Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır. O halde Ona yönelerek doğru yolda yürüyün, Ondan mağfiret dileyin. Ona eş, ortak uyduranların vay haline!” (Fussilet 41/6)
Allah Resûlü (s.a.s.) bir beşerdir. Onun ümmetinden hiçbir fert, onun bu vasfını inkâr etmemiş ve daha önceki toplumların kendi peygamberleriyle ilgili düştükleri yanılgıya düşmemişlerdir. Ancak değişik âyetlerde vurgulanan, “Ben de bir beşerim” sözü ne gibi anlam ve hikmetler ifade etmektedir?
“Ben de bir beşerim” sözü, Resûlullah’ın (s.a.s.) diğer insanlar gibi beşeri ihtiyaçlarının olduğu, teklife muhataplığı, ölümlü oluşu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemeyeceği, güç ve kuvvetinin sınırlılığı gibi hususları içermektedir. Aksine bu sözün Resûlullah’ın da (s.a.s.) diğer insanlar gibi haşa yalan söyleyebileceği, günah işleyebileceği veya normal insanlar gibi her türlü kötü davranışı yapabileceği şeklinde anlaşılması, peygamberlerde bulunması gerekli olan, doğruluk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet gibi üstün peygamberlik sıfatlarıyla tenakuz teşkil eder.
Allah Teâlâ, insanlar arasından bazısını husûsî bir görev için seçmiştir. Bunlar, Allah’tan alacakları mesajları, eksiksiz ve kusursuz olarak insanlara ulaştıracak olan peygamberlerdir. Bu önemli işi yüklenecek olan kimselerin, elbette bazı fevkalade özelliklerinin olması kaçınılmazdır. Kur’ân’ın pek çok âyetinde, onların Allah tarafından övüldüğüne şâhit oluruz. Onlar, Allah’ın gözetimi altında, en güzel özelliklere sâhip, akıl ve ahlâk yönüyle seçkin ve emânete karşı son derece saygılı kimselerdir. Onların farklı bazı özelliklerinin olması da yadırganmamalıdır. Birer insan olduklarını söylediğimiz peygamberlerin, kendilerine has bazı sıfatları vardır. Bu sıfatlarla onlar, normal insanlardan seçilip ayrılırlar.
Allah’ın kendilerini bu kutsal göreve seçmeden önceki yaşayışları, diğer insanlarınkinden farklıdır. Ahlaki değerleri zirvede temsil eden bu üstün donanımlı insanlar hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, ahlâk dışı davranışlardan ve benzeri şeylerden fersah fersah uzak kalmışlardır. Eğer ahlâkî yönden düşüklük sayılan bir şeyi peygamberlikten önceki hayatlarında yapmış olsalardı, peygamber olduktan sonra, insanları onlardan sakındırmaları güç olurdu. Sözleri muhataplarına tesir etmezdi.
Cenab-ı Allah, Yüce Beyan’da, insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlerin değişik üstünlük ve faziletlerini bildirmenin yanında, onların birbirlerine olan üstünlüklerine de işaret etmektedir. Nitekim: “İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resûllerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.” (Bakara, 2/253) âyeti de bu hakikati haber vermektedir.
Kâinâtın Yüce Yaratıcısı, sâhibi ve mâliki, elbette bilerek yapıyor, hikmetle tasarruf ediyor, her tarafı görerek düzenliyor, her şeyi bilerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, faydaları irâde ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Mâdem konuşacak, elbette fikir ve şuur sahibiyle, konuşmasını bilenlerle konuşacak. Mâdem fikir sahibiyle konuşacak, elbette şuurluların içinde en şuurlu olan insan nev’iyle konuşacaktır. Mâdem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde hitap kâbiliyeti bulunan ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel, istidâdı en yüksek, ahlâkı yüce ve insanlığa rehber olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta, en âli ahlâkta ve insanlığın beşte biri ona tabi olmuş, yeryüzünün yarısı onun mânevî hükmünün altına girmiş, istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış, beşerin nuranî kısmı ve müminleri mütemadiyen günde beş defa onunla biat yenileyip rahmet ve saadet duası edip, ona övgü ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; Resûl yapacak ve yapmış; insan nevine rehber yapacak ve yapmıştır.(19. Mektup, 1. Nükteli İşaret)