
Bayramlar, sosyal hayatımızın olduğu kadar kültür hayatımızın da canlanıp hareketlilik kazandığı fevkalâde günlerdir. En temel sosyal motifi barışma ve buluşma olan bayramlar, türkülere de daha çok bu yanıyla yansımıştır.
"Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur, üstüm yağmur
Gene gönlüm hoş idi."
diye başlayan “tatyan” türündeki meşhur Erzurum türküsünde de tema, bayram ve bu vesileyle gerçekleşen kavuşmadır. Gerçi burada Hz. Mevlana'nın, ölümü düğün gecesine benzetmesine benzer bir ölüm- kavuşma - bayram üçlemesinden de söz edebiliriz. Her nefis ölümü tadacak, kâfir - müslüman hep birarada ulu divana çıkacaklardır. Ancak ölümü, dünya değiştirmekten ibaret olan salih amel sahibi Allah dostlarına mezar, bir bayram bahçesinden farksızdır. Diyebiliriz ki bu türkü velilerden bir zatın vefatı üzerine “garip gecesi” (mevtanın kabirde geçirdiği ilk gece) ertesinde söylenmiştir.
İkinci kıtayı hatırlayalım:
" Bir dağ ne kadar ul'olsa
Bir kenarı yol olur
Buna bayram günü derler
Dostla düşman bir olur."
Affetmek, büyüklüğün şanındandır. Bayramı mahşer günü gibi düşünüp düşmanlıkları kaldırır, merhamet edici ve bağışlayıcı olarak insanlara yaklaşırsan, umulur ki Allah da seni affeder, sana merhamet eder ve sen dahi Allah'a yakınlaşmış olursun. Ve ey ulu Allah’ım! Mahlûkatın en yücesi olarak yarattığın, üstelik öteki kullarınca türlü üstün vasıfları olduğu söylenen bendeniz de işte toprağa düştüm, toprak olup çiğnendim, sana geldim. Bilerek bilmeyerek işlediğim “düşmanlıklardan” senin “dostluğuna”, düşmanlarının dahi tek sığınağı durumundaki dostların dostu olan Sana geldim.
Erzurum'da Alvar imamı diye tanınan merhum Mehemmed Lütfi Efe de, TRT repertuarına türkü olarak girmiş bir deyişinde bayramı şöyle anlatıyor:
"Can bula cananını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola!"
Asıl bayramın, kulun Rabbi ile buluşması olduğunu, Kurban ve Ramazan bayramlarının bu "gerçek bayramın" bir yansıması olarak mümin gönlünü aydınlatması ve "bulmaya" vesile oması gerektiğini çok sade ve çarpıcı bir dille alatan Hacı Bayram-ı Veli'nin şu nefesi ise çok meşhurdur:
"Bayram’ım imdi, bayramım imdi
Bayram ederler yar ile şimdi
Hamd-ü senâlar, hamd-ü senâlar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm"
Mutasavıf aşıklardan Erzurumlu Emrah, bütün bir ramazanı ve bayramı bir "buse" miktarınca olsun "yar" ile buluşma ümidiyle geçirdiğini, bunun için nice yeni bayramlar beklemeye de razı olduğunu söylüyor:
"Bir can için geçti can-ü serinden
Vücudu kül oldu aşkın narından
Emrah buse ister nazlı yarından
Bu bayram olmazsa kurbana kalsın"
Ramazanın ve bayramın gelişine ilk bakışta pek sevinmemiş gibi görünen türküler de vardır, ancak dikkat edilince aslında büyük bir saygı ve hürmetin dile getirildiği anlaşılıyor.
"Sarı kızın aşkından
Tutmadım remazani"
diyen Karadeniz türküsündeki delikanlı, iradesini nasıl kaybedip ne büyük günahlara girdiğini, sarı kızın kendisine ramazanı bile tutturmayarak ne kötülükler yaptığını anlatırken, ramazana olan hürmetini de anlatmış olmuyor mu? Benzer bir durum şu Trabzon türküsünde daha belirgindir:
"Uy Trabzan, Trabzan
İçi kalayli kazan
Efkârli günlerume
Geldi çatti remazan"
Bir de "Bayram gelmiş, neyime / Kan damlar yüreğime, aman aman garibem!" diye feryâd-ü figân koparan türkü var ki, yukarıda bahsi geçen sûfiyane türkülerle çelişir gibi göründüğü halde, tersinden, onlarla aynı şeyi söylemektedir. Zira bu bir gurbet türküsüdür ve gurbete bayram gelmez. Hatta gurbet bayramın (kavuşma şükür ve coşkusunun) zıddıdır. Kim ki gurbetten yakınmaktadır, bilerek yahut bilmeyerek vuslatı övmekte, bayram türküsü söylemektedir. Arifler bilir ki dünya dahi ahiret yurdunun gurbetidir. Öyleyse ey aşıklar, ey arifler, övelim bayramı ve çığıralım onu.
Şimdi “hacı” olmuş olan -selâmetlik- Raci Alkır da eşlik etsin bize, kulaklarımızda çınlayan sesiyle. Hep birlikte, içimizden –ve yüksek sesle!- çığıralım:
“Can bula cananını
Bayram o bayram ola!
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola!”
Şaban Abak
Bayramınız Bayram olsun dostlar
Aşk ile nice bayramlar