FaKiR
Meþveret Bþk.
"En dokunaklı ses hangi sestir?"
en dokunaklı ses her insanın kendi sesidir.
İsterseniz deneyin;
sesinizi yükseltin gece hiç kimsenin olmadığı ve duymadığı bir yerde. Sizi sadece O’nun duyduğunun ve O’na içinizi döktüğünüzün şuurunda olarak elinizden geldiğince nağmenin en yanığıyla elem ve emellerinizi dilendirmeye çalışın başınızı yere koyun, "Rabbim" diye inleyin.
Size çok dokunacak kalbinizden yükselecek olan o nağmeler. Tebahhur eden denizler gibi buharlaşacak, çiğ noktasına ulaşacak ve oradan dönüp yeniden teveccühler halinde sizin kalbinize akacak. İşte öyle bir an ve o türlü bir mekanda sesli okumalısınız.
Hazreti Üstad diyor ki, "Bu gece evrad ile meşgul olurken nöbetçiler ve başkaları işitiyorlardı. Kalbime geldi ve ‘Acaba bu izhar, sevabımı noksan etmiyor mu?’ diye telâş ettim. Sonra, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâli’nin meşhur bir sözü hatırıma geldi. O demiş: "Bazen izhar, çok defa ihfâdan daha ziyade efdal olur." Yani, açıktan ve sesli okuyunca başkaları da istifade ederler, hatta gafletten uyanıp belki de taklit etmek ve kendileri de aynısını yapmak isterler.
İşte, arabanın içinde veya bir yolda yürürken yanınıza aldığınız insana bu mevzuuda bir öncülük yaparsanız, onu da aynı hayırlı amele teşvik etmiş ve alıştırmış olursunuz.
Ne biliyorsunuz, üzerine basıp çiğnediğiniz otların, dokunup geçtiğiniz yaprakların ve gölgesinde yürüdüğünüz ağaçların da sizin zikrinizle harekete geçmediğini!.
Ne biliyorsunuz, içinde yol aldığınız vasıtanın ihtizaza gelmediğini!.
Ben bir yönüyle, o canlı hayvanların da bir ruh –hayvanî ruh– taşıdıklarına inanıyorum. Bu arabaların, trenlerin, gemilerin ve uçakların da Allah tarafından görevlendirilmiş kendilerine göre bir ruhları ya da onlarla vazifeli birer melek olamaz mı?
Allah hiçbir şeyi boş bırakmaz; onlara da nezaret eden birileri vardır mutlaka. Neden onu da ihtizaza getirmeyecek, neden onu da coşturmayacak ve neden onu da şahlandırmayacaksınız ki!. Bütün bunlarda size dönen bir fayda olabilir; fakat, o faydayı düşünmemelisiniz. Kulların her fırsatta O’nu anmaları onların vafizesi, Allah’ın da hakkıdır.
Bununla beraber, siz zikr u fikr ile yola çıkarsanız, Allah da sizi yolda bırakmaz, muhtemel kaza ve belaları def’ eder. Emniyetle gider, emniyetle dönersiniz. Fakat, buna bağlıyarak yapmamak lazım zikir ve sair ibadetleri. O netice, Cenâbı Hakk’ın lütfunun bir çeşit tecellisi olarak sizin amelinize terettüp etse de siz amelinizde öyle bir fayda gözetmemelisiniz.
İşte böyle geniş alanlı bir zikirdir esas olan ve o ille de şöyle olacak, böyle olacak şeklinde daraltılmamalıdır.
Belki daraltılacak bir yer vardır; o da, hadis-i şeriflerde ifade buyurulduğu için; hela gibi yerlere girerken sadece "Bismillahi, Allahumme innî eûzu bike mine’l-hubsi ve’l-habâis Allahım, serâpâ pis olan ve pisliklerle hemhâl bulunan muzır şeytanlardan Sana sığınırım." demekle yetiniriz. İçeriye adım attıktan sonra artık Rabbimizin adını zikretmeyiz.
Fakat orası da temiz mülahazalarda bulunmaya mani değildir. Gönül yine temiz tutulabilir; derin istekler onu doldurabilir.
Hem o istekler söze dökülmeden melekler onları yazmaz, ancak söylediğiniz şeyleri yazarlar; oraya girmek zorunda bırakıp meleklere eziyet etmeye lüzum olmasa da, orada da saf ve duru hisleri muhafaza etmek mümkündür.
Dahası, nerede olursanız olun, temiz mülahazalar kalbinizde belirince, Sahibi bilir onları. –Hâşâ– Sahib o türlü yerlere girmekten münezzehtir, mukaddestir, müberradır. Kezâ, bir haram şey yeyip içerken, bir haram iş işlerken mesela, katî haram olduğu bilinen bir oyunu oynarken de O’nun adı zikredilmez. –Allah korusun– haram yudumlarken O’nun adını zikretmede küfre düşme ihtimali bile vardır. Haram olması muhtemel şeylere başlarken de O’nun adını zikretmemek daha uygundur.
Bahsettiğimiz mahzurlu yerler zikir alanını daraltma sayılır mı bilemeyeceğim. Belki oralar zikir alanı değildir, Allah mua’f tutmuştur oraları. Belki de orada anmama, anmadır. Çünkü, orada da aslında O’nu gönülden anma vardır ve orayı Nâm-ı Celîli zikretmeye yakıştıramamadan dolayı anmama, anmadır.
Son bir hususu daha hatırlatmakta fayda var:
İnsan, yeme-içme, yatıp kalkma gibi âdetleri Hazreti Muhammed aleyhissalâtu vesselam Efendimize ittiba mülahazasıyla yaparsa o âdetler de ibadet hükmünü alır. Efendimizi anma ve bazı şeyleri o yapıyor diye ve onun yaptığı gibi yapma da neticede Allah’ı anmaya dayanır.
Efendimizi niye anarız Çünkü, O Allah’ın elçisidir. Hem O büyük bir elçi de değil, en büyük elçidir. Gelen bütün elçiler büyük elçilerdir; O ise, en büyük elçidir. Bir elçi kim tarafından gönderilmiş ise, onu temsil eder. Büyük elçiler kendi ülkelerinin cumhurbaşkanını temsil ederler. Reîs-i âlem, Mâlik-i âlem, Hâlık-ı âlem Allah Teâlâ, Peygamberimizi bu dünya memleketine bir elçi olarak göndermiş mi, göndermemiş mi? Kimin halifesi ve kimin elçisi o zaman? Kimi temsil ediyor? Tabii ki, Allah’ın elçisi ve O’nu temsil ediyor. Öyleyse, Ona karşı bir hakaret de, bir ta’zim de Allah’a râcî olur. Bu açıdan Efendimiz’i anma da Allah’ı anma demektir. Ona salât u selam getirme ve Onun bir sünnetini uygulama da Allah’ı zikretme manasına gelir.