Engelli Anne Baba Olmak
Engellilerin her zaman yardıma muhtaç olduğunu, kendi ihtiyaçlarını
kendilerinin karşılayamadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onlar;
işitme, görme ve bedensel engelli; ama hepsi birer anne…Çocukları da
kendilerinin aksine sağlıklı. Hiç merak ettiniz mi bir engelli anne
bebeğini nasıl büyütür, hayata nasıl hazırlar? Onlar, engellerine rağmen
engelleri aşan anneler.
Geceleri uyuyamayan minik bebekler anne babalar arasında hep şikâyet
konusudur. Uykunun en tatlı yerini bölen bir bebek hıçkırığı özellikle de
annelerin kâbusudur aslında. Hele bir de her gece defalarca
tekrarlanıyorsa… Bebeklerin zamanlı zamansız ağlaması genelde ebeveynleri
rahatsız eder. Tabii ki geceleri bölünen her uyku, bir zaman sonra büyük
bir eziyete dönüştüğü için… Haklı olarak; ne var bunda diyebilirsiniz.
Peki, her gece onlarca kez de olsa bebek sesiyle uyanmanın büyük bir nimet
olduğunu düşündünüz mü hiç? Şimdiye kadar aklınıza gelmediyse işitme veya
görme engelli, felçli annelerin hikâyelerini okuyunca bunun şükredilmesi
gereken büyük bir nimet olduğunu anlayacaksınız. Hem de yüreğinizde
hissederek…
Şüphesiz annelik bütün dünyanın kabul ettiği sayılı ortak değerler
arasında. Kadının hayatını değiştiren, onu şefkat, merhamet ve fedakârlık
abidesi haline getiren bir haslet. Beşikten mezara kadar elinden tuttuğu
yavrusunun varlığını hiçbir mutluluğa, sevgiye, huzura değişmeyen bir anne
için hayat, bebeğini kucağına aldığı andan itibaren bir başka anlam
kazanır. Onunla yatar, onunla kalkar; onunla yer, onunla içer… "Annelik
zor zanaat" diye boşuna dememişler. Çünkü yaşananlar meşakkatli, zor bir
süreçtir…
Benim dünyam çok sessiz
Her kadın, fıtratının bir gereği olarak annelik duygusunu tatmayı,
yavrusunu kucağına alıp okşamayı ister. Aynı hülyalar engelli bayanlar
için de geçerlidir. Onlar da sağlıklı çocuklar dünyaya getirmeyi,
yavrularını sevgiyle büyütmeyi hayal eder. Zira bir ev çocuksuz olmuyor.
Gözler görmese de, kulaklar işitmese de, el ele çayırda çimende
koşturulmasa da her evli çift "anneciğim, babacığım" hitabını duymak
istiyor. Bir anne düşünün ki gözleri görmüyor. Bir başkası duymuyor ya da
tekerlekli sandalyesinde yavrusunun isteklerine cevap vermeye çalışıyor.
Hayatta "ben de varım" diyen bu insanlar da anne; ve çocuklarının geleceği
için onlar da pembe hayaller kuruyor... Hem de hayatın önlerine çıkardığı
bütün engellere inat…
Çoğu görme, işitme, bedensel engelli çiftin çocuğu, anne-babalarının
aksine sağlıklı dünyaya geliyor. Bu sonuç aileleri mutlu ederken birçok
sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin, işitme engelli annelerin en
büyük sorunu, bebeklerinin ağlamasını duyamamaları. Bu durum ilk etapta
zihinlerde duygusal çağrışımlar yapsa da aslında işitme engelli ebeveynler
için ciddi bir problem. Çünkü gece karnı acıkıp anne kokusunu özlediğinde
ağlayan bebek, çığlıklarına muhatap bulamıyor. Ya da yaramazlık yaparken
eli kapıya sıkışsa, başından aşağıya kaynar su dökülse yan odadaki
annesinin haberi olmuyor.
Hemen o kadar karamsar olmayın. Çocuklar her ailenin kendince bulduğu
çözümlerle büyüyor. Bu zorlu sınavda da birbirinden farklı hayat
hikâyeleri çıkıyor. Bir bakıma onlarınki "iç konuşması" bol bir yaşam
aslında.
Hamdiye Ayanoğlu () yedi yaşında geçirdiği menenjit hastalığından sonra
işitme duyusunu ve hafızasını kaybeder. Anne-babası işitme engellilerin
kullandığı işaret dilini bilmediği için zor günler geçirir. Ailesiyle
hiçbir zaman tam bir diyalog kuramaz. Kendi çabasıyla okuma-yazmayı, dudak
okumayı öğrenir. 15 yaşında işitme ve konuşma engelli devlet memuru Tuğran
Ayanoğlu ile hayatını birleştirir. Artık daha 'sesli' bir dünyanın kapısı
aralanır kendisine.
Ayanoğlu çifti, "Acaba çocuğumuz da engelli olur mu?" düşüncesine hiç
kapılmadan çocuk sahibi olmak ister. İlk çocukları bir erkektir. Muzaffer
adını verdikleri oğulları gayet sağlıklıdır da. Hayatları renklenmiştir;
ama kısa sürede bir gerçeği fark ederler. Minik Muzaffer'in ağlamalarını
duymuyorlardır. Kendilerince bir formül bulurlar. Muzaffer bebek sürekli
annesinin kollarında uyur. En ufak bir kıpırdama Hamdiye Hanım'a süt
vaktinin geldiğini gösteriyordur çünkü;
Fedakâr anne üç çocuğunu da büyütürken bir gece olsun derin ve aralıksız
uyumaz. Yardıma gelen anneanne, kızının az da olsa rahatça uyuyabilmesi
için kendi kolundan kızının koluna uzanan bir ip bağlar. Bebek ağladığında
anneanne uyanır, aradaki ip birkaç kez çekilir ve anne uyanıp bebeğe
bakar. Bir gün büyük oğlu Muzaffer, gündüz saatinde etraftaki komşuların
bile duyacağı kadar ağlar; ama Hamdiye Hanım çığlıklardan habersizdir.
İçindeki sesi dinleyerek aniden odaya gelir ve neredeyse ağlamaktan
morarıp nefesi kesilen bebeğini muhtemel bir ölümden kurtarır. Şimdi 31
yaşında olan küçük kızı Ebru da bir gün beşiğinden aşağı yüzüstü düşer,
nefessiz kalır. Ebru'yu ölümden bu kez de büyük kardeş Muzaffer kurtarır.
Hislerini işaret diliyle anlatmaya çalışan Hamdiye Hanım, yaşadıklarından
yola çıkarak engelli annelerin çocuk büyütürken engelsiz annelere göre
daha dikkatli olması gerektiğini söylüyor: "Yemek pişirirken, temizlik
yaparken her 15 dakikada bir çocuklara bakardım. İş yaparken değil, arada
gidip gelmekten yorulurdum. Eğer engelli olduğum için çocuklarıma zarar
gelseydi kendimi affetmezdim. Ne yapayım, benim dünyam çok sessiz."
Peki; engelsiz çocuklar anne-babalarının hayatına ne katıyor?
Çocuk küçük yaştan itibaren anne-babanın dış dünyayla kurduğu köprü
oluyor. Görmüyorsa gören gözü; işitmiyorsa duyan kulağı; bedensel
engelliyse sağlıklı bedeni oluyor. Engeliyle barışmış olan bireylerin
yaşam enerjisi yüksektir. Çocukları bu enerjiyi daha da artırıyor.
Engeller yüzünden yarım kalmış hayaller çocuklar üzerinden tamamlanıyor.
Bu da anne-babayı yaşama dair motive ediyor.
__________________
Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin?
Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin? Engelliler
Günü...(özürlüler değil...) Engelliler Gününde ne yapılır? Bir iki
toplantı...panel...bir iki kuru laf...ve ertesi gün herşey unutulur..Gelin
bu yıl ki Engelliler Gününde EMPATİ yapalım ve birgünlüğüne kendimizi bir
engellinin yerine koyalım ve onları anlamak için çaba harcayalım..çünkü
bizlerin ve yakınlarımızın başına böyle üzücü şeyler gelmediği sürece
hiçbir şey yapmıyoruz...bu üzücü durumlar bize çok uzak gibi geliyor ve
Allah Korusun deyip geçiştiriyoruz...Ama unutmayın ki sağlıklı bile olsak
her an bizlerde birer engelli olabiliriz...Türkiye de 8.5 Milyon Engelli
vatandaşımızın olduğunu biliyor musunuz? Çok büyük bir rakam değil mi? Bu
kadar çok oldukları halde onları çok sık göremiyoruz çünkü çok büyük bir
çoğunluğu evlerinden çıkamıyor ve çıkmak istemiyor...Engelli olmaları
onların değil bizim suçumuz..Sadece para kazanmak için yapılan bozuk ve
plansız yollarda meydana gelen kazalar...Yeterli emniyet tedbirleri
olmayan pahalı ama içi boş arabalar...İş güvenliği tam olarak sağlanmayan
çalışma koşulları...Kısa sürede ehliyet alarak trafiğe salınan trafik
canavarları...Töre ve "oy uğruna" yapılan akraba evlilikleri...daha fazla
para için bilinçli olarak hormonla büyütülmüş besinler...bilinçsizce
geçirilen hamilelik dönemleri...hain terör örgütünün acı sonuçlarından
biri ; GAZİLİK...ve tüm bu üzücü sonuçları denetlemek ve en aza indirmek
elinde olan ama İHMAL eden devlet adamları...8.5 Milyon kişi çok büyük bir
rakam ve biz onlar için hiçbir şey yapmadık...40-50 tane tekerlekli
sandalye dağıtmak bu milyonlar içinde çok az bir sayı ve bunların dağıtımı
sırasında televizyondan izlerken bir şeyler yapıldığını sanıyoruz ama
engelli vatandaşlarımızın sayısı hızla artıyor...LÜTFEN 1(bir) gün de olsa
şunları yapmaya çalışın ya da düşününüz...Gözleri görmeyen bir kadında
makyaj yapmak istemez mi?onun da beğenilmeye hakkı yok mu?....Ayakları
olmayan bir adamın bir mağazanın ayakkabı reyonuna bakarken neler
düşündüğünü biliyor musunuz? Duyma engelli olan bir erkeğin sevdiği
kadının o güzel sesini duyamamasının ne olduğunu bilir misiniz? Tek
bacaklı bir kız çocuğunun OKS sınavı için tercih yapmadan önce okulları
gezerken "daha az basamaklı" okulları tercih listesine almak için
basamakları saydığını biliyor musunuz? Konuşma engelli olan çalışkan
yavrularımızın okullarda çok bildiği sorularda bile elini kaldırmadan
beklediğini ve cevap vermek zorunda kaldıklarında kolay söyleyebildikleri
harfleri kullanmak için nasıl büyük bir çaba harcadığını biliyor musunuz?
Güneydoğuda bacağını ya da kolunu bizler için veren GAZİLERİMİZİN büyük
çoğunluğunun eş,sevgili veya nişanlıları tarafından ilk 1 yıl içinde terk
edildiğini biliyor musunuz? Bir engelli ailesi olmanın ne olduğunu biliyor
musunuz? Engelli çocuğunuzun geleceği için endişe etmekten geceleri
uyuyamamanın ne olduğunu bilir misiniz? Bacakları olmayan ve yürüyemeyen
kız çocuğunun rüyalarında özgürce koşup oynarken nasıl mutlu olduğunu ve
gülümsediğini bilir misiniz? Aynı kız çocuğunun babasına şu soruyu
sorduğunda o babanın nasıl kahrolduğunu düşünebiliyor musunuz? : "baba biz
cennete gittiğimizde benim iki bacağım olacak değil mi?"..Bazı soruları
hiç sevdiklerinize sordunuz mu? Ve GERÇEKTEN asil bir cevap aldınız mı?
Örneğin sevdiğiniz biri ile evlendiniz...akşam çok güzel bir düğün
yaptınız..ve düğün dönüşü bir kaza sonucu gelin ya da damat iki bacağını
kaybetti ve hayatının sonuna kadar yatağa mahkum oldu..bu durumda hayatın
bazı güzelliklerinden mahrum olarak,büyük bir sadakat ile o yatağa mahkum
eşi için canını dişine takıp o durumda bile onunla hayatı paylaşmak
isteyecek ve ASLA pişman olmayacak kaç kişi tanıyorsunuz?( Böyle üzücü bir
durumda bile asla ayrılmayı düşünmeyen,aldatmayan ve hayatı paylaşmaktan
mutlu olmak demek= GERÇEK SEVGİ...)..isterseniz bu mesajı okuduktan sonra
sizinle hayatı paylaşan ya da paylaşmak isteyen sevdiklerinize bir sorun
bakalım...aldığınız "gerçekçi yanıtlar" sizin ne kadar şanslı olduğunuzun
ve sevildiğinizin bir işaretidir...Ama bu kadar şanslı olmayan ve hayata
küsen o kadar çok engelli insanımız var ki...Sevgiyi ve aşkı sütun gibi
bir bacakta ya da pürüzsüz bir ciltte arayan bir toplumda engelli olarak
hayatı paylaşacak birilerini aramak ne acı...neden bir görme engelli başka
bir görme engelli ile evlenmek zorunda..ya da neden böyle insanlarımızı
bir araya getirip evlendirmek isteriz? kalbin engelli olur mu? Gittikçe
BENCİLLEŞEN bir toplumda engelli olmak çok zor...Lütfen tüm bunları bir
günde olsa düşünelim...örneğin evde olduğunuz bir gün sabahtan akşama
kadar tüm işlerinizi gözünüzde siyah bir bantla yapın ve sabah
bağladığınız bantı hiç çıkarmadan geçirdiğiniz o bir günde görme engelli
olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlayın...ya da sabah bir kolunuzu bir
iple arkadan bağlayın ve tüm günü tek kolla geçirmeye çalışın...o
vatandaşlarımızı anlamak demek onlar için gerekeni yapacak bilince ulaşmak
demektir..ve bu ÇOK önemli...Neden 550 milletvekilimiz arasında çok az
sayıda engelli vatandaşımız var? Ülke yönetmek için kol ve bacak mı
gerekir? Kolları ve bacakları tam olanların yaptıkları rezillikler ortada!
Neden engelliler için kurulan derneklerde çoğunlukla engelli
vatandaşlarımız çalışır? Duyarlı olmak için bir organımızı kaybetmek mi
gerekir? Geçen gün dünya engelliler futbol turnuvası yapıldı ve bir çok
ülkeden bacakları olmayan koltuk değnekli insanlar MÜCADELE verdi..bu
karşılaşmaları izleyenler hayrete düştü...çünkü bu güzel insanlar o çok
övündüğümüz futbol takımımızda oynayan futbolcularımızdan! çok daha hızlı
koştular ve daha ataktılar (gerçektir...izleyenler görmüştür..)..ve asla
yılmadılar...sonuçta devletimiz bu yılmadan mücadele eden futbolcularımıza
5 milyar gibi bir rakam ödül verirken kulübede oturup sakız çiğneyenlere
100 milyarlarca lira verdi...Lütfen şunu hiç unutmayalım; ENGELLİ
VATANDAŞLARIMIZ normal ve sağlıklı olan bizlerden çok daha AZİMLİDİR..ve
onların hayata katılmaları için elimizden gelen küçük ya da büyük herşeyi
yapalım...Bu İNSAN olmamızın en BÜYÜK işaretidir...HİÇ BİRŞEY yapmak
istemeyenler; lütfen, en azından şunu yapın : ONLARA ACIYARAK
BAKMAYIN...Küçük kız o kadar şekerdir ki yüzüne bakmaya
doyamazsınız..doğuştan iki bacağı yoktur ve 4 yaşında olduğu için hala
içinde bulunduğu durumu anlayamaz...televizyonda gördüğü çocukların iki
bacağı olduğunu gördüğünde anne ve babasına hangi soruyu sorması
gerektiğini bile bilemez...Bayramlık hiç kırmızı ve parlak ayakkabısı
olmamıştır....ilk emekleyip adımlar attığını gören yoktur...ama o kadar
tatlı,güzel ve masumdur ki...Bir gün babası işe giderken güzel kızına
sorar : Kızım sana akşama gelirken ne getireyim? Babası 4 yaşındaki güzel
kızının şeker ya da bebek demesini beklerken o güzel kız çok masum ve
yürekten şunu ister:"Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin? Dini
kullanıp BİZLERİ bu durumlara sokan ve geleceğimiz için endişe içinde
bırakan AHLAK ÖZÜRLÜ sorumuluların YOK OLDUĞU bir TÜRKİYE de ENGELLİ
VATANDAŞLARIMIZIN daha iyi şartlarda yaşaması dileklerimle
Derleyen
Hakan Kılıç
(buseliğe Dokunuş)
(Engelli Platformu) .
__________________
Engellilerin her zaman yardıma muhtaç olduğunu, kendi ihtiyaçlarını
kendilerinin karşılayamadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onlar;
işitme, görme ve bedensel engelli; ama hepsi birer anne…Çocukları da
kendilerinin aksine sağlıklı. Hiç merak ettiniz mi bir engelli anne
bebeğini nasıl büyütür, hayata nasıl hazırlar? Onlar, engellerine rağmen
engelleri aşan anneler.
Geceleri uyuyamayan minik bebekler anne babalar arasında hep şikâyet
konusudur. Uykunun en tatlı yerini bölen bir bebek hıçkırığı özellikle de
annelerin kâbusudur aslında. Hele bir de her gece defalarca
tekrarlanıyorsa… Bebeklerin zamanlı zamansız ağlaması genelde ebeveynleri
rahatsız eder. Tabii ki geceleri bölünen her uyku, bir zaman sonra büyük
bir eziyete dönüştüğü için… Haklı olarak; ne var bunda diyebilirsiniz.
Peki, her gece onlarca kez de olsa bebek sesiyle uyanmanın büyük bir nimet
olduğunu düşündünüz mü hiç? Şimdiye kadar aklınıza gelmediyse işitme veya
görme engelli, felçli annelerin hikâyelerini okuyunca bunun şükredilmesi
gereken büyük bir nimet olduğunu anlayacaksınız. Hem de yüreğinizde
hissederek…
Şüphesiz annelik bütün dünyanın kabul ettiği sayılı ortak değerler
arasında. Kadının hayatını değiştiren, onu şefkat, merhamet ve fedakârlık
abidesi haline getiren bir haslet. Beşikten mezara kadar elinden tuttuğu
yavrusunun varlığını hiçbir mutluluğa, sevgiye, huzura değişmeyen bir anne
için hayat, bebeğini kucağına aldığı andan itibaren bir başka anlam
kazanır. Onunla yatar, onunla kalkar; onunla yer, onunla içer… "Annelik
zor zanaat" diye boşuna dememişler. Çünkü yaşananlar meşakkatli, zor bir
süreçtir…
Benim dünyam çok sessiz
Her kadın, fıtratının bir gereği olarak annelik duygusunu tatmayı,
yavrusunu kucağına alıp okşamayı ister. Aynı hülyalar engelli bayanlar
için de geçerlidir. Onlar da sağlıklı çocuklar dünyaya getirmeyi,
yavrularını sevgiyle büyütmeyi hayal eder. Zira bir ev çocuksuz olmuyor.
Gözler görmese de, kulaklar işitmese de, el ele çayırda çimende
koşturulmasa da her evli çift "anneciğim, babacığım" hitabını duymak
istiyor. Bir anne düşünün ki gözleri görmüyor. Bir başkası duymuyor ya da
tekerlekli sandalyesinde yavrusunun isteklerine cevap vermeye çalışıyor.
Hayatta "ben de varım" diyen bu insanlar da anne; ve çocuklarının geleceği
için onlar da pembe hayaller kuruyor... Hem de hayatın önlerine çıkardığı
bütün engellere inat…
Çoğu görme, işitme, bedensel engelli çiftin çocuğu, anne-babalarının
aksine sağlıklı dünyaya geliyor. Bu sonuç aileleri mutlu ederken birçok
sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin, işitme engelli annelerin en
büyük sorunu, bebeklerinin ağlamasını duyamamaları. Bu durum ilk etapta
zihinlerde duygusal çağrışımlar yapsa da aslında işitme engelli ebeveynler
için ciddi bir problem. Çünkü gece karnı acıkıp anne kokusunu özlediğinde
ağlayan bebek, çığlıklarına muhatap bulamıyor. Ya da yaramazlık yaparken
eli kapıya sıkışsa, başından aşağıya kaynar su dökülse yan odadaki
annesinin haberi olmuyor.
Hemen o kadar karamsar olmayın. Çocuklar her ailenin kendince bulduğu
çözümlerle büyüyor. Bu zorlu sınavda da birbirinden farklı hayat
hikâyeleri çıkıyor. Bir bakıma onlarınki "iç konuşması" bol bir yaşam
aslında.
Hamdiye Ayanoğlu () yedi yaşında geçirdiği menenjit hastalığından sonra
işitme duyusunu ve hafızasını kaybeder. Anne-babası işitme engellilerin
kullandığı işaret dilini bilmediği için zor günler geçirir. Ailesiyle
hiçbir zaman tam bir diyalog kuramaz. Kendi çabasıyla okuma-yazmayı, dudak
okumayı öğrenir. 15 yaşında işitme ve konuşma engelli devlet memuru Tuğran
Ayanoğlu ile hayatını birleştirir. Artık daha 'sesli' bir dünyanın kapısı
aralanır kendisine.
Ayanoğlu çifti, "Acaba çocuğumuz da engelli olur mu?" düşüncesine hiç
kapılmadan çocuk sahibi olmak ister. İlk çocukları bir erkektir. Muzaffer
adını verdikleri oğulları gayet sağlıklıdır da. Hayatları renklenmiştir;
ama kısa sürede bir gerçeği fark ederler. Minik Muzaffer'in ağlamalarını
duymuyorlardır. Kendilerince bir formül bulurlar. Muzaffer bebek sürekli
annesinin kollarında uyur. En ufak bir kıpırdama Hamdiye Hanım'a süt
vaktinin geldiğini gösteriyordur çünkü;
Fedakâr anne üç çocuğunu da büyütürken bir gece olsun derin ve aralıksız
uyumaz. Yardıma gelen anneanne, kızının az da olsa rahatça uyuyabilmesi
için kendi kolundan kızının koluna uzanan bir ip bağlar. Bebek ağladığında
anneanne uyanır, aradaki ip birkaç kez çekilir ve anne uyanıp bebeğe
bakar. Bir gün büyük oğlu Muzaffer, gündüz saatinde etraftaki komşuların
bile duyacağı kadar ağlar; ama Hamdiye Hanım çığlıklardan habersizdir.
İçindeki sesi dinleyerek aniden odaya gelir ve neredeyse ağlamaktan
morarıp nefesi kesilen bebeğini muhtemel bir ölümden kurtarır. Şimdi 31
yaşında olan küçük kızı Ebru da bir gün beşiğinden aşağı yüzüstü düşer,
nefessiz kalır. Ebru'yu ölümden bu kez de büyük kardeş Muzaffer kurtarır.
Hislerini işaret diliyle anlatmaya çalışan Hamdiye Hanım, yaşadıklarından
yola çıkarak engelli annelerin çocuk büyütürken engelsiz annelere göre
daha dikkatli olması gerektiğini söylüyor: "Yemek pişirirken, temizlik
yaparken her 15 dakikada bir çocuklara bakardım. İş yaparken değil, arada
gidip gelmekten yorulurdum. Eğer engelli olduğum için çocuklarıma zarar
gelseydi kendimi affetmezdim. Ne yapayım, benim dünyam çok sessiz."
Peki; engelsiz çocuklar anne-babalarının hayatına ne katıyor?
Çocuk küçük yaştan itibaren anne-babanın dış dünyayla kurduğu köprü
oluyor. Görmüyorsa gören gözü; işitmiyorsa duyan kulağı; bedensel
engelliyse sağlıklı bedeni oluyor. Engeliyle barışmış olan bireylerin
yaşam enerjisi yüksektir. Çocukları bu enerjiyi daha da artırıyor.
Engeller yüzünden yarım kalmış hayaller çocuklar üzerinden tamamlanıyor.
Bu da anne-babayı yaşama dair motive ediyor.
__________________
Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin?
Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin? Engelliler
Günü...(özürlüler değil...) Engelliler Gününde ne yapılır? Bir iki
toplantı...panel...bir iki kuru laf...ve ertesi gün herşey unutulur..Gelin
bu yıl ki Engelliler Gününde EMPATİ yapalım ve birgünlüğüne kendimizi bir
engellinin yerine koyalım ve onları anlamak için çaba harcayalım..çünkü
bizlerin ve yakınlarımızın başına böyle üzücü şeyler gelmediği sürece
hiçbir şey yapmıyoruz...bu üzücü durumlar bize çok uzak gibi geliyor ve
Allah Korusun deyip geçiştiriyoruz...Ama unutmayın ki sağlıklı bile olsak
her an bizlerde birer engelli olabiliriz...Türkiye de 8.5 Milyon Engelli
vatandaşımızın olduğunu biliyor musunuz? Çok büyük bir rakam değil mi? Bu
kadar çok oldukları halde onları çok sık göremiyoruz çünkü çok büyük bir
çoğunluğu evlerinden çıkamıyor ve çıkmak istemiyor...Engelli olmaları
onların değil bizim suçumuz..Sadece para kazanmak için yapılan bozuk ve
plansız yollarda meydana gelen kazalar...Yeterli emniyet tedbirleri
olmayan pahalı ama içi boş arabalar...İş güvenliği tam olarak sağlanmayan
çalışma koşulları...Kısa sürede ehliyet alarak trafiğe salınan trafik
canavarları...Töre ve "oy uğruna" yapılan akraba evlilikleri...daha fazla
para için bilinçli olarak hormonla büyütülmüş besinler...bilinçsizce
geçirilen hamilelik dönemleri...hain terör örgütünün acı sonuçlarından
biri ; GAZİLİK...ve tüm bu üzücü sonuçları denetlemek ve en aza indirmek
elinde olan ama İHMAL eden devlet adamları...8.5 Milyon kişi çok büyük bir
rakam ve biz onlar için hiçbir şey yapmadık...40-50 tane tekerlekli
sandalye dağıtmak bu milyonlar içinde çok az bir sayı ve bunların dağıtımı
sırasında televizyondan izlerken bir şeyler yapıldığını sanıyoruz ama
engelli vatandaşlarımızın sayısı hızla artıyor...LÜTFEN 1(bir) gün de olsa
şunları yapmaya çalışın ya da düşününüz...Gözleri görmeyen bir kadında
makyaj yapmak istemez mi?onun da beğenilmeye hakkı yok mu?....Ayakları
olmayan bir adamın bir mağazanın ayakkabı reyonuna bakarken neler
düşündüğünü biliyor musunuz? Duyma engelli olan bir erkeğin sevdiği
kadının o güzel sesini duyamamasının ne olduğunu bilir misiniz? Tek
bacaklı bir kız çocuğunun OKS sınavı için tercih yapmadan önce okulları
gezerken "daha az basamaklı" okulları tercih listesine almak için
basamakları saydığını biliyor musunuz? Konuşma engelli olan çalışkan
yavrularımızın okullarda çok bildiği sorularda bile elini kaldırmadan
beklediğini ve cevap vermek zorunda kaldıklarında kolay söyleyebildikleri
harfleri kullanmak için nasıl büyük bir çaba harcadığını biliyor musunuz?
Güneydoğuda bacağını ya da kolunu bizler için veren GAZİLERİMİZİN büyük
çoğunluğunun eş,sevgili veya nişanlıları tarafından ilk 1 yıl içinde terk
edildiğini biliyor musunuz? Bir engelli ailesi olmanın ne olduğunu biliyor
musunuz? Engelli çocuğunuzun geleceği için endişe etmekten geceleri
uyuyamamanın ne olduğunu bilir misiniz? Bacakları olmayan ve yürüyemeyen
kız çocuğunun rüyalarında özgürce koşup oynarken nasıl mutlu olduğunu ve
gülümsediğini bilir misiniz? Aynı kız çocuğunun babasına şu soruyu
sorduğunda o babanın nasıl kahrolduğunu düşünebiliyor musunuz? : "baba biz
cennete gittiğimizde benim iki bacağım olacak değil mi?"..Bazı soruları
hiç sevdiklerinize sordunuz mu? Ve GERÇEKTEN asil bir cevap aldınız mı?
Örneğin sevdiğiniz biri ile evlendiniz...akşam çok güzel bir düğün
yaptınız..ve düğün dönüşü bir kaza sonucu gelin ya da damat iki bacağını
kaybetti ve hayatının sonuna kadar yatağa mahkum oldu..bu durumda hayatın
bazı güzelliklerinden mahrum olarak,büyük bir sadakat ile o yatağa mahkum
eşi için canını dişine takıp o durumda bile onunla hayatı paylaşmak
isteyecek ve ASLA pişman olmayacak kaç kişi tanıyorsunuz?( Böyle üzücü bir
durumda bile asla ayrılmayı düşünmeyen,aldatmayan ve hayatı paylaşmaktan
mutlu olmak demek= GERÇEK SEVGİ...)..isterseniz bu mesajı okuduktan sonra
sizinle hayatı paylaşan ya da paylaşmak isteyen sevdiklerinize bir sorun
bakalım...aldığınız "gerçekçi yanıtlar" sizin ne kadar şanslı olduğunuzun
ve sevildiğinizin bir işaretidir...Ama bu kadar şanslı olmayan ve hayata
küsen o kadar çok engelli insanımız var ki...Sevgiyi ve aşkı sütun gibi
bir bacakta ya da pürüzsüz bir ciltte arayan bir toplumda engelli olarak
hayatı paylaşacak birilerini aramak ne acı...neden bir görme engelli başka
bir görme engelli ile evlenmek zorunda..ya da neden böyle insanlarımızı
bir araya getirip evlendirmek isteriz? kalbin engelli olur mu? Gittikçe
BENCİLLEŞEN bir toplumda engelli olmak çok zor...Lütfen tüm bunları bir
günde olsa düşünelim...örneğin evde olduğunuz bir gün sabahtan akşama
kadar tüm işlerinizi gözünüzde siyah bir bantla yapın ve sabah
bağladığınız bantı hiç çıkarmadan geçirdiğiniz o bir günde görme engelli
olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlayın...ya da sabah bir kolunuzu bir
iple arkadan bağlayın ve tüm günü tek kolla geçirmeye çalışın...o
vatandaşlarımızı anlamak demek onlar için gerekeni yapacak bilince ulaşmak
demektir..ve bu ÇOK önemli...Neden 550 milletvekilimiz arasında çok az
sayıda engelli vatandaşımız var? Ülke yönetmek için kol ve bacak mı
gerekir? Kolları ve bacakları tam olanların yaptıkları rezillikler ortada!
Neden engelliler için kurulan derneklerde çoğunlukla engelli
vatandaşlarımız çalışır? Duyarlı olmak için bir organımızı kaybetmek mi
gerekir? Geçen gün dünya engelliler futbol turnuvası yapıldı ve bir çok
ülkeden bacakları olmayan koltuk değnekli insanlar MÜCADELE verdi..bu
karşılaşmaları izleyenler hayrete düştü...çünkü bu güzel insanlar o çok
övündüğümüz futbol takımımızda oynayan futbolcularımızdan! çok daha hızlı
koştular ve daha ataktılar (gerçektir...izleyenler görmüştür..)..ve asla
yılmadılar...sonuçta devletimiz bu yılmadan mücadele eden futbolcularımıza
5 milyar gibi bir rakam ödül verirken kulübede oturup sakız çiğneyenlere
100 milyarlarca lira verdi...Lütfen şunu hiç unutmayalım; ENGELLİ
VATANDAŞLARIMIZ normal ve sağlıklı olan bizlerden çok daha AZİMLİDİR..ve
onların hayata katılmaları için elimizden gelen küçük ya da büyük herşeyi
yapalım...Bu İNSAN olmamızın en BÜYÜK işaretidir...HİÇ BİRŞEY yapmak
istemeyenler; lütfen, en azından şunu yapın : ONLARA ACIYARAK
BAKMAYIN...Küçük kız o kadar şekerdir ki yüzüne bakmaya
doyamazsınız..doğuştan iki bacağı yoktur ve 4 yaşında olduğu için hala
içinde bulunduğu durumu anlayamaz...televizyonda gördüğü çocukların iki
bacağı olduğunu gördüğünde anne ve babasına hangi soruyu sorması
gerektiğini bile bilemez...Bayramlık hiç kırmızı ve parlak ayakkabısı
olmamıştır....ilk emekleyip adımlar attığını gören yoktur...ama o kadar
tatlı,güzel ve masumdur ki...Bir gün babası işe giderken güzel kızına
sorar : Kızım sana akşama gelirken ne getireyim? Babası 4 yaşındaki güzel
kızının şeker ya da bebek demesini beklerken o güzel kız çok masum ve
yürekten şunu ister:"Baba akşama gelirken bacaklarımı getirir misin? Dini
kullanıp BİZLERİ bu durumlara sokan ve geleceğimiz için endişe içinde
bırakan AHLAK ÖZÜRLÜ sorumuluların YOK OLDUĞU bir TÜRKİYE de ENGELLİ
VATANDAŞLARIMIZIN daha iyi şartlarda yaşaması dileklerimle
Derleyen
Hakan Kılıç
(buseliğe Dokunuş)
(Engelli Platformu) .
__________________