Ertuğrul, Osman ve Orhan Gaziler

mihrimah

Well-known member
Bu seneki ABD gezimizde, geçen sene İstanbul'da tanıştığımız "Siyahi Sanat ve Edebiyat Akademisi" kurucusu ve başkanı tiyatro yönetmeni ve yapımcısı olan Curtis King ile görüşmeyi planlıyordum.
Sohbetimiz sırasında o bana "Muhteşem bir tarihiniz var!.." demişti. Bu münasebetle Curtis'in işyeri komşusu Ertuğrul Bey ile de tanışmak nasip oldu. Ertuğrul Bey'in erkek çocuklarının isimleri Osman Gazi ve Orhan Gazi idi. Merak edip hayat hikâyesini sordum.
Ertuğrul Bey'in babası Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayazıt'ın, Timur'un Sivas'ı işgal edip taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadığını haber aldığında üzgün şekilde dolaşırken kaval çalan bir çobanla karşılaşınca "Çal kavalını çoban çal. Çünkü senin ne Ertuğrul gibi oğlun öldü, ne de Sivas gibi kalen düştü!" dediğini bir kitaptan okuyunca etkilenmiş ve o zaman doğan oğluna Ertuğrul ismini vermiş.
Ertuğrul Bey iktisat fakültesini bitirmiş. Fakat babası "Keşke imkânım olsaydı da tarih fakültesinde okusaydım." dediği için, ikinci olarak bir de tarih bölümünü bitirmiştir. Eşi de tarih bölümü mezunudur.
Babasının bu tarih merakı onun dikkatini özümüze ve kökümüze çekmiştir. O da babası gibi çocuklarından büyüğüne Osman Gazi ve küçük olanına da Orhan Gazi ismini vermiştir. Evinin duvarlarında da bütün Osmanlı padişahlarının resimleri asılı. Ne gariptir ki, tablolar arasında bulunan ve Osmanlı sultanlarının soy ağacını gösteren tablo Çinliler tarfından dizayn edilmiş.
Elbette yabancı ülkelerde bilhassa Amerika gibi dışarıdan gelen yabancıları kendi bünyesinde şekillendiren ülkelerde yani o büyük kültürler mozaiği içerisinde kendi varlığımızı orijinal renginde korumamız için Ertuğrul Bey gibi davranmamız gerekiyor. Bizim "Ağaç kökü ile gürler" diye bir deyimimiz vardır. Özünden ve kökünden beslenmeyenlerin asimile olması kaçınılmazdır. Onun için çocuklarımıza koyacağımız isimler çok büyük önem kazanmaktadır. Hem de içinde yaşadığımız toplumlara faydalı olmamız, o mozaik içinde kendi kültürümüzün renkleri ile çiçek açmamızla mümkün olabilir.
"Çanakkale Mahşeri" isimli eserinde Mehmet Niyazi Özdemir Bey, bir Türkolog olan Fransız gazeteci Mösyö Valentin'in Osmanlı Devleti'nin o en sıkıntılı döneminde ülkemizde dolaştığı sırada, bir yerde üç çocukla karşılaştığını; babaları şehit olmuş bu fakir çocukların giyecek elbise bulamadıkları için çuvala benzer bir şeyleri üzerlerine geçirmiş olduklarını gördüğünü, tam o sırada babaannelerinin onları "Muzaffer!.. Gazanfer!... Mücahid!.." diye çağırdığını işitince, "Şu perişan vaziyetinde bile çocuklarına böyle isimler koyabilen bir milletin asla yıkılmayacağını anladım." dediğini yazıyor.
Evet çocuklarımıza konulan isimler ve duruma göre o isimlerin manaları çok önemlidir. İsimler, bir nevi müsemma (isim konulan) için dua hükmüne geçebilir.
Curtis King ile görüşmemizde Osmanlı atalarımızın 1850'de İrlanda'daki kıtlık sırasında Avrupa'dan hiç kimse yardım etmezken oraya hem para yardımı hem de gemilerle erzak yardımı yaptığını, daha önce Endülüs yakılıp yıkılırken oradan kaçıp kurtulmak isteyen Yahudilere kalyonlar gönderip ülkemize getirerek Edirne ve İzmir gibi şehirlerimize yerleştirdiğini, sömürgecilere karşı koruma için Afrika'ya asker gönderdiğini, hatta Kenya Mombassa'daki Emir Ali Bey'in yaptırdığı kalenin kalıntılarının bulunduğunu, Balkanlar'daki mazlum ve mağdur milletlere başta Bosnalılar olarak kol kanat gerdiğini anlatınca işte bu sözü, yani "Muhteşem bir tarihiniz varmış!" sözünü söylediğini hatırlayarak meseleyi isim koymanının önemine kadar getirmiş olduk.
Abdullah AYMAZ
 
Üst