GÖNÜLSIZIM
Well-known member
Bizim, yani nurcuların, özelliğimizin en büyüğü ve bilineni, cemaatle yaptığımız Risale-i nur sohbetleridir. Dost-düşman, muhalif-muvafık, herkes tarafından bilinir bu özelliğimiz. Bizi, biz yapan bu özelliğimiz, yani derslerimiz; değil Türkiye’de, dünyanın bir çok yerinde, hemen, hemen her gün devam ediyor.
Bu derslere gelenler tarafından tesbit edilen değişik ve şimdiye kadar görülmeyen manzaralar, herkesi mest ediyor. Yeni ve ilk defa gelenlerin şaşkın bakışları (kırk sene kadar önce biz de yaşadık bu halleri) ile, müdavimlerin mütebessim simaları, bu mekanların değişik bir yer olduğunun tercümanıdır zaten.
Bir çok defa arkadaşlarıma söylediğim sözlerden biri de şuydu: “Kardeşim!burası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Bu dershane, bu cemaat, bu mekan var ya, insana huzur veriyor.” Tabii bunu söylediğim zaman, ”ilim meclisleri cennet bahçesidir” manasındaki Hadis-i şerifi bilmiyordum. O hadisi de okuyunca artık sözlerimizi daha bir mesnedli söyler olduk.
Gerçekten de, bu fitne ve fesad asrında; nefis ve şeytan düşmanının, insanın, özellikle de müslümanın yakasını hiç bırakmadığı günümüzde, iyi olmayan yollardan ve hallerden kurtulup ta bu cemaate dahil olmak, bu derslere iştirak etmek büyük bir şeref ve nimettir. Yıllardır bizim dem ve damarlarımıza işleyen bu hallerle hallenen bütün arkadaşlarımız da bunu bilip, yaşıyorlar. Ondandır ki, birçok arkadaşımıza ben “ders kuşu” adını takmışımdır. Onlar, hani tabir caizse iki eli kanda da olsa bu ders ve sohbetleri aksatmazlar, istisnai bir hal olmadığı müddetçe de devamlı derstedirler. Onlar ders günlerinde evlerine pek kolay misafir kabul etmez, misafirliğe de gitmezler.
Yine çoğu zaman arkadaşlarımızla konuştuğumuzda ifade ettiğimiz gibi; Yani akşam eve yorgun gelmişsin, yemeği yedikten sonra, şöyle ayaklarını uzatıp, yanına da çerezini ve çayı koyup, keyifle TV seyretmek varken, sen onları bırak, kalkıp derse gel, bu kolay bir şey mi? Hele bir de kış mevsiminde; soğukta, karda, buzda derse gitmek babayiğit işidir.
Hani rahmetli Zübeyir ağabeyden naklen anlatılan bir şey vardır: normal bir insanın yataktan çıkamayacak kadar ağır hasta olduğu zamanlarda bile, umumi derslerin yapıldığı dershanenin kapısına kadar gelir, zili çalar, kapıyı açana, “selamunaleykum! Kardeşim, ben çok hastayım, derse geldim ama duramayacağım” deyip tekrar dönüp gidermiş. Bu müdhiş bir şey. Bunu hangi insan yapabilir ki? Ama yapılan şeye dikkat ediniz, derse ve sohbete verdiği ehemmiyeti de düşününüz. Basit bir şey değil bunlar.
Bir de üzüldüğümüz birşey var, o da şu: Ders müdavimi bazı kardeşlerimizin dünyevi işleri biraz çoğalınca, onunla meşgul olacağım diye dersi aksatmalarıdır. Buna çok üzüldüğümüzü bazen bu şekilde olan kardeşlerimize hatırlatıp, ”yahu kardeşim sen derslerin müdavimiydin niye böyle oldun? Hani (salebe’ye yazık oldu!) var ya öyle diyeceğim ama, dilim varmıyor” dedim.
Nefsin aldatmasıyla ve desisesiyle yapılan bir büyük yanlış ta, ders vakti yaklaştıkça, bin bir mania ve sebeb ortaya çıkar ya, işte onların da saikıyle “bugün derse gitmeyelim evde okuyalım” dır. Hani, Cuma namazını evde kılmak gibi bir şey. Sen başka vakitlerde evde oku, okumana devam et, ne güzel. Ama, adı üstünde umumi dersi evde yapma kardeşim! (başta kendi nefsimize)
Allah resulü; “Allah için tozlanan ayaklara cehennem haram olsun!” ve yine, "İnsanlar bir araya gelip Allah'ı zikrettikleri zaman, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar ve Allah onları kendisine yakın olan kişilerden kaydeder” buyuruyor. Kim bunları duya, duya derslere, Nur sohbetlerine koşa, koşa gelmez ki?
alıntı.....