Evlenmek mi, Aile Kurmak mı?

GuLSerbeti

Well-known member




711.gif



EN BÜYÜK SAVAŞLAR nerede oluyor? Irak’ta mı, Filistin’de mi? En büyük incinmeler nerede yaşanıyor? Atılan bir kurşunda mı? Yıkılan bir evin altında kalmakta mı?

En büyük mutluluklar nerede yaşanıyor? İnsanın cenneti neresi? Bir tatil diyarı mı? İşyerlerinde geçirilen zamanlar mı? Sessiz bir orman mı?

İnsanın cenneti ve cehennemi neresi?

Öyle bir yer var ki, insanın hem cenneti, hem cehennemi oluveriyor. En büyük mutlulukların sahnesi olabildiği gibi, bir anda en büyük savaşların meydanı da oluveriyor. Cennetten cehenneme, cehennemden de cennete anlık geçişler oluyor. Ânında cennet, ânında cehennem kurulabiliyor burada.

Burası, evlilik mekânı. Büyük mutlulukların da, büyük meydan savaşlarının da zemini.

Modern zamanlarda ise evlilikle ilgili pek de iyi haberler duyulmuyor. Kötü bir el cennete el atmış gibi sanki; duvarlarını kirletiyor, eşyalarını kırıyor, düzenini bozuyor.
Evlenen insanlar genelde mutsuz. Evlenir evlenmez aşklarının bittiğinden, kocaları ya da hanımları ile düş kırıklıkları yaşadıklarından şikayet ediyorlar. Aradıkları şeyleri bulamadıklarından yakınıyorlar. Evliliklerdeki çatışmalar, boşanma oranlarının gittikçe yükselmesi, insanlarda evliliğe karşı bir ürküntü uyandırıyor. İnsanlar evlenmekten korkuyorlar. Evliliğin insanı boğan, özgürlüğünü kısıtlayan taraflarından dem vuruluyor.

Evlenmekten korkan veya evlenmeye karşı olan insanlarla konuşunca görülüyor ki, onlar da mutsuz. Her ne kadar evlilik karşıtı olduklarını söyleseler de, hayatlarında hep birşeyin eksik olduğunu vurguluyorlar. Ama eksik olan bu şeyin ne olduğunun adını koymakta zorlanıyorlar. Mutlu olacaklarına inansalar, evliliğe karşı olmayacaklar belki de. Ama evlilikte mutlu olmanın garantisi yok.

Modern hayatta evliliğe karşı olan veya evlenmekten korkan öte yandan evli olmamaktan da huzursuz insanlar, bu sefer evlenmeden birlikte yaşamaya sığınıyorlar. Birlikte yaşamak birçok açıdan insana cazip geliyor. Kişiler aralarındaki ilişkide birbirlerine daha az sorumluluk hissediyorlar. Kendilerini evlilik bağı ile bağlamak istemiyorlar.

Bu sözümona özgürleştirici durum öte yandan insanın çok temel bir ihtiyacını karşılayamıyor. Birlikte yaşayan insanlar da mutsuz.

Peki o halde insanlar ne istiyorlar? Neyi arıyor ve neyi kuramıyorlar?




İNSAN NEDEN EVLENİR?


İnsan ilişkiler içinde yaşar. Bir ‘ses’e ihtiyaç duyar. Yaşadıklarının yankı bulacağı bir varlığı arar. “Hayat ne kadar güzel yaratılmış” diye içinden geçen bir cümlenin dahi başka bir varlıkta yankılanmasını arzu eder. Bu düşünce karşıdaki insana gitmeli, onun tarafından da yaşanmalı ve sonra tekrar ona dönmelidir. İnsan “Sanki bir duvara konuşuyorum”dan muzdarip olur. “Söylediklerimi anladı, önemsedi ve bana döndü”ye ihtiyacı vardır.

Böyle bir ilişki insanın hemcinsleri ile kurulabilir. Kurulmalıdır da. Hatta modern zamanların en önemli sorunlarından biri de insanın hemcinsleriyle böyle ilişkiler kurmaktan uzaklaşmasıdır.

Sevginin, şevkin, umudun, heyecanın paylaşılması ve yankı bulması kadar, gam ve kederlerin de karşılıklı önemsendiği, “Derdin derdimdir” anlayışı ile şekillenmiş bir ilişki, insana bu dünyada güven verir ve bu güvene hepimiz ihtiyaç duyarız. İşte insan bu yüzden nikâhlanır-evlenir ya da nikâhlanabilmeli-evlenebilmelidir.

O halde evlenebilmek iki insanın birlikte yaşaması ya da birarada bulunması demek değildir. Evlenebilmek bir ilişki biçimi inşa etmektir. İlişki kurabilmek bir sanattır. Her iki insanın da, evlilik öncesinde yıllar boyu şekillendirdiği belli ilişki biçimleri vardır. Her ikisinin de belleğine kendine özgü davranış kalıpları yerleşmiştir. Sorun her iki tarafın da artık emek sarfederek yeni bir ilişki inşa etme çabasına girip girmemesindedir. Evliliklerde unutulan nokta budur. Nikâhtan sonra birlikte yaşamaya başlamakla herşey aslında yeniden başlamaktadır. Evliliğin hem en zor, hem en tatlı tarafı da budur.

Ünlü sosyolog Bauman’ın bize ustaca gösterdiği gibi, çeşitli birliktelilik biçimleri vardır. Örneğin, işlek bir caddeyi ya da alışveriş merkezini düşünün. Burada insanlar birlikte vardır. Ancak caddedeki yaya hiç kimseyle karşılaşmadan, hiç kimsenin gözüne ilişmeden bir yerden öbür yana gidebilir. Caddede insanlar birbirlerinin yanındadır. Yanyanadırlar. Fakat birbirleriyle birlikte değillerdir.

Ya da bir istasyon birlikteliğini düşünün. Burada birazdan ayrılacaklarını, herkesin kendi yoluna gideceğini ve ondan sonra da asla buluşamayacaklarını bilen yabancılar biraraya gelirler. Ama bunlar, ayrılmadan önce burada ve şimdi içinde bulundukları mekânı paylaşmak zorunda olduklarını bilen yabancılardır. Burada da insanlar hâlâ birbirlerinin yanındadır, ama birlikte değillerdir.

Bir başka birliktelik biçimi ise, bir işyerindeki, meselâ bir fabrikadaki ölçülü ve tavında birlikteliktir. Bu, diğerlerinden farklı olarak, kasıtlı bir birlikteliktir. İnsanları biraraya getiren amaçlar, bunların birlikte olma amaçlarıyla aynı olmayabilir. Bu tip yerlerde kısa ve keskin karşılaşmalar vardır. Ofis ve işyerleri de kısa birliktelik için ustaca tasarımlanır.

Bugün mutsuzluk ve sıkıntı hissedilen evliliklerde evler, işte Bauman’ın dikkat çektiği caddeler, istasyonlar, işyerleri kadar soğuklaşmıştır. Çünkü ilişkiler birbirlerinin sadece fiziksel olarak yanında olma halinde yaşanabilmektedir. Aynı evde yaşayan insanlar evlerine girer girmez kapılarını kapatırlar. Sonra herkes yine kendi odasına girip yine kapılarını kapatır. Aynı odada oturuyor olsalar bile, duygu kapıları birbirine kapalıdır.

Aile haline gelememiş evliliklerde, evler kişilerin yanyana ama ayrı ayrı yaşadıkları çok amaçlı bir eğlence merkezi veya otel haline dönüşmüştür. Buralarda sorun ‘yanında olma’ ya da ‘yan yana olma’ halinin varlığı, ancak ‘ile olma’ ya da ‘için olma’ halinin yokluğudur.

Yanında olma’ halinde, iki insan birbirinin iç dünyasında neler olup bittiğinden habersizdir. Birbirine açılmamıştır. Açılma ihtiyacı da duymamaktadır. Hatta, açılmaktan özellikle kaçınmaktadır.

‘İle olma’ şeklindeki birliktelikte, iki insan arasında bir açılım meydana gelir. Bu, evlenebilmeye uzanan süreçte en temel geçiş noktasıdır. İki insanın birbirine içsel dünyasını açmasıyla birlikte iki ayrı dünya arasında çok özel bir köprü kurulur. Artık karşıdaki insan için kayıtsız kalamazsınız. Her iki insan arasında mevcut olan ‘kişiler arası mesafe’ olabildiğince kapanır. Sanki gizli bir el bu iki insanı birbirine bağlar. Birbirine açılma ile iki kişilik bir evren kurulur. İki kişi, sahip oldukları duygu ve düşünceleri yekdiğerine aktarır. İki insan tanışmaya başlar.

‘İçin olma’ halinde ise, artık iki insan arasındaki ilişki biçiminin dinamiği şefkat üzerinden yürümeye başlar. Kişi ötekiyle koşulsuz, karşılıksız olarak ilgilenir. İlgilenme ve özen gösterme, temel bir unsurdur. Kişi, ötekini dert edinir. Onun varlığını önemser. Onun için sorumluluk duyar.

‘İçin olma’ halinin daha üst düzey bir hali, her iki kişinin beraberce Yaratıcı için yaşamasıdır. Bu, evlenebilme halinin en üstün düzeyidir. ‘O’nun için birlikte yaşayabilmek üzere birbirinin varlığını önemseyerek yaşama’ biçimini kazanan iki kişi artık birbiri ‘için’ vardır, ama bu varoluş halleri ‘O’nun için birlikte varolmak’ içindir. İlişkilerinin temel dinamiği birbirine karşı fedakârlık, birbiri için feragat düzeyine ulaşmış iki ayrı dünya, kendi bireyselliğini yitirmeden, içiçe geçmiştir. İki insan arasındaki mesafe olabildiğince azalmıştır.

Her iki kişi de varoluşlarını borçlu oldukları Mutlak Varlığa karşı kendilerini sorumlu hissederler. Hayatlarını O’na göre tasarımlarlar. Her biri hem kendisinin hem de ötekinin ‘O’nun için yaşaması için’ birbirlerine sorumluluk hisseder. ‘O’nun için yaşaması için,’ ötekine özen gösterir. Mutlak Varlık adına, ötekinin varoluşuna ilgi duyar. O’nun adına onu önemser, şefkat eder ve merhamet gösterir. Ötekinin varlığını boşveremez artık. Yaratıcı ise onları hiç boşvermez. Yaratıcının özel ilgisine, merhametine ve şefkatine mazhar olurlar.

Böylesi bir ilişki inşa ederek evlenebilmenin zor olduğunun farkındayım. Ama bunu denemek ya da arzu etmek bile Yaratıcıyı hoşnut etmeyecek midir?





05/02/2004
© 2008 karakalem.net, Mustafa Ulusoy





"Yakınlık" adlı Kitabından...
 

elfaz

Well-known member
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp "Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvâya girer.


Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.


İşte elzem olan yegane şuur....
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İnsan neden evlenmelidir?

23/01/2009 / M.Fethullah GÜLEN

Evliliğe teşebbüs edecek kimsenin düşüneceği ilk husus, kendi duygu ve düşüncesine uygun bir eş araştırmaktır. Şimdilerde pek çok genç bu hayâtî işi sırf hisleriyle değerlendirmekte ve sokakta, çarşıda, pazarda tanıştığı biriyle hemen yuva kurmaya çalışmaktadır.
"Nedir, ne değildir, evlenme ve yuva kurma mantığı nasıldır?.." gibi mülâhazalar göz ardı edilerek gerçekleştirilen izdivaçların bir felâket getireceği açıktır. Oysaki kendileri dışında konuya daha farklı bir gözle bakan, daha başka hesap ve kıstaslarla değerlendiren kimselerin reylerine, görüşlerine müracaat edilebilirdi ve yararlı da olurdu.
Bazen böyle hissî bir mülâhaza ile gerçekleştirilen bir evlilik, cennet köşesi telâkki edilen yuvayı bir cehennem çukuruna çevirebilir. Bildiğimiz, tanıdığımız nice insan vardır ki bunların dinî salâbeti, aşkı, heyecanı bizce müsellemdir ama, bu mevzudaki münasebetsizlikten ya da bir hesapsızlıktan bütün hâne halkı derin bir bunalım içindedirler ve âdeta kaos yaşamaktadırlar.
Böyle bir ailede, çekişme ve sürtüşmelerin ardı arkası kesilmez. Erkek dinini yaşamak ister, kadın rahatsız olur. Bunun aksi de her zaman söz konusudur. Dolayısıyla da böyle bir ailede kadın ve erkek hiçbir zaman vahdet teşkil edemezler, yuvayı paylaşamazlar, aksine hep farklı kutuplar gibi yaşarlar.
Bu çarpışma ve boğuşmada çocuklar bazen bir tarafa bağlanır, bazen de bu iki cephe arasında hissiz, duygusuz; cemiyete ve aileye düşman hâle gelirler. Binaenaleyh, erkek veya kadın izdivaca adım atarken, bu konuyu çok iyi düşünmeli, gerekirse tecrübe sahipleriyle istişare etmeli ve tercih sebeplerini çok iyi belirlemelidirler.
Eş seçiminde dinî hassasiyet, en önemli tercih sebebidir. Çünkü aile hayatı, sadece dünyaya ait bir hayat değildir; o evlâtlarla, torunlarla devam eden ve ahirette de sürecek olan bir hayattır. Bu itibarla, müstakbel eşin dinî düşüncesine, ameline, özellikle de akîdesine mutlaka dikkat edilmelidir. Bu tespitlerimiz elbette ki dindarlar ve dinin kanunlarını, kıstaslarını kabul edenler içindir. Şunu bir kere daha belirtmeliyim ki, izdivaç, dünyevî-uhrevî mutluluğun çok önemli bir dayanağıdır; böyle ciddî bir konuda yanlış yapan her iki dünyasını da karartmış olur.
İyi evlat yetiştirme evliliğin en önemli gayelerindendir
Anne ve baba, iyi evlât yetiştirme konusunda mutlaka mutabakat sağlamalıdırlar. Çocuk yetiştirme kabiliyet ve istidatı olmayan, olsa da sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar anne ve babaları olsa da yetimdirler.
Allah'ın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu tabiatının bir derinliği haline getirdiği anne, ruhundaki bu potansiyeli mutlaka onları hakikî insanlığa yükseltme istikametinde kullanmalıdır. Zaten o fıtratı itibarıyla bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir. Onun en önemli vazifesi çocuğunu yetiştirme olmalıdır. 'Allah, anne ile çocuğunun arasını ayıranı kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.' hadisi de annenin çocuk terbiyesindeki müstesna rolünü gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Anne, donanımının gereğini yerine getirirken baba da hilkat ve konumunun icabı daima temkinli, dirayetli, kiyasetli ve dikkatli olması gerekmektedir. O siyasetle, memuriyetle, ticaretle, ziraatle vb. işlerle meşgul olur ve biraz da tabiatının gereği ailedeki ayrı bir boşluğu doldurur. Evet o, gücü, mukavemeti ve farklı yapısıyla ayrı işlere namzettir. Zaten kadimden beri o hep hususî bir sorumluluğun insanı olagelmiştir. Ormandan ağaç kesmeden alın da, saban sürmeye; arpa, buğday ekip biçmeden inşaatlardaki ya da fabrikalardaki bütün ağır işlere kadar her şey ona bağlı devam ede gelmiştir. Böyle ağır işlere, bedeniyle, iradesiyle mukavemet edebilecek erkek bence yerini korumalı, kadın işleriyle kadınlaşmamalı ve kadını da takatini aşkın ağır işlerle uğraştırmamalıdır.
Ayrıca erkek, bir mukavemet âbidesidir ama, bir şefkat kahramanı değildir. Şefkat, annenin en önemli derinliğidir; o, dokuz ay karnında gezdirir çocuğunu. Dünyaya getirir yüz zahmetiyle, bakar büyütür bin meşakkatiyle. Gece inlediği zaman hemen kalkıp imdadına koşar.. ağladığında da bağrına basar. Tabiatından kaynaklanan bir iştiyak ve insiyakla onu yaşatmak için yaşar. İşte bir tarafta kadın diğer tarafta da erkek, teşkil ettikleri aile vahdetiyle cennet saraylarını hatırlatan öyle bir yuva kurarlar ki bu yuvanın çehresinde öteleri temâşâ edebilirler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, anne-baba, hisli, şuurlu, vatanına milletine, dinine sımsıkı bağlı bir neslin yetişmesi için gerekli olan her şeyi yapmalıdır.

ÖZETLE
1-)Evliliğe teşebbüs edecek kimsenin düşüneceği ilk husus, kendi duygu ve düşüncesine uygun bir eş araştırmaktır. Şimdilerde pek çok genç bu hayâtî işi sırf hisleriyle değerlendirmektedir.
2-)Eş seçiminde dinî hassasiyet, en önemli tercih sebebidir. Çünkü aile hayatı, sadece dünyaya ait bir hayat değildir; o evlâtlarla, torunlarla devam eden ve ahirette de sürecek olan bir hayattır.
3-)Çocuk yetiştirme hususunda sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar anne ve babaları olsa da yetimdirler
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Evliliğin en güzel tariflerinden birini de, Başkasının Günahına Ağlayan Adam yapmıştır:
KALBİNE MUKABİL BİR KALP BULMAK…
Kalbine karşılık bir kalp bulmak; manevi frekansları bütünüyle tutan,gönül iletişimini tam kurabilen bir insanı bulmak demektir.
Evliliğin mutluluğa dönüşmesi için, kalplerin uyuşması,anlaşması,kaynaşması gerekir.
Kalpsiz mutluluk olmaz.
Kalp kalbe karşı olmalı…
Kalp kalbe kalbolmalı…
Kalpler bir olmalı,iri olmalı,diri olmalı…
Ölmüş kalpler taşıyan kalıplar,mutlu olabilir mi?
Evet ,mesele kalıp değil,kalp meselesidir.
Kalıbına göre kalıp arayanlar; eş arayışını,bedene,kaşa,göze bağlayanlar,mutluluğu yanlış adreste arayanlardır.
Bulmak için,önce böyle birini aramak gerek…Gerçi her arayan bulamaz ama,bulanlar hep arayanlardır.Aramadan bulmak mümkün mü?
Bir de arıyormuş gibi yapanlar vardır.Bunlar,her ne kadar evliliğin bir gönül işi ve manevi frekansların uyumu manasına geldiğini kabul etseler de,seçimlerini,hep maddeden,görüntüden yana yaparlar.Yani inandıkları ve düşündükleri gibi davranmazlar.
Bulamayacağı yerde arayanlar da bunlardan sayılmalıdır.Hani Nasreddin Hoca gibi…Evin bodrumunda,kömürlükte kaybettiği yüksüğünü,dışarıda,evin önünde arıyormuş…Sebebini sormuşlar…”Aşağısı çok karanlık” demiş…
Bazı gençler de kalbine karşılık kalbi böyle arıyorlar.Kalp,duygular,sevgi,
şefkat,merhamet tamam ama,görüntü,en boy,kaş göz diyorlar…Hatta oralara takılıp kalıyorlar.Gönle değil,gövdeye itibar ediyorlar. Hatta bu insan sana göre değil,diyenlere de “Ben onu değiştiririm” derler.Ya da , “O gördüğünüz gibi değil,aslında çok iyi biri” iddiasında bulunurlar.
Sonra da,iletişimimiz neden kötüleşti,niçin kavga çıktı,geçimsizlik nereden geldi diye şaşırıyorlar.
Atalarımız, İKİ GÖNÜL BİR OLURSA, SAMANLIK SEYRAN OLUR demişler.Ne güzel söylemişler.İki gönül bir olmazsa,yani kalbine karşılık bir kalp yoksa,saraylar zindan olur ve tabii ki eşler hayal kırıklığına uğrarlar.Zaten,sadece iki gövdenin bir olması insani bir hal de değildir.
Evliliği maddileştirenler,yalnız ten ve beden isteklerinin tatmini manasına alanlar, çok ayaklılarla aralarındaki farkı ortadan kaldıranlardır.
Bir insanın evlilik anlayışı ve bu husustaki beklentileri onun seviyesini ortaya koyar.
Evlenmeyi düşünen gençlerimiz,kalplerine karşılık bir kalp mi arıyorlar,yoksa,kalıplarına karşılık bir kalıp mı arıyorlar?
İnsan,aradığını bulur.
Kalıp arayan kalp bulabilir mi?
Bulsa bile ,bulduğunun ne olduğunu idrak edebilir mi?
Evlenecek gençler,önce niyetlerini düzeltmelidir.Kalbe karşı kalp mi arıyorlar,kalıba karşı kalıp mı?
Madde arayanın ruh bulması,gövde arayanın gönül bulması mümkün müdür?
Doğru ölçülerle arayışa geçtikten sonra da, “Rabbim, karşıma iyi olanı ;
sevebileni,merhamet edebileni çıkar” diye ciddi ve samimi dualarda bulunmalıdır.
……………………………………….
Bazen,evlenmek üzere olan kızlarımıza , oğullarımıza soruyorum:
“-Nasıl,evliliğe hazır mısın?”
Bir çoğunun cevabı,aşağı yukarı hep şöyle oluyor:
“-Hocam,hazırlıklar tamam…Ev tuttuk,döşedik,beyaz eşya filan her şey tamam…”
Sizce bu cevapta tamam olmayan bir taraf yok mu?
Bana göre,en önemli bir taraf eksik kalmış oluyor.Bu sebeple o gençlere şu soruyu sormaktan kendimi alamam:
“-Peki gönlünüz hazır mı evliliğe?”
Sorum,bir çok genci şaşırtır,durup düşünürler,genellikle de bir soruyla karşılık verirler:
“-O nasıl oluyor?”
İşte onun nasıl olduğunu bilmeyenler,Üsküdar vapurunda tanışıp evleniyor,üç gün sonra da,Kadıköy vapurunda da boşanıveriyorlar.
Evliliği, böylesine gönül dışı bir gövde işi zannedenler,Nasreddin Hoca’mızdan almışlar cevabı…
”-Bu sizinki “ demiş, “Evlilik değildir.
“-Peki evlilik değilse nedir bu yaptığımız?” diye sormuşlar.
” -Gündüz çifte hırlama,gece çifte horlamadır…”demiş.
…………………………………
Evlilik,sağlam bir iletişim temeline oturmalı…Bu olmazsa olmaz mutluluk kuralını da tersinden ve hoş bir nükte ile anlatır Hocamız.Eşiyle sağlıklı bir iletişim kuramayanları bakın nasıl uyarır:
“-Evliliğiniz nasıl geçiyor?” demişler.
Hocamız da anlatmış:
“-Evliliğimizin ilk senesi çok güzel geçti…Ben söyledim,hanım dinledi,ben söyledim hanım dinledi…İkinci sene, bizim hanım işi anladı…O söylemeye başladı…O söyledi ben dinledim,o söyledi ben dinledim…”
“-Peki hocam, sonra nasıl oldu” diyenlere de, “Hiç sormayın” demiş, “Sonraki yıllarda da,ikimiz birlikte söyledik, komşular dinledi…”
Şimdi eşlerin birlikte söylediklerini,sadece komşuları değil,bütün dünya dinliyor.Aile mahremiyeti içinde kalması gereken her şey,ekran pazarlarına dökülüyor.Sadece kirli çamaşırlar değil;edepsizlikler,iffetsizlikler,kısacası ahlaksızlığın her çeşidi,basın yoluyla toplumun tepesine yağdırılıyor.
İyi ki adına evlilik demiyorlar.Seviyesiz birliktelikler,evlilik olamaz çünkü…
…………………………………..
Evliliği,Allah’ın emri,Peygamber Efendimiz’in (s.a.) sünneti bilenler,örnek aileler kurmak mecburiyetindedirler.Zira,başkalarını da saadetlerine imrendiren sağlam ve tutarlı aile yapısı,günümüz dünyasının en çok hasretini çektiği bir güzelliktir.
İnsanlık alemi,kaybettiği aile hayatını çamla çırayla,yana yakıla aramaktadır.
Aile,dünyevileşmenin getirdiği benlik,bencillik ve maddecilik yüzünden yıkılmaktadır.Bu sebeple,aileyi yeniden diriltmenin yolu,maneviyattan,imandan geçmektedir.Sağlam bir Allah ve ahiret inancı olmaksızın,sağlam bir aile kurmak imkansızdır.
Aile,daha çok almayı düşünenlerin değil;paylaşmayı,bölüşmeyi,fedakarlığı bilenlerin kurabileceği kutsal bir müessesedir.Ailede mutluluk,almayı hayaline bile getirmeden verebilenlerle sağlanır.Aile mutluluğunun kahramanları,almayı hiç düşünmezler… Ancak verdikleri döner onlara,katlana,çoğala…Bir verip bin alırlar.
Böyle bir mutluluk,ancak iki gönlün bir olmasından doğar.
Çocuklarımız ,gençlerimiz gönül ehli mi?
Daha doğrusu gönülden haberdar mı?
Gönülsüz mutluluk olmaz…Ne tek başımıza,ne de evlilik hayatımızda…
Zira aile,iki gönlün tekleşmesiyle kurulur.


Vehbi Vakkasoğlu
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İdeal nesil için ideal yuva gerek
download

23/01/2009 / M. Fethullah GÜLEN

Çocuk, sopadan, tehditten, azaptan değil, eğer bir şeyden korkacaksa, ebeveyninin şefkatini kaybedeceğinden korkmalıdır. Babasının yüzünü ekşitmesi, annesinin sımsıcak yüzünün buğulandığını müşahede etmesi veya sezmesi onu dengeye getirecek en büyük bir müeyyide gibi algılanabiliyorsa, yeter ve artar zannediyorum.
Ancak çocuğun size güvenmesi, acılarını, elemlerini paylaştığınıza inanması çok ehemmiyetlidir. Öyle ise, o ağladığı zaman yapabiliyorsanız oturup içten ağlayınız, hiç olmazsa üzüntüsünü paylaşınız. Ölüp giden bazı insanlar için semanın size ağladığı, arşın titrediği gibi çocuklar müteessir oldukları zaman siz de teessür izhar edip, onların üzüntülerini paylaşınız. Böylece onların nazarında daha bir ulvîleşirsiniz ve söylediğiniz, anlattığınız sözler onlarda tesir icra eder ve onların gönüllerine öyle bir girersiniz ki, artık hiçbir güç oradan sizi söküp atamaz. Daha sonra söyleyeceğiniz her söz de onların, gönüllerinde hep makes bulur.
Evin içinde, otorite boşluğunun yaşanmaması da çok hayâtîdir. Hânede ahengi sağlayacak bir otorite olmazsa, yuva idârî keşmekeşlikten, çocuklar da ikilemden kurtulamazlar.
Erkek, evin içinde, belli hususlar itibarıyla düzenin ve genel ahengin sorumlusudur. Hatta denilebilir ki o, pek çok konuda birinci derecede mes'uldür. Aslında, çocukların da böyle bir sorumlu insana ihtiyaçları vardır. Evin içerisinde sorumluluk bilincini açıkça gören çocuk, hayatı itibarıyla dağınıklık ve sorumsuzluğa düşmeyecektir. Aksine bir evde iki sorumsuzun bulunması ve iki yerden ayrı ayrı yönlendirme ve tavsiyelerin gelmesi, çocuğun efkârını allak bullak edecektir.
Ayrıca, çocuk ebeveynin birinden korktuğu zaman diğerine sığınabilmeli ve bu sığınacağı yer de anne kucağı olmalıdır. Böyle bir paylaşımda çocuk babada mehâfet ve mehâbeti ya da şefkat ve merhameti, annede de aksini bulacak, yerinde ürperecek, yerinde ümitlenecek; ama kat'iyen yalnızlık hissetmeyecektir. Aksine evde aile hayatı, böyle bir birliğe bağlanamamışsa çelişkiler sürüp gidecek ve kadının kendine göre bir baş, erkeğin de kendine göre bir baş olduğu böyle bir yuvada çocuklar hissiz, duygusuz, haşin ve yörüngesiz yetişeceklerdir.
Kanaatimiz odur ki, ideal nesiller için her şeyden evvel ideal bir yuvaya ihtiyaç vardır. Evet, her şeyden evvel yuva, Allah'a bağlanmalıdır. Ebeveyn veya onlardan biri Allah'ın halifesi olarak bu işi ele alınca, O'na bağlılık sayesinde aile fertleri o kadar aziz, onurlu ve meselelere hâkim olacaklardır ki, dahası olamaz ve böyle bir yuvada problem de söz konusu değildir
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.
 

GuLSerbeti

Well-known member
Kiymetli paylasimlariniz icin Tesekkur ederiz Ayse abla... Allah razi olsun...
Allah suur ve hikmetli davranistan ayirmasin cumleyi... amin... Allah'a emanet olun...
 

Livza

Well-known member
Eş seçiminde dinî hassasiyet, en önemli tercih sebebidir. Çünkü aile hayatı, sadece dünyaya ait bir hayat değildir; o evlâtlarla, torunlarla devam eden ve ahirette de sürecek olan bir hayattır. Bu itibarla, müstakbel eşin dinî düşüncesine, ameline, özellikle de akîdesine mutlaka dikkat edilmelidir.

ALLAH RAZI OLSUN ...çok güzel paylaşımlar
 

ReþHa2

Well-known member




‘İçin olma’ halinin daha üst düzey bir hali, her iki kişinin beraberce Yaratıcı için yaşamasıdır. Bu, evlenebilme halinin en üstün düzeyidir. ‘O’nun için birlikte yaşayabilmek üzere birbirinin varlığını önemseyerek yaşama’ biçimini kazanan iki kişi artık birbiri ‘için’ vardır, ama bu varoluş halleri ‘O’nun için birlikte varolmak’ içindir. İlişkilerinin temel dinamiği birbirine karşı fedakârlık, birbiri için feragat düzeyine ulaşmış iki ayrı dünya, kendi bireyselliğini yitirmeden, içiçe geçmiştir. İki insan arasındaki mesafe olabildiğince azalmıştır.

Her iki kişi de varoluşlarını borçlu oldukları Mutlak Varlığa karşı kendilerini sorumlu hissederler. Hayatlarını O’na göre tasarımlarlar. Her biri hem kendisinin hem de ötekinin ‘O’nun için yaşaması için’ birbirlerine sorumluluk hisseder. ‘O’nun için yaşaması için,’ ötekine özen gösterir. Mutlak Varlık adına, ötekinin varoluşuna ilgi duyar. O’nun adına onu önemser, şefkat eder ve merhamet gösterir. Ötekinin varlığını boşveremez artık. Yaratıcı ise onları hiç boşvermez. Yaratıcının özel ilgisine, merhametine ve şefkatine mazhar olurlar.

Böylesi bir ilişki inşa ederek evlenebilmenin zor olduğunun farkındayım. Ama bunu denemek ya da arzu etmek bile Yaratıcıyı hoşnut etmeyecek midir?



Evliliğin temelinde bu olmalı .
Teşekkürler...
 
Üst