GuLSerbeti
Well-known member
EN BÜYÜK SAVAŞLAR nerede oluyor? Irak’ta mı, Filistin’de mi? En büyük incinmeler nerede yaşanıyor? Atılan bir kurşunda mı? Yıkılan bir evin altında kalmakta mı?
En büyük mutluluklar nerede yaşanıyor? İnsanın cenneti neresi? Bir tatil diyarı mı? İşyerlerinde geçirilen zamanlar mı? Sessiz bir orman mı?
İnsanın cenneti ve cehennemi neresi?
Öyle bir yer var ki, insanın hem cenneti, hem cehennemi oluveriyor. En büyük mutlulukların sahnesi olabildiği gibi, bir anda en büyük savaşların meydanı da oluveriyor. Cennetten cehenneme, cehennemden de cennete anlık geçişler oluyor. Ânında cennet, ânında cehennem kurulabiliyor burada.
Burası, evlilik mekânı. Büyük mutlulukların da, büyük meydan savaşlarının da zemini.
Modern zamanlarda ise evlilikle ilgili pek de iyi haberler duyulmuyor. Kötü bir el cennete el atmış gibi sanki; duvarlarını kirletiyor, eşyalarını kırıyor, düzenini bozuyor.
Evlenen insanlar genelde mutsuz. Evlenir evlenmez aşklarının bittiğinden, kocaları ya da hanımları ile düş kırıklıkları yaşadıklarından şikayet ediyorlar. Aradıkları şeyleri bulamadıklarından yakınıyorlar. Evliliklerdeki çatışmalar, boşanma oranlarının gittikçe yükselmesi, insanlarda evliliğe karşı bir ürküntü uyandırıyor. İnsanlar evlenmekten korkuyorlar. Evliliğin insanı boğan, özgürlüğünü kısıtlayan taraflarından dem vuruluyor.
Evlenmekten korkan veya evlenmeye karşı olan insanlarla konuşunca görülüyor ki, onlar da mutsuz. Her ne kadar evlilik karşıtı olduklarını söyleseler de, hayatlarında hep birşeyin eksik olduğunu vurguluyorlar. Ama eksik olan bu şeyin ne olduğunun adını koymakta zorlanıyorlar. Mutlu olacaklarına inansalar, evliliğe karşı olmayacaklar belki de. Ama evlilikte mutlu olmanın garantisi yok.
Modern hayatta evliliğe karşı olan veya evlenmekten korkan öte yandan evli olmamaktan da huzursuz insanlar, bu sefer evlenmeden birlikte yaşamaya sığınıyorlar. Birlikte yaşamak birçok açıdan insana cazip geliyor. Kişiler aralarındaki ilişkide birbirlerine daha az sorumluluk hissediyorlar. Kendilerini evlilik bağı ile bağlamak istemiyorlar.
Bu sözümona özgürleştirici durum öte yandan insanın çok temel bir ihtiyacını karşılayamıyor. Birlikte yaşayan insanlar da mutsuz.
Peki o halde insanlar ne istiyorlar? Neyi arıyor ve neyi kuramıyorlar?
İNSAN NEDEN EVLENİR?
İnsan ilişkiler içinde yaşar. Bir ‘ses’e ihtiyaç duyar. Yaşadıklarının yankı bulacağı bir varlığı arar. “Hayat ne kadar güzel yaratılmış” diye içinden geçen bir cümlenin dahi başka bir varlıkta yankılanmasını arzu eder. Bu düşünce karşıdaki insana gitmeli, onun tarafından da yaşanmalı ve sonra tekrar ona dönmelidir. İnsan “Sanki bir duvara konuşuyorum”dan muzdarip olur. “Söylediklerimi anladı, önemsedi ve bana döndü”ye ihtiyacı vardır.
Böyle bir ilişki insanın hemcinsleri ile kurulabilir. Kurulmalıdır da. Hatta modern zamanların en önemli sorunlarından biri de insanın hemcinsleriyle böyle ilişkiler kurmaktan uzaklaşmasıdır.
Sevginin, şevkin, umudun, heyecanın paylaşılması ve yankı bulması kadar, gam ve kederlerin de karşılıklı önemsendiği, “Derdin derdimdir” anlayışı ile şekillenmiş bir ilişki, insana bu dünyada güven verir ve bu güvene hepimiz ihtiyaç duyarız. İşte insan bu yüzden nikâhlanır-evlenir ya da nikâhlanabilmeli-evlenebilmelidir.
O halde evlenebilmek iki insanın birlikte yaşaması ya da birarada bulunması demek değildir. Evlenebilmek bir ilişki biçimi inşa etmektir. İlişki kurabilmek bir sanattır. Her iki insanın da, evlilik öncesinde yıllar boyu şekillendirdiği belli ilişki biçimleri vardır. Her ikisinin de belleğine kendine özgü davranış kalıpları yerleşmiştir. Sorun her iki tarafın da artık emek sarfederek yeni bir ilişki inşa etme çabasına girip girmemesindedir. Evliliklerde unutulan nokta budur. Nikâhtan sonra birlikte yaşamaya başlamakla herşey aslında yeniden başlamaktadır. Evliliğin hem en zor, hem en tatlı tarafı da budur.
Ünlü sosyolog Bauman’ın bize ustaca gösterdiği gibi, çeşitli birliktelilik biçimleri vardır. Örneğin, işlek bir caddeyi ya da alışveriş merkezini düşünün. Burada insanlar birlikte vardır. Ancak caddedeki yaya hiç kimseyle karşılaşmadan, hiç kimsenin gözüne ilişmeden bir yerden öbür yana gidebilir. Caddede insanlar birbirlerinin yanındadır. Yanyanadırlar. Fakat birbirleriyle birlikte değillerdir.
Ya da bir istasyon birlikteliğini düşünün. Burada birazdan ayrılacaklarını, herkesin kendi yoluna gideceğini ve ondan sonra da asla buluşamayacaklarını bilen yabancılar biraraya gelirler. Ama bunlar, ayrılmadan önce burada ve şimdi içinde bulundukları mekânı paylaşmak zorunda olduklarını bilen yabancılardır. Burada da insanlar hâlâ birbirlerinin yanındadır, ama birlikte değillerdir.
Bir başka birliktelik biçimi ise, bir işyerindeki, meselâ bir fabrikadaki ölçülü ve tavında birlikteliktir. Bu, diğerlerinden farklı olarak, kasıtlı bir birlikteliktir. İnsanları biraraya getiren amaçlar, bunların birlikte olma amaçlarıyla aynı olmayabilir. Bu tip yerlerde kısa ve keskin karşılaşmalar vardır. Ofis ve işyerleri de kısa birliktelik için ustaca tasarımlanır.
Bugün mutsuzluk ve sıkıntı hissedilen evliliklerde evler, işte Bauman’ın dikkat çektiği caddeler, istasyonlar, işyerleri kadar soğuklaşmıştır. Çünkü ilişkiler birbirlerinin sadece fiziksel olarak yanında olma halinde yaşanabilmektedir. Aynı evde yaşayan insanlar evlerine girer girmez kapılarını kapatırlar. Sonra herkes yine kendi odasına girip yine kapılarını kapatır. Aynı odada oturuyor olsalar bile, duygu kapıları birbirine kapalıdır.
‘Aile’ haline gelememiş evliliklerde, evler kişilerin yanyana ama ayrı ayrı yaşadıkları çok amaçlı bir eğlence merkezi veya otel haline dönüşmüştür. Buralarda sorun ‘yanında olma’ ya da ‘yan yana olma’ halinin varlığı, ancak ‘ile olma’ ya da ‘için olma’ halinin yokluğudur.
‘Yanında olma’ halinde, iki insan birbirinin iç dünyasında neler olup bittiğinden habersizdir. Birbirine açılmamıştır. Açılma ihtiyacı da duymamaktadır. Hatta, açılmaktan özellikle kaçınmaktadır.
‘İle olma’ şeklindeki birliktelikte, iki insan arasında bir açılım meydana gelir. Bu, evlenebilmeye uzanan süreçte en temel geçiş noktasıdır. İki insanın birbirine içsel dünyasını açmasıyla birlikte iki ayrı dünya arasında çok özel bir köprü kurulur. Artık karşıdaki insan için kayıtsız kalamazsınız. Her iki insan arasında mevcut olan ‘kişiler arası mesafe’ olabildiğince kapanır. Sanki gizli bir el bu iki insanı birbirine bağlar. Birbirine açılma ile iki kişilik bir evren kurulur. İki kişi, sahip oldukları duygu ve düşünceleri yekdiğerine aktarır. İki insan tanışmaya başlar.
‘İçin olma’ halinde ise, artık iki insan arasındaki ilişki biçiminin dinamiği şefkat üzerinden yürümeye başlar. Kişi ötekiyle koşulsuz, karşılıksız olarak ilgilenir. İlgilenme ve özen gösterme, temel bir unsurdur. Kişi, ötekini dert edinir. Onun varlığını önemser. Onun için sorumluluk duyar.
‘İçin olma’ halinin daha üst düzey bir hali, her iki kişinin beraberce Yaratıcı için yaşamasıdır. Bu, evlenebilme halinin en üstün düzeyidir. ‘O’nun için birlikte yaşayabilmek üzere birbirinin varlığını önemseyerek yaşama’ biçimini kazanan iki kişi artık birbiri ‘için’ vardır, ama bu varoluş halleri ‘O’nun için birlikte varolmak’ içindir. İlişkilerinin temel dinamiği birbirine karşı fedakârlık, birbiri için feragat düzeyine ulaşmış iki ayrı dünya, kendi bireyselliğini yitirmeden, içiçe geçmiştir. İki insan arasındaki mesafe olabildiğince azalmıştır.
Her iki kişi de varoluşlarını borçlu oldukları Mutlak Varlığa karşı kendilerini sorumlu hissederler. Hayatlarını O’na göre tasarımlarlar. Her biri hem kendisinin hem de ötekinin ‘O’nun için yaşaması için’ birbirlerine sorumluluk hisseder. ‘O’nun için yaşaması için,’ ötekine özen gösterir. Mutlak Varlık adına, ötekinin varoluşuna ilgi duyar. O’nun adına onu önemser, şefkat eder ve merhamet gösterir. Ötekinin varlığını boşveremez artık. Yaratıcı ise onları hiç boşvermez. Yaratıcının özel ilgisine, merhametine ve şefkatine mazhar olurlar.
Böylesi bir ilişki inşa ederek evlenebilmenin zor olduğunun farkındayım. Ama bunu denemek ya da arzu etmek bile Yaratıcıyı hoşnut etmeyecek midir?
05/02/2004
© 2008 karakalem.net, Mustafa Ulusoy
"Yakınlık" adlı Kitabından...