Livza
Well-known member
Kadın, aile, evlilik, eş seçimi, boşanma, vb son zamanlarda üzerinde en fazla yazılan ve konuşulan mevzulardan bazılarıdır. Fakat bunların arasında meselenin özüne temas edene çok az rastlanmaktadır
Bekârlık yerine evliliği tercih edenlerin, şu hususları göz önünde bulundurmaları iyi olur:
Evlenmek, neslin devamı içindir. Bunun için iki ayrı cins arasında birbirlerine sevgi ve şefkat duymak hislerini koyduğunu Allah (c.c.) Rum Sûresi 21. âyette bildiriyor.
Risale-i Nur’da İşârâtü’l İ’câz adlı eserde de, Bakara sûresi 4. âyetinin tefsirinde “Saadet-i ebediye”den bahsedilirken, onun esaslarından biri olan nikah hakkında şöyle deniliyor:
“Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki; her iki taraf, sevgilerini aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam –velev zihnen olsun- ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti o tefekkürü paylaşsın.
Kalblerin en latifi, en şefiki kısm-ı sânî ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmâm eden, sûrî ve zahirî arkadaşlığı samimîleştiren, kadının iffetiyle ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”
Burada bahsedilen kadının “ahlâk-ı seyyieden temiz ve pak bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olması” sıfatını büyük bir çoğunluk, çok dar bir manâsıyla düşünebilmekte ve problemin mühim bir kısmı bundan kaynaklanmaktadır. Aslında kadın için bildirilen bu sıfatlandırma, ahlâkın esasını İslâm dini olarak kabul edenler için, “kadının her hal ve davranışıyla İslâm çizgisi sınırları içerisinde olması” manâsında anlaşılmalıdır.
“Bediüzzaman Cevap Veriyor” ve “Hanımlar Rehberi” eserlerinde yer alan bir mektubunda ise, Bediüzzaman Risale-i Nur talebelerine evlenmek mevzuundaki ölçülerinin ne olması gerektiğini şöyle bildirmektedir:
“Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: ‘Haneniz bir küçük medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki, bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçi olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlad olsunlar.”
Kâinatta en yüksek hakikatin ve insan için en fazla değer verilmesi gereken şeyin Allah’a (C.C.) ve onun inanmamızı istediklerine iman etmek olduğunu bilen ve kabul eden Müslümanlar, elbette evlenmek için eş seçimine karar verirken de yukarıdaki paragrafta yazılı olanları öncelikle esas almalı; ancak bundan sonra hem hissî ve hem de mantıkî sebeblerle kararlarını vermelidirler.
Herhangi bir malı alırken o malda bulunması gereken özellikleri araştırarak kararını veren insan, hayatının en mühim alımını yaparken onda bulunması gereken en mühim özellikleri araştırmadan kararını verirse, çok büyük bir tezat hali göstermiş olmaz mı?
Herhangi bir el âletini, makineyi veya bir motorlu taşıt vasıtasını alırken onun arızasız ve güven verici olması yönünden büyük bir titizlik gösteren ve “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” demeyen insan, kâinatın en mükemmel makinesi olan diğer bir insanı kendine hayat arkadaşı olarak seçerken “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” diyerek, bir titizlik göstermezse, bu onun için gene büyük bir tezat hali değil midir?
Peki, nikahta keramet yok mudur?
Özel şartları içerisinde ve dar manâda nikahta kerâmet vardır fakat kerametin her manâsında doğru olduğu söylenemez. Bu söze dikkatle ve ihtiyatla yaklaşılmalı; hangi manâda doğru kabul edilebileceği bilinmelidir.
Kerâmet; Türkçe’de daha çok, “Allah’ın (c.c.) velî kullarında görülen olağanüstü haller” manâsında anlaşılmakla beraber, asıl kelime manâsı; kerem, lütuf, ihsan, bağış, ikram, ağırlamaktır. Bazıları, evlenmenin diğer şartlarını haiz oldukları halde, evlilikte maişetlerini nasıl temin edebilecekleri mevzuunda aşırı vehim ve Allah’ın (c.c.) Rezzak ve Kerîm isimlerine ilticada ise zayıflık gösterdiklerinde, onların bu hallerini tashih için;
“Evlenene Allah (c.c) yardımcı olur, ihsanını ve ikramını gösterir.” manâsında:
“- Nikahta kerâmet vardır.” denilebilir.
Ayrıca, birbirlerine denklik şartını yerine getirerek ve muhabbetle evliliğe başlayanlarda, nikah onların aralarındaki muhabbeti arttırtabildiği için de, nikahta keramet olduğundan bahsedilebilir.
“Nikahta kerâmet vardır.” sözüne yanlış mana verip evlenirken yanlış seçim yapmak yerine, başlangıçta evlilik için denklik araştırmasının iyi yapılması, evlenecekler için çok önemlidir ve ihmal edilmemelidir. Eş seçiminde denklik ise, en başta dinî yönden aranır. Dinî yönden tam dengiyle evlenememiş olanlarda da, eşlerden hangisi daha dindarsa, diğeri onun dindarlığını taklide çalışır. Hem bu konu, hem de ailevî problemlerle alâkalı en gerçekçi teşhis ve çözüm yolu, Risale-i Nur Külliyâtı Lem’alar adlı eserde Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte’nin ilk kısmında, özetle şöyle bildirilmektedir:
“Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimâîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçâre nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin te’sirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.
Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan ma’nevî evlâtlarıma kat’iyyen beyân ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o biçâre tâifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risâle-i Nurun bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve dâimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o biçâre ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyâde hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor.
Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata ma’rûz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem Risâle-i Nûrun bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir sûrette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yâni; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.
İşte, Risâle-i Nûrun bu mealdeki cümlelerinin ma’nası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.
…………………………..
Son cümlesine önemi sebebiyle tekrarla birkaç defa vurgu yapılmış olan bu iktibastan da sonra, ailevî meselelerde âraz tedavisi reçeteleri, palyatif tedbirler ve mecazî aşk edebiyatlarıyla konunun esasından saptırılmasına karşı, özetin de özeti olarak tekrar belki en doğrusu olarak şu söylenebilir:
Aileyi ayakta tutan, ana direk kadındır. Bu direğin sağlam olması icabeder; aksi halde aileler, bir çadırın ana direğinin veya bir binayı ayakta tutan kolonunun tahribiyle o çadır veya binanın çökmesi gibi çöker. Ailenin planını, projesini yapan Allah’ın bu mevzudaki âyet ve hadislerle bildirilmiş projesini inkârla veya beğenmemekle kendi dar anlayışlarıyla aile binalarında değişiklikler yapanlar, aile binalarının yıkılmasına sebeb olurlar. Bizi içten yıkmak isteyen şer güçler, suret-i haktan görünmeğe çalışarak, en az bir asırdır kadınlarımızı ifsad ederek cemiyetimizin temeli olan aile yapılarımızı bu şekilde ve bilhassa asrımızın çok gelişmiş iletişim teknolojilerini çok kötüye kullanarak bozmağa çalışıyorlar.
Bu gerçeği daha fazla geç kalmadan görebilmeli ve ona göre tedbirlerimizi alabilmeliyiz.
Prof.Dr.Mustafa NUTKU
Bekârlık yerine evliliği tercih edenlerin, şu hususları göz önünde bulundurmaları iyi olur:
Evlenmek, neslin devamı içindir. Bunun için iki ayrı cins arasında birbirlerine sevgi ve şefkat duymak hislerini koyduğunu Allah (c.c.) Rum Sûresi 21. âyette bildiriyor.
Risale-i Nur’da İşârâtü’l İ’câz adlı eserde de, Bakara sûresi 4. âyetinin tefsirinde “Saadet-i ebediye”den bahsedilirken, onun esaslarından biri olan nikah hakkında şöyle deniliyor:
“Saadetin esaslarından nikah ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki; her iki taraf, sevgilerini aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam –velev zihnen olsun- ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti o tefekkürü paylaşsın.
Kalblerin en latifi, en şefiki kısm-ı sânî ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmâm eden, sûrî ve zahirî arkadaşlığı samimîleştiren, kadının iffetiyle ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”
Burada bahsedilen kadının “ahlâk-ı seyyieden temiz ve pak bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olması” sıfatını büyük bir çoğunluk, çok dar bir manâsıyla düşünebilmekte ve problemin mühim bir kısmı bundan kaynaklanmaktadır. Aslında kadın için bildirilen bu sıfatlandırma, ahlâkın esasını İslâm dini olarak kabul edenler için, “kadının her hal ve davranışıyla İslâm çizgisi sınırları içerisinde olması” manâsında anlaşılmalıdır.
“Bediüzzaman Cevap Veriyor” ve “Hanımlar Rehberi” eserlerinde yer alan bir mektubunda ise, Bediüzzaman Risale-i Nur talebelerine evlenmek mevzuundaki ölçülerinin ne olması gerektiğini şöyle bildirmektedir:
“Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: ‘Haneniz bir küçük medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki, bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçi olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlad olsunlar.”
Kâinatta en yüksek hakikatin ve insan için en fazla değer verilmesi gereken şeyin Allah’a (C.C.) ve onun inanmamızı istediklerine iman etmek olduğunu bilen ve kabul eden Müslümanlar, elbette evlenmek için eş seçimine karar verirken de yukarıdaki paragrafta yazılı olanları öncelikle esas almalı; ancak bundan sonra hem hissî ve hem de mantıkî sebeblerle kararlarını vermelidirler.
Herhangi bir malı alırken o malda bulunması gereken özellikleri araştırarak kararını veren insan, hayatının en mühim alımını yaparken onda bulunması gereken en mühim özellikleri araştırmadan kararını verirse, çok büyük bir tezat hali göstermiş olmaz mı?
Herhangi bir el âletini, makineyi veya bir motorlu taşıt vasıtasını alırken onun arızasız ve güven verici olması yönünden büyük bir titizlik gösteren ve “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” demeyen insan, kâinatın en mükemmel makinesi olan diğer bir insanı kendine hayat arkadaşı olarak seçerken “Ben onu daha sonra istediğim şekle sokarım” diyerek, bir titizlik göstermezse, bu onun için gene büyük bir tezat hali değil midir?
Peki, nikahta keramet yok mudur?
Özel şartları içerisinde ve dar manâda nikahta kerâmet vardır fakat kerametin her manâsında doğru olduğu söylenemez. Bu söze dikkatle ve ihtiyatla yaklaşılmalı; hangi manâda doğru kabul edilebileceği bilinmelidir.
Kerâmet; Türkçe’de daha çok, “Allah’ın (c.c.) velî kullarında görülen olağanüstü haller” manâsında anlaşılmakla beraber, asıl kelime manâsı; kerem, lütuf, ihsan, bağış, ikram, ağırlamaktır. Bazıları, evlenmenin diğer şartlarını haiz oldukları halde, evlilikte maişetlerini nasıl temin edebilecekleri mevzuunda aşırı vehim ve Allah’ın (c.c.) Rezzak ve Kerîm isimlerine ilticada ise zayıflık gösterdiklerinde, onların bu hallerini tashih için;
“Evlenene Allah (c.c) yardımcı olur, ihsanını ve ikramını gösterir.” manâsında:
“- Nikahta kerâmet vardır.” denilebilir.
Ayrıca, birbirlerine denklik şartını yerine getirerek ve muhabbetle evliliğe başlayanlarda, nikah onların aralarındaki muhabbeti arttırtabildiği için de, nikahta keramet olduğundan bahsedilebilir.
“Nikahta kerâmet vardır.” sözüne yanlış mana verip evlenirken yanlış seçim yapmak yerine, başlangıçta evlilik için denklik araştırmasının iyi yapılması, evlenecekler için çok önemlidir ve ihmal edilmemelidir. Eş seçiminde denklik ise, en başta dinî yönden aranır. Dinî yönden tam dengiyle evlenememiş olanlarda da, eşlerden hangisi daha dindarsa, diğeri onun dindarlığını taklide çalışır. Hem bu konu, hem de ailevî problemlerle alâkalı en gerçekçi teşhis ve çözüm yolu, Risale-i Nur Külliyâtı Lem’alar adlı eserde Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte’nin ilk kısmında, özetle şöyle bildirilmektedir:
“Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimâîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçâre nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin te’sirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.
Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan ma’nevî evlâtlarıma kat’iyyen beyân ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o biçâre tâifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risâle-i Nurun bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve dâimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o biçâre ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyâde hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor.
Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata ma’rûz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem Risâle-i Nûrun bir cüz’ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir sûrette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yâni; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.
İşte, Risâle-i Nûrun bu mealdeki cümlelerinin ma’nası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız dâire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.
…………………………..
Son cümlesine önemi sebebiyle tekrarla birkaç defa vurgu yapılmış olan bu iktibastan da sonra, ailevî meselelerde âraz tedavisi reçeteleri, palyatif tedbirler ve mecazî aşk edebiyatlarıyla konunun esasından saptırılmasına karşı, özetin de özeti olarak tekrar belki en doğrusu olarak şu söylenebilir:
Aileyi ayakta tutan, ana direk kadındır. Bu direğin sağlam olması icabeder; aksi halde aileler, bir çadırın ana direğinin veya bir binayı ayakta tutan kolonunun tahribiyle o çadır veya binanın çökmesi gibi çöker. Ailenin planını, projesini yapan Allah’ın bu mevzudaki âyet ve hadislerle bildirilmiş projesini inkârla veya beğenmemekle kendi dar anlayışlarıyla aile binalarında değişiklikler yapanlar, aile binalarının yıkılmasına sebeb olurlar. Bizi içten yıkmak isteyen şer güçler, suret-i haktan görünmeğe çalışarak, en az bir asırdır kadınlarımızı ifsad ederek cemiyetimizin temeli olan aile yapılarımızı bu şekilde ve bilhassa asrımızın çok gelişmiş iletişim teknolojilerini çok kötüye kullanarak bozmağa çalışıyorlar.
Bu gerçeği daha fazla geç kalmadan görebilmeli ve ona göre tedbirlerimizi alabilmeliyiz.
Prof.Dr.Mustafa NUTKU