Dördüncü hatveye -1- âyeti işaret ediyor.
Şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:
Birinci Hatvede, âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, -2- sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
İkinci Hatvede, dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.
Üçüncü Hatvede, dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. Şu mertebede tezkiyesi, -3- sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede, dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. Ma'buduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:
--------------------------------------------------------------------------------
1- Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)
2- Nefsinin arzusunu kedisine ma'bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)
3- Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 9.)
Her şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibâriyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.
Şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kâinat kadar bir zulümât-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakikiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyâ-i vücudu nihayetsiz zulümât-ı adem ve firâklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikinin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîrâ bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, her şeyi bulur.
Sözler | Yirmi Altıncı Söz |