Huseyni
Müdavim
Ezanın Aslına Çevrilmesi ve Basındaki Yankıları (5-18 Haziran 1950)
Abdülhalim Yener
Ezan, ibadete yapılan bir çağrı olarak, Hz. Peygamber (SAV) zamanından bu yana Arapça olarak okunmaktadır. Hz. Peygamber (SAV) döneminde, Bilal-i Habeşi'nin ilk ezanından sonra, değişik toplumlarda değişik makamlar kazanmış ise de, dilinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. "Şeair" olma özelliğini de Arapça'daki formlarıyla korumuştur. Bu açıdan, ezanın "şeair-i islamiye"den olma özelliğini koruması asli şekliyle okunmasına bağlıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan reform tartışmaları içerisinde en önemli konu ezan olmuştur. Biz bu çalışmamızda, dinde reform tartışmaları ile gündeme gelen ezan tartışmalarını,özetleyerek, ezanın yeniden asli şekline çevirme süreci olan 5-18 Haziran 1950 tarihleri arasında basında yapılan müzakereleri inceleyeceğız.
1- Oturacak sıraları, gardropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.
2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.
3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir.
(Bernard Lewis; Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 409-411 )
Yukarıdaki tavsiyelere ön ayak olan İlahiyat fakültesine, ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapanmıştır. Camileri, kiliseleştirmeyi tavsiye eden bu kararlardan sadece Türkçe ezan uygulanmıştır. Bu doğrultuda 1932 yılından itibaren (Diyanet İşleri Başkanlığının talimatıyla) Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası geti-rilmiştir. Laiklikle hiçbir alakası olmayan bu uygulamayla devlet, dinin karşısındaki tarafsızlığını yitirmiş ve dinin hükümlerine müdahale etmiştir.
Devam Edecek...
Abdülhalim Yener
Ezan, ibadete yapılan bir çağrı olarak, Hz. Peygamber (SAV) zamanından bu yana Arapça olarak okunmaktadır. Hz. Peygamber (SAV) döneminde, Bilal-i Habeşi'nin ilk ezanından sonra, değişik toplumlarda değişik makamlar kazanmış ise de, dilinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. "Şeair" olma özelliğini de Arapça'daki formlarıyla korumuştur. Bu açıdan, ezanın "şeair-i islamiye"den olma özelliğini koruması asli şekliyle okunmasına bağlıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan reform tartışmaları içerisinde en önemli konu ezan olmuştur. Biz bu çalışmamızda, dinde reform tartışmaları ile gündeme gelen ezan tartışmalarını,özetleyerek, ezanın yeniden asli şekline çevirme süreci olan 5-18 Haziran 1950 tarihleri arasında basında yapılan müzakereleri inceleyeceğız.
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
Ziya Gökalp'ın yukarıdaki şiirinde hasreti çekilen dinde reformun önemli bir teşebbüsü 1928 yılında yapılır. İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde, İslam dininde reform ve modernleşme sorununu incelemek ve üniversite kanalıyla MEB'na tekliflerde bulunmak üzere bir komisyonun kurulması kararlaştırılır. Komisyon tarihçi, ilahiyatçı, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşmuştur. Komisyon çalışmalarını tamamlar ve şu tavsiyelerde bulunur:Köylü anlar manasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!
1- Oturacak sıraları, gardropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.
2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.
3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir.
(Bernard Lewis; Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 409-411 )
Yukarıdaki tavsiyelere ön ayak olan İlahiyat fakültesine, ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapanmıştır. Camileri, kiliseleştirmeyi tavsiye eden bu kararlardan sadece Türkçe ezan uygulanmıştır. Bu doğrultuda 1932 yılından itibaren (Diyanet İşleri Başkanlığının talimatıyla) Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası geti-rilmiştir. Laiklikle hiçbir alakası olmayan bu uygulamayla devlet, dinin karşısındaki tarafsızlığını yitirmiş ve dinin hükümlerine müdahale etmiştir.
Devam Edecek...