Fedakârlik

ARİF

Well-known member
FEDAKÂRLIK

…Baştan fedakârlığı göze almayan, alamayan insanlar, asla dâvâ insanı olamazlar. Dâvâ insanı olmayan kimselerin başarılı olmaları da söz konusu değildir. Evet, gerektiği yerde mal, gerektiği yerde can, hatta evlad ü iyal, makam, mansıp, şöhret.. vs. gibi çoklarının dilbeste olduğu, gaye-i hayâl bildiği şeyleri, bir çırpıda terketmeye hazır olanlar ve bunların sahip çıktıkları dâvâ neticede varıp zirvelere oturması muhakkak ve mukadderdir.
İşte Allah Resûlü (s.a.s) de Mekke'de dâvâsının temellerini atarken başta kendisi ve sonra da yakın çevresinden başlayarak, dâvâsına gönül veren bütün insanlara bu fedakârlık ruhunu aşılamış, anlatmış ve yaşayarak da göstermiştir. Mesela, Hz. Hatice (r.anha), Nebiler Serveri'nin ilk eşi, dünya ve âhiretin sultanı Hz. Muhammed (s.a.s)'e daha isteme sıkıntısını bile yaşatmadan, varını-yoğunu inandığı o kudsî dâvâ uğruna harcamıştır. Mekke müşriklerine İslâm'ı anlatmaya yönelik verilen ziyafetlerin tüm masraflarını O karşılamıştır.. ve İslâm öncesi Mekke'nin en zenginlerinden biri olan bu şanlı kadın, vefat ettiğinde her hâlde kefen bezi alacak kadar bile olsa imkânı kalmamıştı.
Her dâvâ insanı, mâlik olduğu maddî imkânları sarfetmesinin yanında, doğup büyüdüğü çevreyi yine sadece dinini, düşüncesini, hürriyetini, insanlığını daha iyi duyup yaşayabilmesi için icabında terk etmesi de, yani onun hicreti de fedakârlığın ayrı bir buududur. Bakın, başta Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) olmak üzere zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek.. hemen hepsi hicret etmişlerdir. Ve hicret edip ata yurtlarını, ana yurtlarını terk ederken, bütün mal varlıklarını da, Mekke'nin zalim ve cebbar insanlarına bırakmışlar ve ancak yol azığı olabilecek miktarda çok az bir şeyi beraberlerinde götürebilmişlerdir. Evet, Muhacirler inandığı, gönül verdiği dâvâlarını tebliğ ve temsil etme için böylesi fedakârlığa katlanırken, Medine'de onlara kucak açan, onları bağırlarına basan Ensar da fedakârlığın ayrı bir derinliğiyle onlara karşılık vermiştir. Evet, Ensar aynı dine inandıkları Mekkeli kardeşlerini, fakir olmalarına, çiftçilikle geçinmelerine rağmen bağırlarına basmış ve onlara fevkalade civanmertçe davranmışlardır.
Günümüzün irşâd ve tebliğ erleri de, hemen her sahada hep bir zirve toplumu sayılan Ashab-ı Kiram tarafından temsil edilmiş bu fedakârlık anlayışını hayatlarına tatbikle aynı performansı göstermek zorundadırlar. Aksi hâlde başta da ifade ettiğimiz gibi, bu kişilerin tebliğ çalışmalarında başarılı olmaları düşünülemez.

İrşad Ekseni
 

ARİF

Well-known member
DİĞERGÂMLIK
Bu milletin yeniden dirilmesi, tarihin geçmiş sahifelerinde kalan o şanlı maziyi yeniden yaşaması, yaşatma zevkiyle yaşamaktan vazgeçen alperenlerle olacaktır. Fedakârlık, hasbîlik ve diğergâmlık duyguları ile gönlü dopdolu olan ferdler ve böyle ferdlerden müteşekkil bir cemm-i gafir (çoğunluk) olmadığı müddetçe, diriliş beklemek bir ham hayâlden öteye geçmez. Bakın, Allah Rasûlü (sav) geride bıraktığı ailelerine dünya mâmeleki (mal ve mülkü) adına ne bıraktı? Hz. Ebu Bekir’in taksim edilecek mirası var mıydı? ... Ve Hz. Ömer, hançerlendiği zaman “Bakın bakalım, malım borcumu ödeyecek mi? Ödemezse Adiyy oğullarından, onlarda da yoksa Kureyş’ten borç alıp ödeyin” diyordu..
Evet bir milleti ihya, ancak bu duygu ve düşüncedeki fertlerle olur. Öyleyse şahsınız ve aileniz adına yarınları çok düşünmeseniz de olur. Burs ile idare etmeye çalışın. Kitaplarınızı şimdiden vakfedin. Dünya sizi boşamadan evvel siz onu talak-ı selase, yani üç talakla boşayın. Ve dünyaya geldiğiniz gibi çırıl çıplak gitmek ümniyeniz olsun. Daha doğrusu kesben değil ama dünyayı kalben terkedin!

Fasıldan Fasıla 1, s:64
 

ARİF

Well-known member
RİSALE-İ NUR'UN MESLEĞİ, MADDİ MANEVİ FERAGAT MESLEĞİDİR.
Risale-i Nur'un mesleği maddî manevî feragat mesleğidir Ben maddî ve manevî herşeyimi feda ettim, her musîbete katlandım. Her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakîkat-i îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i îmaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir. talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur'a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.

Emirdağ Lâhikası-11, s. 80.
 

ARİF

Well-known member
ALLAH İÇİN NEYİMİZİ FEDA ETTİK?
Düşünüyorum da, utanmam gerektiğine kani oluyo­rum, ama bir türlü de utanamıyorum.Demek utanmak bile, belli bir fazilet ve meziyetin ifa­desidir. Kendi kendime soruyorum.
Allah için nelerimi kaybettim? Var mı böyle bir kaç kaybım? Feragat ve fedakârlığım?
Mesela, makamımı mı, servetimi mi kaybettim? İşim­den mi oldum? İtibarım mı gitti?Hayır! Bunların hiçbir vaki değil.Halbuki, bunlarda kayıplara maruz kalmak, çok bü­yük feragat ve fedakârlık da sayılmaz. Kesilen sakalın daha gür geleceği gibi bu kayıpların sonunda, Rabbimiz daha iyisini, hayırlısını, bereketlisini ihsan eder. İsterse­niz suâli bir kademe daha yükselterek soralım:
Yoksa yerine yenisi gelmesi mümkün olmayan azalarımı, organımı mı kaybettim?
Asıl mesele burada.Elim, ayağım, kolum, gözüm, kulağım hepsi yerinde.Hiçbirini Allah yoluna feda etmiş değilim.Ama öylelerini görüyoruz ki, değil mal, mülk, ma­kam, mevki, organlarını, uzuvlarını kaybediyor da, asla müşteki olmuyor. Müşteki ne kelime? Mahzun olmak bile aklına gelmiyor.Kırık dökük ifademizle bir olaya göz atalım:
Bazı yalancı peygamberler türemişti. Onlara karşı gi­rişilen Yemame savaşında baba Tufeyl şehid olmuş, oğul Amir sağ kolunu kökten kaybetmişti, baba hayatını, oğul da kolunu yitirmişti Allah için. Amir üzgün değildi. Hat­ta neden babası gibi sıcak kumların üzerinde şehid düş­mediğine müteessirdi.
Demek babam Tufeylle birlikte cennete uçmak mukadder değilmiş., diye hayıflanıyordu.
Bir gün Halife Hazret-i Ömer (r.a.)'in meclisinde otur­muş, sohbet dinliyordu. Bir ara ortalığa yemek getirildi. Herkes oturdu, ama Amir uzaktan bakmayı tercih etti.
Ne kadar ısrar ettilerse de oturmayınca Halife Haz­ret-i Ömer şöyle dedi:
Senin sofraya oturmayışının sebebini bildiğimi sanıyorum. Sağ kolun yok, sol elinle yiyeceksin. Bu yüzden sofradan uzak kalıyorsun!
Halife sözlerine şöyle devam eder:
Şunu iyi bil ki; içimizde (senden başka) bir uzvu kendisinden önce cennete gitmiş bir kimse yoktur. Senin oturmadığın sofraya oturmak bizim için çok acı olur. Oturduğun sofraya oturmak ise şereflerin eri yücesidir. Gel aramıza katıl, bizi, bir organı kendisinden önce cen­nete gitmiş bir büyük insanla yemek yeme şerefine ka­vuştur. Hiç olmazsa biz de böyle teselli olalım. Diyelim ki:
Ey Rabbimiz! biz Senin yolunda bir organımızı fe­da etmedik ama, feda eden bir kardeşimizle bir sofrada oturduk. Onun hürmetine bizi affeyle!
Bu olay beni çok düşündürüyor. Kendi kendime söy­lenip duruyorum. Diyorum ki:
Bırak mal, mülk, makam, mevki feda etmeyi, ha­yatlarını feda ediyorlar, organlarını veriyorlar, kendilerin­den önce uzuvlarını cennete gönderiyorlardı. Bu fedakârlık ve feragati görenler de onlarla birlikte oturma­yı erişilmez şeref biliyor, koskoca Halife Hazret-i Ömer bi­le onlardan şefaat talebinde bulunuyordu.
Acaba bu olay bize bir şeyler söylemiyor mu? Kendi­mize bir hisse çıkarmamız gerekmez mi?.

Ahmed Şahin “Olaylar Konuşuyor” s:28
 

ARİF

Well-known member
FEDAKARLIK

Fedakarlık yapma, sahip olunan şeylerden feda etme; kainatın hemen her köşesinde, hemen her mahluk tarafından sergilenegelen bir davranıştır. Aslı itibariyle güzel bir hareket olmakla birlikte kullanıldığı yer ve gayesi açısından çok farklı neticeler doğurabilir. İdraksiz mahlukat bunu cebrî determinizma (muayyeniyet) içinde gerçekleştirirken, insandan istenen iradesinin hakkını vererek bunu ortaya koymasıdır.
Anne evladı için, asker vatanı için seherleri uykusuz geçirir.. ana-babanın kalbi bir güvercin kalbi gibi evladı üzerine titrer, yüreği ağzında hep evladı adına fedakarlığın bini bir paradır.. muallim arı gibi binbir itina ile binbir kaynaktan topladığı ilmini yüksünmeden talebesine takdim eder.. beyi hanımı için, hanım da beyi için türlü türlü fedakarlığı göze alır ve hemen her insan bir başkası adına veya kendi hesabına bunu yapar.
İnanmış insan ise, herşeyden evvel kulluğunu sergilerken pek çok fedakarlık yapma durumundadır. Soğuğa sıcağa aldırmadan, fecrin erken saati veya gecenin ilerleyen zamanı demeden eda edilen namazlar.. yaz-kış demeden aç-susuz kalınarak tutulan oruçlar.. malın -canın yongası olması biyana bir kısmı ayrılarak fakirlere dağıtılan zekatlar.. yine sırf O emretti mülahazaları içinde Rabbin davetine icabet için can ve maldan fedakarlık yapılarak eda edilen haclar.. bütün bir hayat boyu devam eden emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker ki, onun en ileri noktası, iktizası halinde hayatı da istihkar ederek yapılan harpler.. bu kulluk cümlesinden olup hep fedakarlık gemisiyle yol alacak şeylerdir.
İnsan elde etmek istediği bütün uzun ömürlü başarılara ancak ciddi manada fedakarlık sergileme sayesinde ulaşabilir. Peylediği şeyi -hayır veya şer- mutlaka fedakarlık temeline bina ederse neticeyi elde edebilir. Müsbet veya menfi neticeleri ile insanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur.
Fedakarlığı en zirvede temsil eden ve bu ulvi duygunun doğruya kanalize edilmesinde en büyük rehber, İnsanlığın İftihar Tablosudur. Denebilir ki, O’nun bütün bir hayatı fedakarlık kaneviçesi üzerine örülmüştür. Bu yüzdendir ki, insanlığın selameti için maddi servetini, sağlığını, şahsi istek ve arzularını hep onlar için kurban etmiştir. Yine o ulvi duygu neticesidir ki, hiçbir peygambere nasip olmayan ve Abdulkuddûs’ün "Mevla bana böyle bir şey nasip etseydi, Vallahi de, Billahi de bir daha geri dönmezdim" dediği MİRAÇ’tan geri gelmiştir. Kendisine mal-mülk geldiği halde –ki bir Huneyn muharebesinin ardından kendisine verilen ganimet belki ona ve ailesine yıllarca yetecek miktarda idi- kendisi hep açlığı ve yokluğu tercih etmiş, bir rahmet rüzgarı gibi eserek elindekileri fakirlere dağıtmıştır. Onun çırakları, sahabe efendilerimiz de adeta canlarını ve mallarını bir keseye koyup o Efendiler Efendisine teslim etmişler. Gerektiğinde bütün servetlerini, uykusuz gecelerini, canlarını ve ciğerparesi evlatlarını feda etmişlerdir. Arkasından gelen ecdad da onların izinde aynı özverileri sergilemişlerdir. Geldiğimiz çevre itibariyle zaman zaman –minnet Allah’a olmakla birlikte- ecdadıma şükran hisleri ile doluyorum. Zira eğer onlar o canhıraş fedakarlıklarda bulunmasalar, inandıklarını yaşama ve yaşatma azmi ile kanatlanıp buralara kadar uçmasalardı, bu dinin bize taşınmasında etlerini kemiklerini bir sur yapmasalardı, İslam’ın temsil zaafı yaşadığı bu buhranlı dönemde kendi idrak ve iradelerimizin hakkını vererek ne ölçüde İslam’ı tanır ve hidayete erebilirdik bilemiyorum.
Fedakarlığın mecraları farklı olabilir demiştik. Mesela dünyayı kasıp kavuran komünizmin mimarlarından Lenin, büyük ihtilali gerçekleştirmeden önce, Çin sınırına yakın bir yerde hapis hayatı yaşarken, kendisine fikir babalığı yapan Karl Marx’ın Das Capital’ini yüzlerce kez okumuş.. Almanya ikinci dünya harbinden çıktıktan sonra tekrar belini doğrultabilmek için yıllarca et yememeye milletçe söz vermiş.. Japonya’dan Batıya gelen talebeler okullarında başarılı olmak için büyük gayretler sarf etmiş ve muvaffak olamayanlar harakiri yapmayı onurlarını kurtarma olarak telakki etmiştir. Görülen o ki, adeti üzere Yüce Mevla ihlasla yapılan fedakarlık ne adına olursa olsun karşılıksız bırakmamış ve muvaffak kılmıştır.
Bir çocuk saffeti içinde hasbice yapılan fedakarlıklar mermere işlenen nakış gibi hafızaların en nadide köşelerinde yer eder. Hele yapılan bu fedakarlık O’nun rızası istikametinde, O’nun dinine hizmet adına yapılırsa, gökte meleklerin yerde bütün mahlukatın alkış tutacağında ve Mevla-yı Müteal’in rahmet hazinelerinin sağnak sağnak yağmasına vesile olacağında kimsenin şüphesi olamaz.
Samimi, içten, beklentisiz fedakarlığa şu anlatacağım ve yakın zamanda yaşanmış olan hadise güzel bir örnek teşkil eder zannediyorum. Bir kız çocuğu trafik kazasında ağır yaralanır. Acil ameliyata alınması gerekmektedir ve kana ihtiyaç duyulur. Ne yazık ki, onun kan grubundan yeterli kan bulamazlar. Hemen ailenin diğer fertlerinden aynı kan grubunu taşıyan birilerinin olup olmadığını araştırırlar. Nihayet küçük erkek kardeşinin kan grubunun uyduğunu tesbit ederler. Durum çocuğa uygun bir dille anlatılır. Kan vermesi halinde ablasının tekrar hayata döneceği, tekrar koşup oynayacağı söylenir. Çocuk kısa bir müddet düşündükten sonra kabul eder. Yatağa yatırırlar kan alma işlemleri yapılırken çocuk başını yavaşça sağa doğru çevirir ve annesine ölgün gözlerle "anneciğim, yavaş yavaş mı öleceğim" der. Saf, duru, tertemiz bir çocuk kalbinin meyvesi...
Buraya fedakarlık konusunu kendisine bağlayabileceğimiz bir mülahazayı kaydetmek istiyorum: "Her anne baba çocuklara ait meziyetler sıralanırken, bir fırsatını bulup kendi çocuğundan bahsetme, onun zekasından, hızlı kavrayışından, okumayı erken sökmesinden, karnesinin iyi olmasından vs. bahisler açar. Yani adeta bu hususta kıskançtır. Ancak bir kimse bir mecliste saatlerce oturup konuşur da bir kere mevzuyu Cenab-ı Hakk’a getirmez, O’nu anlatma derdini taşımazsa Cenab-ı Hakk’la olan irtibatını bir daha gözden geçirsin." Tıpkı bu hususta olduğu gibi fedakarlık hususunda da O’nun için, O’nun hesabına fedakarlık yapma, hatta fedakarlık yaparken yapılan şeyin O’nun istekleri istikametinde olması adına kıskanç denebilecek hassasiyet içinde olma da bana öyle geliyor. İnsan hayatın her safhasında pek çok hususta isteyerek veya istemeyerek zaten fedakarlık yapıyor. Ama bunların hepsi kendisine geri dönmüyor veya aksi ile tokat yiyor. Fakat Cenab-ı Mevla kendisi adına yapılan hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğini taahhüt ediyor. Ayrıca en ulvi duygular içinde O’nun rızasına matuf yapılan fedakarlıklar, hem ahiret hesabına neticesi hep hayır, hem de burada iç huzurun teminine en mühim vesilelerdendir. Üstümüze yüklenen ve ister istemez taşımaya memur olduğumuz kudsî hamûle de ancak sahabe-misal fedakarlıklar sergilenmek suretiyle kaldırılabilir. İnanan herkes elini taşın altına koyma ve bir kollektif şuur içinde fedakarlık pazarında koştururken hep bayram neşvesini soluklamalıdır.
Bir mühim nokta da şudur ki, inanmış hüşyar gönüller asıl vatanı ahiret kabul etmeleri hasebiyle bu dünyada yapılan fedakarlıkların, çekilen çilelerin, hasretin, mahrumiyetlerin, garipliğin, perişaniyetin neticesini burada görememenin burukluğunu hiç hissetmezler. Onlar hep vazifeyi hakkıyla yapıp yapamamanın muhasebesi içinde buradan göçüp giderler. Beklentisiz, çıkarsız, gararsız, pazarlıksız, iç hesapsız.. sırf O’nun rızasını talep içinde...

Ali Ünsal
 

Tövbekar1

Well-known member
ana-babanın kalbi bir güvercin kalbi gibi evladı üzerine titrer, yüreği ağzında hep evladı adına fedakarlığın bini bir paradır.. muallim arı gibi binbir itina ile binbir kaynaktan topladığı ilmini yüksünmeden talebesine takdim eder.. beyi hanımı için, hanım da beyi için türlü türlü fedakarlığı göze alır ve hemen her insan bir başkası adına veya kendi hesabına bunu yapar.
İnanmış insan ise, herşeyden evvel kulluğunu sergilerken pek çok fedakarlık yapma durumundadır. Soğuğa sıcağa aldırmadan, fecrin erken saati veya gecenin ilerleyen zamanı demeden eda edilen namazlar.. yaz-kış demeden aç-susuz kalınarak tutulan oruçlar.. malın -canın yongası olması biyana bir kısmı ayrılarak fakirlere dağıtılan zekatlar.. yine sırf O emretti mülahazaları içinde Rabbin davetine icabet için can ve maldan fedakarlık yapılarak eda edilen haclar.. bütün bir hayat boyu devam eden emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker ki, onun en ileri noktası, iktizası halinde hayatı da istihkar ederek yapılan harpler.. bu kulluk cümlesinden olup hep fedakarlık gemisiyle yol alacak şeylerdir.

demekki neymiş fedakarlık etmek gerekmiş...iyiliği emretmek kötülükten alıkoymak adına fedakar olabilmek gerekmiş...
 

NURSİMA

Well-known member
Çok güzel paylaşımlar ALLAH(cc) razı olsun...



"Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." (Al-i İmran Suresi, 92)
 
Üst