Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Bugünden itibaren "Fetih Haftası"na girmiş bulunuyoruz. Bu, kudsî bir fetihtir; Fahr–ı Kâinatın (asm) asırlar öncesinden haber verip müjdelemiş olduğu İstanbul'un fethi...
Eski ismi Konstantiniyye olan Bizans İstanbul'u, kayıtlara göre 1453'ten evvel tam 28 kere kuşatılmış, ancak yine de ele geçirilememiş.
Havası, manzarası, fizikî güzelliği ve bilhassa stratejik ehemmiyeti itibariyle, hemen bütün milletlerin arzu ve iştiyakını cezbetmiş bir belde olması, devletlerin İstanbul üzerindeki plan ve hesaplarını da büyük çapta etkilemiştir.
İstanbul'u fethetmek, yahut ele geçirmek maksadıyla, gerek Avrupa'dan ve gerekse Asya'dan çok büyük akınlar yapıldı; İstanbul surları önüne kadar gelen kalabalık ordular, aylar süren kuşatmalarla şehri zaptetmeye çalıştı. Ancak, bunlardan hiçbiri başarılı olamadı ve gerisin geriye çekildi.
İşte, 29. kuşatmanın mimarı olan Sultan II. Mehmed, daha evvel hiç yapılmayan, daha doğrusu hiç yapılamayanları gerçekleştirdi ve bu sayede muvaffak oldu. Onun bu yaptıklarını da kısaca şu şekilde sıralamak mümkün:
Hisarların imar ve inşası Sultan Mehmed, öncelikle İstanbul Boğazını kontrol altına almak için hisar/kale inşasına yöneldi. Daha evvel (Yıldırım Bayezid zamanında) yapılmış olan Anadolu Hisarını tamir ve tahkim ettikten sonra, onun tam karşı sahilinde de benzersiz bir hisar inşa etmeye başladı. O zamanlar "Boğaz Kesen", günümüzde ise Rumeli Hisarı ismi verilen bu harikulâde eserin plan ve projesinden tutun da, amelelik işlerine varıncaya kadar, hemen her safhasında bilfiil çalışan Sultan Mehmed, bu yapının tamamlanmasında da olağanüstü bir çabukluğa imza attı.
Bu iki hisarın tamamlanıp faaliyete geçmesinden sonra, boğaz geçişleri tamamiyle kontrol altına alındı; geçişler vergiye bağlandı. Aynı zamanda, Bizans'ın yardımına Kuzey'den gelecek kuvvetlerin önü de büyük ölçüde kesilmiş oldu.
Bizans'ın Avrupa'dan gelecek Haçlı kuvvetlerinin yardımından mahrûm kalması, İstanbul'un fethini kolaylaştıran çok mühim bir gelişme oldu.
Şahî toplarının yapımı İstanbul'a hayat veren damarların birer birer Osmanlı kontrolü altına girdiğini gören Bizans yönetimi, kendince iki önemli tedbir aldı: Bunlardan biri, İstanbul yarımadasını çevreleyen sur kapılarının ördürülmesi; diğeri ise Haliç'in girişinin kalın zincirlerle kapatılması.
Bu arada, hisarın inşasından sonra Edirne'ye giden Sultan Mehmed, bir mühendislik dehâsının eseri olan Şahî toplarının üretim faaliyetini başlattı. Bu toplar, hem kalın sur duvarlarını yıkmak, hem de surun gerisini vurmak gibi özelliklere sahipti.
Yapımı tamamlanan bu toplar, yine olağanüstü gayret ve emeklerle Edirne'den İstanbul surlarının önüne kadar getirilerek mevzilerine yerleştirildi.
Ortalama 600 kiloluk taş gülleler fırlatan Şahî topları, o güne kadar hiç keşfedilmemiş ve kullanılamamış ürkütücü bir savaş silâhı hüviyetini taşıyordu. Bazı durumlarda bir tondan ağır gülleleri de fırlatabilen bu topların surlarda açtığı gedik ve yaptığı tahribat, İstanbul'un fethini kolaylaştıran ikinci bir unsur oldu.
Çok yönlü bir kuşatma Yine daha evvelkilerden farklı olarak, yapılan kuşatma faaliyetleri de harikulâde bir seyir takip etti. Osmanlı kuvvetleri, bir yandan Adalar'ı fethederken, bir yandan da Haliç'ten Marmara sâhiline kadar olan bölgenin tamamını karadan kuşatma altına aldı. Üstelik, Sultan Mehmed de tâ surların yanı başına kadar gelerek burada karargâhını kurdu ve daraltmış olduğu kuşatma çemberini sıkı bir denetime tabi tuttu.
Taarruzdan evvel Bizans İmparatoruna haber gönderen Sultan Mehmed, şehrin anahtarını kansız ve savaşsız bir şekilde teslim etmesini istedi. Bu teklifin kesin bir dille reddedilmesi üzerine ise, umumî taarruz başlatılmış oldu.
Donanmanın karadan yürütülmesi Dünya harp tarihinin emsâlsiz bir sayfasını teşkil eden gelişmelerden biri de, 72 parçalık Osmanlı harp filosunun karadan yürütülerek Haliç'e indirilmesi hadisesidir.
Bu ender hadiseye dair bir şiir yazan Fazıl Hüsnü Dağlarca, İstanbul Fetih Destanı isimli eserinde yaşananları şu mısralarla tasvir ediyor:
Bir sabah fermân ile uyandık İstanbul kıyılarında, Bir sabah duyuldu, Sultan Mehmed: “Gemilerim karadan yüzdürülsün! Dağlar Taşlar inledi: “Emret!” Kazıklarla yarıldı yer, ufuklarca Saçılıp zümrüt göklere, gümüş böceklere merhamet Acayip pınarlardan, meçhul koruluklardan geçtik Zamanımızla durdu iki yanda Geçmiş devirler sed sed İlk defa, bu koca dünyâ ilk defa, Bir şey âşikâr oluyordu bütün milletlere ibret. (Devamı var)
Haliç üzerinde köprü kurulması İstanbul'un Haliç tarafındaki surlar daha zayıftı. Nasılsa buradan büyük tehlike gelmez diyerek, bu kesimin duvarları nisbeten daha mukavemetsiz yapılmıştı.
Haliç'in girişinin de zincirle kapatılmış olması, Bizans için ayrı bir güven unsuru teşkil etmişti.
Ancak, bambaşka bir gelişme yaşandı ve koca bir donanma bir gece içinde karadan yüzdürülerek Haliç'e indirilmişti. Buradaki surlar, artık güvenli olmaktan çıkmıştı.
Bunu yapmakla da yetinmeyen Sultan Mehmed, Haliç üzerinde karşıdan karşıya geçmeyi sağlayacak bir köprü inşa ettirdi. Dubalarla, sallarla birbirine bağlanan, üstü ise demir ve kalaslarla sağlama alınan bu köprü hakkında detaylı bilgi veren kaynaklar, üstünde beş kişinin yanyana yürüyebileceği harikulâde bir eserin çok sür'atli bir şekilde vücuda getirildiğini kaydediyor.
Lağım ve tünel faaliyetleri Surları yıkacak topları devreye sokan, Haliç'e gemiler indirip üzerinde köprü inşa eden, kara kısmını ise baştan başa kuşatma altına alan Sultan Fatih, bununla da yetinmeyerek, ayrıca lağım ve tünel açma faaliyetlerini devreye soktu.
Lağım kazıma çalışmaları, surların altını oymak şeklinde yapılıyordu. Tâ ki, nihaî merhalede şehir dört bir yanından hücuma uğrarken, şehrin içinden de ayrı bir faaliyet yürütülebilsin.
Ne var ki, bu faaliyetler tam istenildiği gibi yürütülemedi ve sur altından açılan tünellerden şehre girmek mümkün olamadı. Ama, bu olmadı diye pes edilmedi; diğer çalışmalara vargücüyle devam edildi.
Tekerlekli, makaralı kuleler İstanbul'un fethi öncesinde son derece dikkat çeken bir diğer teknolojik keşif de, tekerlekli ve makaralı kulelerdir. Sultan Fatih'in mühendislik dehasının bir eseri olan bu kuleler, surların seviyesine ulaşacak kadar yüksek yapılmışlardı. Ta ki, surların hem üst kısmına, hem de geri planda yer alan mevzilere hakimiyet kurulabilsin ve gerektiğinde ateşle karşılık verilebilsin.
Tarih kaynakları, bu tekerlekli kulelerin üst kısımlarına hafif tertip topların yerleştirildiğini ve çadırla kaplı bölmelerde yedekli topçuların bulunduğunu kaydediyor.
Hareket eden bu devâsâ kuleleri gören Bizans halkının dehşet içinde kaldığı ve bunun insan eseri değil, "şeytanî bir eser" olduğuna inandıkları da, yine kaydedilen bilgiler arasında.
Karşılıklı manevralar Osmanlı kuvvetleri ile Bizans kuvvetleri arasında çatışmalar devam ederken, bir yandan da diplomatik girişimler yapılıyordu. Sultan Mehmed, son hücumdan evvel Bizans imparatoruna yine elçi heyeti göndererek teslimiyet teklifinde bulundu. Ancak, daha evvelki gibi bu da reddedildi.
Ardından, bu kez Bizans tarafından bir elçi heyeti gönderildi. Bu elçiler Macar asıllıydı ve Osmanlı yönetimine tehditler savurarak bir an evvel kuşatmanın kaldırılmasını, aksi halde bütün Haçlı dünyasının üzerlerine doğru geleceğini söylediler.
Bunun üzerine Sultan Fatih'in başkanlığında toplanan Osmanlı Harp Meclisi, kısa bir müzakerenin ardından, kuşatmanın fetih tamamlanıncaya kadar aralıksız şekilde devam etmesine karar verdi.
Ölüm kalım savaşı Her iki taraf için de, gelinen noktadan geri dönüş yapma imkânı kalmamıştı. Mutlak sûrette, biri diğerini mağlûp edecek, hatta bir cihette yek diğerinin sonunu getirecekti.
Veziriâzam Çandarlızade Halil Paşanın tereddüt hasıl eden konuşma ve tutumuna rağmen, Sultan Mehmed zerrece pişmanlık duymadı ve hiç geri adım atmayarak nihaî kararlılığını şu sözlerle deklare etti: "Ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni!"
Sultan Fatih'in, ayrıca beklemeye ve kuşatma faaliyetini erteletmeye tahammülü yoktu. Zira, eğer bir–iki hafta içinde başarıya ulaşılmaz ve İstanbul fethedilmezse, ardından yaşanacak olan fecaatin boyutlarını biliyordu.
Fecaatin bir boyutu, Bizans'ın imdadına yetişmeye çalışan Haçlı dünyasıyla ilgiliydi. İki koldan harekete geçen Haçlı donanması, hem Tuna'dan Karadeniz'e doğru açılmaya yönelmiş, hem de bir başka donanmayla Ege Denizine kadar gelerek Osmanlı'ya buradan saldırmak için fırsat kollamaya başlamıştı.
Tehlike arz eden bir diğer husus ise, Osmanlı'nın kendi içindeki gayr–ı memnunlarla alâkalıydı. Bunlar, bir an evvel kuşatmadan vazgeçilmesini istiyordu. Buna rıza getirilmeyince bir derece sakinleşip susmuşlardı. Ancak, sürdürülen kuşatmanın başarısız olması halinde, bunlar da harekete geçecek ve ordu içinde büyük çatlak meydana getirebileceklerdi.
Neyse ki, korkulan olmadı. Her şey yolunda gitti, her şey usûlünce takip edildi ve nihayet o mukaddes fetih müyesser oldu.