Konuya cevap cer

Herhangi bir şeyden kaçma ve uzaklaşma mânâlarına gelen firar;  erbâbınca, halktan Hakk'a seyerân etmenin, gölgeden asla ilticâda  bulunmanın, damlayı bırakıp deryaya yönelmenin, zerreden vazgeçip güneşe  teveccühün ve benlikten sıyrılıp vücudu Hak şuaları içinde eritmenin  unvanı olmuştur ki; bunu insanın "seyr-i kalbî" ve "seyr-i ruhâni"sine  işaret eden: فَفِرُّوا إِلَى اللهِ "Kaçıp Allah'a sığınınız" meâlindeki âyetle irtibatlandırmak mümkündür.

  İnsan, imanı hesabına, beden ve cismâniyetin öldürücü atmosferinden  uzaklaştığı ölçüde Allah'a yaklaşmış ve kendine karşı da saygılı ve  anlayışlı davranmış sayılır. Böyle bir firârî ve Hak mültecîsinin nasıl  pâyelendirildiğini, o kapının sadık bir bendesi olan Hz. Mûsa (alâ  Nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz'den dinleyelim:

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ

"Sizinle beraber bulunmaktan korkup kaçtığım için, Rabbim bana hâkimiyet lütfetti ve beni mürselînden kıldı."[SUP][1][/SUP]  Bu beyânıyla Hakk'ın nebîsi, zevk ve vuslata, hilafet ve kurbete varan  yolun firardan geçtiğine dikkati çekiyor ve peygamberâne irâdelere  öncülük ediyor.

Avamın firarı; varlığın dağdağasından, ma'siyetin  çirkinliğinden Allah'ın üns ve gufrânına sığınma şeklinde olur. Bunlar  gözlerini her açıp kapayışlarında: رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ"Yarlığa Rabbim ve merhamet buyur; buyur ki, Sen merhameti en hayırlı olansın."[SUP][2][/SUP] âyetini okur.. ve oturur-kalkar:أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ "Rabbim işleyegeldiğim şeylerin şerrinden Sana sığınırım."[SUP][3][/SUP] der inlerler.

Havâssın firarı; sıfatlardan sıfatlara, sırdan şuhûda, rüsûmdan usûle ve nefsânî duygulardan ruhâni ihsaslaradır ki:اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ وَبِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ "Allahım Senin gazabından rızâna, ukûbetinden afvına sığınırım."[SUP][4][/SUP] sözleri onların her zamanki vird-i zebânlarıdır.

Haslar üstü hasların firarı ise, sıfâttan Zât'a ve Hak'tan yine Hakk'adır ki, her zaman: أَعُوذُ بِكَ مِنْكَ "Sen'den yine Sana sığınırım."[SUP][5][/SUP] der, heybet ve mehâbet soluklarlar.

Bu  firarların hemen hepsi de gidip bir ilticâ, bir himâye ve bir i'tisâmla  noktalanır. Firar, firar edenin ruh derinliği ile mebsûten mütenâsip  (doğru orantılı) olduğu gibi, netice itibarıyla varılan nokta da farklı  farklıdır.

Birinciler, otağlarını mârifet yamaçlarına kurar,  zerreden güneşlere kadar her şeyle O'nu hatırlar, O'nu anarlar..  ölçüleri aşan isteklere girer ve olmayacak şeyler düşlemeye başlarlar..  ve derken, vicdanlarında: مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ"Seni hakkıyla bilemedik."[SUP][6][/SUP] gerçeğini duyar ve dillerinde:

اِعْتِصَامُ الْوَرَى بِمَعْرِفَتِكَ

عَجَزَ الْوَاصِفُونَ عَنْ وَصْفِكَ

تُبْ عَلَيْنَـا فَإِنَّنَا بَشَـرٌ 

مَـا عَرَفْنَـاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ

"Varlık  senin mârifetinin peşinde, erbâb-ı lisân seni vasfetmekten âcizdir. Gel  tevbemizi kabul buyur; buyur ki, biz birer beşeriz, seni hakkıyla  bilemedik." sözleriyle kendilerinden geçerler.

İkinciler, her an  ayrı bir mârifet deryasına yelken açarlar ve hep ayrı ayrı vâridâtın  televvünâtıyla ömür sürdürürler. Sürdürürler ama, bir türlü berzahlardan  kurtulup tam hayret ufkuna da ulaşamazlar. Gözleri sürekli suûd  merdivenlerinde, arşiyeden arşiyeye uçar ve sukût tasavvurundan tir tir  titrerler...

Üçüncüler hâlin gel-gitlerinden kurtulmuş, başları  her an hayretin ayrı bir derinliğinde ve gözleri "Şerâb-ı aynemâ" ile  mahmur öyle mestlerdir ki, içinde bulundukları durumdan, -ihtimal-  İsrâfil'in sûruyla bile kendilerine gelemezler. Duygu, düşünce ve  tahayyüllerinin derinliğini, ancak yine kendileri gibi mest olan biri  ifade edebilir:

آن خِيَالاتي كه دَامِ اَوْلِيَاسْت

عَكسِ مَهْ رُويَانِ بُستَانِ خُدَاسْت

"Evliyâullaha tuzak olan o hayâller ise, Hudâ bahçesinin ay yüzlülerinin cemâllerinin yansımasından ibarettir." " بستان خدا" dan maksat, mertebe-i vâhidiyyet; "مه رويان"  dan murad da, Allah'ın esmâ ve sıfâtıdır ki, ehadiyyet mertebesinde  temâyüz ederler. Bu itibarla, meseleyi şöyle vaz' edebiliriz:  Evliyâullah'ın ayaklarına tuzak olan başka değil, esmâ ve sıfât-ı  ilâhiyenin tecelliyâtıdır. Ve o tecelliyât, hakikate karşı kapalı olan  gözsüzler nazarında hayâletten ibarettir. Sarı Abdullah Efendi'nin  ifadesiyle: "Enbiyâ ve evliyânın merâyâ-yı kalbleri, mezâhir-i esmâ ve  sıfât-ı külliye-i ilâhiye olmakla, sıfât-ı rabbâniye onların ay  yüzlerinin bostanı olup onlara her an ayrı bir sihir sunmaktadır."

Hâsılı; bunlar, firar edecekleri her şeyden firar edip فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لاَ انْفِصَامَ لَهَا fehvâsınca,  öyle sağlam bir tutamağa sımsıkı sarılmışlardır ki -Allah'ın izniyle-  artık onlar için kopup gitmek söz konusu değildir. Zira teveccühte  bulunulup kendisine bel bağlanılan Zât, ezelden ebede kadar varlığı  devam eden ve her şeyi her zaman görüp gözeten, gerçek varlık ve  büyüklük sahibi bir Zâttır ve bunlar O'nu bulmuş, O'nun kopmaz, kırılmaz  ipine sarılmış, dolayısıyla da düşüp helâk olmaktan, ayrı kalıp  yalnızlığa düşmekten ve yol şaşkınlığı yaşamaktan kurtulmuş olurlar ki, اَللهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ"Allah (celle celâluhu), bu ölçüde iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır."[SUP][7][/SUP]  mazmununca, onları dört bir yandan kuşatan bütün karanlıklar kalkar.  Gözler doğruyu görmeye, kulaklar doğruyu işitmeye başlar; gökler, yıldız  yıldız tebessümler yağdırır.. aylar, güneşler bir uhrevî derinliğe  bürünür.. zerreden sistemlere kadar her şey okunan bir kitap, temâşâ  edilen bir manzara hâlini alır.. baharlar neşeyle kahkaha atar.. yazlar  duygularımıza kemâl endamlı melodiler dinletir.. acılar, elemler silinir  gider.. köpük köpük her yanı ruhânî zevkler bürür.. ve insanca var  olmanın, yaşamanın bütün hazları birden duyulur.

Bu sonsuz ruhânî  zevkleri "ilelebed" duymak isteyenler, her zaman fevkalâde bir  titizlikle, Allah'ın istemediklerinden istediklerine, yasaklarından  emrettiklerine, sevmediklerinden sevip razı olduklarına hicretler  gerçekleştirir, firarlar yaşar ve her şeyi O'na bağlamada karar kılarlar  ki, hakikî i'tisâm da işte budur.

اَللَّهُمَّ  إِنِّي أَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا سَأَلَكَ بِهِ نَبِيُّكَ مُحَمَّدٌ  صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا  اسْتَعَاذَكَ مِنْهُ نَبِيُّكَ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

Sızıntı, Ekim 1992


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst