ABDULLAH4
Forum Yöneticisi
Gençlere Neden Güvenmiyoruz?
Günlerim gençlerle birlikte geçiyor. Fırsat buldukça, ders aralarında, sohbet ediyoruz. En büyük sıkıntıları, anne babaların ve öğretmenlerin kendilerine güvenmemeleri. Bilhassa anne babalar gençlere, nasihat ederken bile, iğneleyici, suçlayıcı ve yargılayıcı bir dille yaklaşıyorlar: “Biz senin yaşında iken gaz lambasının ışığında ders çalışırdık. Çocukluğumuz yokluk içinde geçti. Öğretmenlerimizi görünce kaçacak delik arardık. Ödevimizi yapmadan okula gitmezdik. Büyüklerimizin yanında lafa karışmazdık...” Uzayıp giden benzeri nasihatler. Genç içinden, “Ne zaman bitecek bu nasihat işkencesi?” der.
Gençlerin en mutlu çağı çocukluk çağıdır. “Çocuktur” der her şeyini anlayışla karşılarız. Okula başladığı andan itibaren bütün özgürlükleri elinden alınır. Artık o ders çalışmaktan başka işi olmayan bir makinedir. Öğretmenler bile çocuğa “ders çalışan makine” gözüyle bakarlar.
Anne babaların çoğu, çocuklarına yeterli zaman ayırmadıkları için, onları tanımıyorlar. Aralarında duygusal bir bağ yok. Eğer derslerine çalışıyor, iyi notlar alıyor, anne babanın sözünden dışarı çıkmıyorsa her şey yolunda demektir. Bir dersten zayıf aldığı zaman çatışma başlar. Öğrencilerimle yaptığım sohbetlerde sırf anne ve babalarını mutlu etmek için ders çalıştıklarını söylüyorlar. Takdir alan bir öğrencime belgesini verirken yüzünde hiç sevinç belirtisi görmeyince merak edip sordum: “Oğlum, takdir belgesi aldın, neden sevinmiyorsun?” Takdir belgesine alaylı bir gülüşle baktı: “Ben neden sevineyim hocam, dedi, annem sevinsin. Takdir belgesini eline alıp arkadaşlarına ve komşu hanımlarına gösterip hava atacak. ‘Benim oğlum takdir aldı’ deyip övünecek...”
Liselerde eğitim ve öğretim yok. Bütün çalışmalar üniversite sınavlarına endeksli ve ezbere dayalı. Üniversite sınavlarında çıkmayan konular atlanıyor. Gençler okuldan çıkıyor, dershaneye gidiyor. Dershaneden elinde bir tomar testle çıkıyor. Eve gidiyor, gece yarılarına kadar test çözüyor. Her biri kendisini yarış atı gibi hissediyor. Arkada kalmamak için koşturuyor. Çoğu test çözmekten sürmenaj oluyor, ruh sağlıkları bozuluyor. Hiçbir öğrencimin ders çalışmaktan zevk aldığını duymadım. Anne babalarını ve öğretmenlerini memnun etmek için kendilerini ders çalışmak zorunda hissediyorlar.
Gençlerin nasıl davranacağına, nasıl ders çalışacağına, neyi ne zaman yapacağına anne babalar ve öğretmenler karar verirler. Gençlerin ne düşündüğü önemli değildir. Kurallar belirlenirken ve program yapılırken onların fikri sorulmaz. Veli toplantısında, yatılı kalan çok başarılı bir öğrencinin annesi ayağa kalkıp söz istedi: “Gece saat 11’de bütün öğrencilerin yatmasını mecbur tutuyormuşsunuz. Halbuki benim oğlum, herkes yattıktan sonra, ders çalışmak istiyor. Gece 11’den sonra ders çalışmak isteyenlere bir oda ayıramaz mısınız?” Dayanamadım, hanımın sorusuna soru ile karşılık verdim: “Hanımefendi, dedim, acaba gece 11’den sonra ders çalışmayı oğlunuz mu istiyor yoksa siz mi istiyorsunuz? Bunu bir açıklığa kavuşturalım...” Gece yarısından sonra çocuğun ders çalışmasını isteyen elbette annesi idi. Çocuk çok zeki ve başarılı olmasına rağmen anne tatmin olmuyordu, onun daha çok ders çalışmasını ve okul birincisi olmasını istiyordu. Psikolojide biz bunlara mükemmeliyetçi tipler diyoruz. Her şeyin en iyi ve en mükemmel olmasını isterler. Hayallerindeki mükemmele ulaşamadıkları için de hayatları mutsuzluk içinde geçer.
Dehanın önündeki en büyük engel müdahaledir. “Onu öyle değil böyle yap!” dediğiniz zaman yeteneğini köreltir kendinize benzetirsiniz. Sizi memnun etmek için size benzemeye çalışan çocukta kişilik gelişmez. Kişiliği silik gölge bir tip olur. Kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenemez. Kendisini değerli hissetmez. Özgüven duygusu yoktur. Karşılaştığı problemlerini çözemez, yeni şeyler üretemez. Kendisi için değil başkaları için yaşar. Ne olmak istediğini, hayattan ne beklediğini bilemez.
Üniversite sınavlarına hazırlanan gençlere soruyorum: “Niçin üniversiteye girmek istiyorsunuz, amacınız nedir?” Çoğunun amacı iyi bir üniversiteye girerek ailelerini mutlu etmek. Anne babaların en büyük eğitim yanlışı, gençlerle konuşmadan, onların fikrini sormadan, onlar adına karar vermeleri ve gençlere de tartışmasız uymalarını istemeleri. Hal böyle olunca, gençler anne baba ile çatışmaya girmemek için iki yüzlü davranmak zorunda kalıyor. Sıkıştığı yerde yalan söylüyor. Lise ikideki bir öğrencimin bana yalvardığını hatırlıyorum: “Hocam ne olur benim yazılı sınavından aldığım şu kırkı altmış yapın!” Yazılı sınav notunu değiştiremeyeceğimi o da biliyordu, ama çok zayıf bir ümit de olsa benden bunu istiyordu. “Yazılı notunu değiştiremeyeceğimi bildiğin halde neden benden bunu istiyorsun?” dediğimde verdiği cevap çok düşündürücüydü. “Hocam, babam yazılıdan kırk aldığımı duysa beni eve koymaz. Ne olur, bari zayıf aldığımı babama söylemeyin. Çok çalışır bir sonraki sınavda düzeltirim.” Eğer bir öğrencinin baba ile ilişkileri nota endeksli ise, o ailede mutsuz bir genç var demektir.
Gençlerle anne baba arasındaki ilişkilerin temeli çocuklukta atılır. Eğer anne baba çocuğa yeterli zaman ayırıp onunla sıcak ilişkiler kuramamış, ona yeterli sevgi verememiş ise çocuk kendisini ailede değersiz biri olarak algılayacak, güven duygusu yeterince gelişmeyecektir. Kendisine değer verilen ve sevilen bir çocuk, bu değeri ve sevgiyi kaybetmemek için yanlış yapmamaya çalışacaktır. Deneme yanılma yoluyla elde edilen bilgi en kalıcı bilgidir. Çocuklarımıza deneme fırsatı verelim. Çünkü, çocuk ancak deneyerek yeteneklerinin farkına varabilir. Zayıf ve kuvvetli yönlerini keşfeder. Problemlerini kendi başına çözme alışkanlığı kazanır.
Çocukta kişilik gelişimini engelleyen faktörlerden biri de anne babanın sorumluluğu ele almasıdır.
ALİ ÇANKIRILI
Zafer Dergisi
Günlerim gençlerle birlikte geçiyor. Fırsat buldukça, ders aralarında, sohbet ediyoruz. En büyük sıkıntıları, anne babaların ve öğretmenlerin kendilerine güvenmemeleri. Bilhassa anne babalar gençlere, nasihat ederken bile, iğneleyici, suçlayıcı ve yargılayıcı bir dille yaklaşıyorlar: “Biz senin yaşında iken gaz lambasının ışığında ders çalışırdık. Çocukluğumuz yokluk içinde geçti. Öğretmenlerimizi görünce kaçacak delik arardık. Ödevimizi yapmadan okula gitmezdik. Büyüklerimizin yanında lafa karışmazdık...” Uzayıp giden benzeri nasihatler. Genç içinden, “Ne zaman bitecek bu nasihat işkencesi?” der.
Gençlerin en mutlu çağı çocukluk çağıdır. “Çocuktur” der her şeyini anlayışla karşılarız. Okula başladığı andan itibaren bütün özgürlükleri elinden alınır. Artık o ders çalışmaktan başka işi olmayan bir makinedir. Öğretmenler bile çocuğa “ders çalışan makine” gözüyle bakarlar.
Anne babaların çoğu, çocuklarına yeterli zaman ayırmadıkları için, onları tanımıyorlar. Aralarında duygusal bir bağ yok. Eğer derslerine çalışıyor, iyi notlar alıyor, anne babanın sözünden dışarı çıkmıyorsa her şey yolunda demektir. Bir dersten zayıf aldığı zaman çatışma başlar. Öğrencilerimle yaptığım sohbetlerde sırf anne ve babalarını mutlu etmek için ders çalıştıklarını söylüyorlar. Takdir alan bir öğrencime belgesini verirken yüzünde hiç sevinç belirtisi görmeyince merak edip sordum: “Oğlum, takdir belgesi aldın, neden sevinmiyorsun?” Takdir belgesine alaylı bir gülüşle baktı: “Ben neden sevineyim hocam, dedi, annem sevinsin. Takdir belgesini eline alıp arkadaşlarına ve komşu hanımlarına gösterip hava atacak. ‘Benim oğlum takdir aldı’ deyip övünecek...”
Liselerde eğitim ve öğretim yok. Bütün çalışmalar üniversite sınavlarına endeksli ve ezbere dayalı. Üniversite sınavlarında çıkmayan konular atlanıyor. Gençler okuldan çıkıyor, dershaneye gidiyor. Dershaneden elinde bir tomar testle çıkıyor. Eve gidiyor, gece yarılarına kadar test çözüyor. Her biri kendisini yarış atı gibi hissediyor. Arkada kalmamak için koşturuyor. Çoğu test çözmekten sürmenaj oluyor, ruh sağlıkları bozuluyor. Hiçbir öğrencimin ders çalışmaktan zevk aldığını duymadım. Anne babalarını ve öğretmenlerini memnun etmek için kendilerini ders çalışmak zorunda hissediyorlar.
Gençlerin nasıl davranacağına, nasıl ders çalışacağına, neyi ne zaman yapacağına anne babalar ve öğretmenler karar verirler. Gençlerin ne düşündüğü önemli değildir. Kurallar belirlenirken ve program yapılırken onların fikri sorulmaz. Veli toplantısında, yatılı kalan çok başarılı bir öğrencinin annesi ayağa kalkıp söz istedi: “Gece saat 11’de bütün öğrencilerin yatmasını mecbur tutuyormuşsunuz. Halbuki benim oğlum, herkes yattıktan sonra, ders çalışmak istiyor. Gece 11’den sonra ders çalışmak isteyenlere bir oda ayıramaz mısınız?” Dayanamadım, hanımın sorusuna soru ile karşılık verdim: “Hanımefendi, dedim, acaba gece 11’den sonra ders çalışmayı oğlunuz mu istiyor yoksa siz mi istiyorsunuz? Bunu bir açıklığa kavuşturalım...” Gece yarısından sonra çocuğun ders çalışmasını isteyen elbette annesi idi. Çocuk çok zeki ve başarılı olmasına rağmen anne tatmin olmuyordu, onun daha çok ders çalışmasını ve okul birincisi olmasını istiyordu. Psikolojide biz bunlara mükemmeliyetçi tipler diyoruz. Her şeyin en iyi ve en mükemmel olmasını isterler. Hayallerindeki mükemmele ulaşamadıkları için de hayatları mutsuzluk içinde geçer.
Dehanın önündeki en büyük engel müdahaledir. “Onu öyle değil böyle yap!” dediğiniz zaman yeteneğini köreltir kendinize benzetirsiniz. Sizi memnun etmek için size benzemeye çalışan çocukta kişilik gelişmez. Kişiliği silik gölge bir tip olur. Kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenemez. Kendisini değerli hissetmez. Özgüven duygusu yoktur. Karşılaştığı problemlerini çözemez, yeni şeyler üretemez. Kendisi için değil başkaları için yaşar. Ne olmak istediğini, hayattan ne beklediğini bilemez.
Üniversite sınavlarına hazırlanan gençlere soruyorum: “Niçin üniversiteye girmek istiyorsunuz, amacınız nedir?” Çoğunun amacı iyi bir üniversiteye girerek ailelerini mutlu etmek. Anne babaların en büyük eğitim yanlışı, gençlerle konuşmadan, onların fikrini sormadan, onlar adına karar vermeleri ve gençlere de tartışmasız uymalarını istemeleri. Hal böyle olunca, gençler anne baba ile çatışmaya girmemek için iki yüzlü davranmak zorunda kalıyor. Sıkıştığı yerde yalan söylüyor. Lise ikideki bir öğrencimin bana yalvardığını hatırlıyorum: “Hocam ne olur benim yazılı sınavından aldığım şu kırkı altmış yapın!” Yazılı sınav notunu değiştiremeyeceğimi o da biliyordu, ama çok zayıf bir ümit de olsa benden bunu istiyordu. “Yazılı notunu değiştiremeyeceğimi bildiğin halde neden benden bunu istiyorsun?” dediğimde verdiği cevap çok düşündürücüydü. “Hocam, babam yazılıdan kırk aldığımı duysa beni eve koymaz. Ne olur, bari zayıf aldığımı babama söylemeyin. Çok çalışır bir sonraki sınavda düzeltirim.” Eğer bir öğrencinin baba ile ilişkileri nota endeksli ise, o ailede mutsuz bir genç var demektir.
Gençlerle anne baba arasındaki ilişkilerin temeli çocuklukta atılır. Eğer anne baba çocuğa yeterli zaman ayırıp onunla sıcak ilişkiler kuramamış, ona yeterli sevgi verememiş ise çocuk kendisini ailede değersiz biri olarak algılayacak, güven duygusu yeterince gelişmeyecektir. Kendisine değer verilen ve sevilen bir çocuk, bu değeri ve sevgiyi kaybetmemek için yanlış yapmamaya çalışacaktır. Deneme yanılma yoluyla elde edilen bilgi en kalıcı bilgidir. Çocuklarımıza deneme fırsatı verelim. Çünkü, çocuk ancak deneyerek yeteneklerinin farkına varabilir. Zayıf ve kuvvetli yönlerini keşfeder. Problemlerini kendi başına çözme alışkanlığı kazanır.
Çocukta kişilik gelişimini engelleyen faktörlerden biri de anne babanın sorumluluğu ele almasıdır.
ALİ ÇANKIRILI
Zafer Dergisi