Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Gençlik Rehberi
Gençlik rehberi 18- (Otuzikinci Sözün Üçüncü Mevkıfından)
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="müdavim" data-source="post: 185139" data-attributes="member: 5987"><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> İşte şu müvazene, ehl-i dalâletle ehl-i îmanın hayat ve vazife cihetindeki mâhiyetlerine işaret eden:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ . ثُمَّ رَدَدْ نَاهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ . اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُو وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ hem netice ve âkıbetlerine işaret eden فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَآءُ وَاْلاَرْضُ olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu'cizane beyan ettiğimiz müvazeneyi ifade ederler.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>Birinci âyet</strong></span>: "Onbirinci Söz"de tafsilen o âyetin i'cazkârane ve îcazkârane ifade ettiği hakikatı, o Sözde beyan edildiğinden onu oraya havale ederiz.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>İkinci âyet ise</strong></span>: Yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semavat ve zemin onların üstünde ağlamıyorlar. Ve mefhum-u muhalif ile delâlet ediyor ki: Ehl-i îmanın dünyadan gitmesiyle, semavat</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">sh: » (G: 118)</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">ve zemin onların üstünde ağlıyor. Yâni: Ehl-i dalâlet, madem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânalarını bilmiyor, onların kıymetlerini ıskat ediyor. Sâni'lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adâvet ettiğinden elbette semavat ve zemin onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder Onların gebermesiyle memnun olurlar. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">Ve mefhum-u muhalif ile der: Semavat ve arz, ehl-i îmanın ölmesiyle ağlarlar. Zira ehl-i man ise; -çünkü- semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânaları îman ile anlıyor. "Ne kadar güzel yapılmışlar! Ne kadar güzel hizmet ediyorlar!" diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i îmanın zevaline mahzun oluyorlar.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>Mühim Bir Sual</strong></span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> Diyorsunuz ki: Muhabbet, ihtiyarî değil. Hem ihtiyac-ı fıtriye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâdlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbablarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmiyeceğim? Nasıl</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">sh: » (G: 119)</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>Elcevap</strong></span>: "Dört nükte"yi dinle.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>BİRİNCİ NÜKTE</strong></span>: Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat ihtiyar ile muhabbetin yüzü, bir mahbubtan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ: Bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü, mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> <span style="color: Red"><strong>İKİNCİ NÜKTE</strong></span>: Tâdâd ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti nâmına sev deriz. Meselâ: Leziz taamları, güzel meyveleri Cenâb-ı Hakkın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahimîn in'âmı cihetinde sevmek, "Rahmân" ve "Mün'im" isimlerini sevmektir. Hem mânevi bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân nâmına olduğunu gösteren, meşrû dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane, müteşekkirâne yemektir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"> Hem peder ve valideyi şefkat ile techiz eden ve seni onların merhametli ellerriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onla</span></span></p><p> <span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">sh:» (G: 120)</span></span></p><p> <span style="font-size: 12px"><span style="color: Black"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Black">ra hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakkın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat; Lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiç bir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.</span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="müdavim, post: 185139, member: 5987"] [SIZE="3"][COLOR="Black"] İşte şu müvazene, ehl-i dalâletle ehl-i îmanın hayat ve vazife cihetindeki mâhiyetlerine işaret eden: لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ . ثُمَّ رَدَدْ نَاهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ . اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُو وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ hem netice ve âkıbetlerine işaret eden فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَآءُ وَاْلاَرْضُ olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu'cizane beyan ettiğimiz müvazeneyi ifade ederler. [COLOR="Red"][B]Birinci âyet[/B][/COLOR]: "Onbirinci Söz"de tafsilen o âyetin i'cazkârane ve îcazkârane ifade ettiği hakikatı, o Sözde beyan edildiğinden onu oraya havale ederiz. [COLOR="Red"][B]İkinci âyet ise[/B][/COLOR]: Yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki: Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semavat ve zemin onların üstünde ağlamıyorlar. Ve mefhum-u muhalif ile delâlet ediyor ki: Ehl-i îmanın dünyadan gitmesiyle, semavat sh: » (G: 118) ve zemin onların üstünde ağlıyor. Yâni: Ehl-i dalâlet, madem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânalarını bilmiyor, onların kıymetlerini ıskat ediyor. Sâni'lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adâvet ettiğinden elbette semavat ve zemin onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder Onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalif ile der: Semavat ve arz, ehl-i îmanın ölmesiyle ağlarlar. Zira ehl-i man ise; -çünkü- semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânaları îman ile anlıyor. "Ne kadar güzel yapılmışlar! Ne kadar güzel hizmet ediyorlar!" diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i îmanın zevaline mahzun oluyorlar. [COLOR="Red"][B]Mühim Bir Sual[/B][/COLOR] Diyorsunuz ki: Muhabbet, ihtiyarî değil. Hem ihtiyac-ı fıtriye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâdlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbablarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmiyeceğim? Nasıl sh: » (G: 119) bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir? [COLOR="Red"][B]Elcevap[/B][/COLOR]: "Dört nükte"yi dinle. [COLOR="Red"][B]BİRİNCİ NÜKTE[/B][/COLOR]: Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat ihtiyar ile muhabbetin yüzü, bir mahbubtan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ: Bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü, mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir. [COLOR="Red"][B]İKİNCİ NÜKTE[/B][/COLOR]: Tâdâd ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti nâmına sev deriz. Meselâ: Leziz taamları, güzel meyveleri Cenâb-ı Hakkın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahimîn in'âmı cihetinde sevmek, "Rahmân" ve "Mün'im" isimlerini sevmektir. Hem mânevi bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân nâmına olduğunu gösteren, meşrû dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane, müteşekkirâne yemektir. Hem peder ve valideyi şefkat ile techiz eden ve seni onların merhametli ellerriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onla sh:» (G: 120) ra hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakkın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat; Lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiç bir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.[/COLOR][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Gençlik Rehberi
Gençlik rehberi 18- (Otuzikinci Sözün Üçüncü Mevkıfından)
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst