Konuya cevap cer

Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir. (Ahzâb Sûresi: 72.)


Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, ene'dir. Evet ene, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tûbâ ile, müdhiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehmini teshil edecek bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki:


Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes'eleye dair "Şemme" isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki: Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kâinat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır. Şöylek ki:


Sâni'-i Hakîm, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi' bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyasî, bir mevcud-u hakikî olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakikî vücudu lâzım değildir.



Said Nursi




Müteaddid: Çok sayıda, birçok, çeşitli.

Vücuh: Vecihler, yönler, tarzlar, biçimler, şekiller.

Ene: Ben, benlik.

Zaman-ı Âdem: Hz.Adem(as) zamanından.

Alem-i insaniyet: İnsanlık alemi, insanlık dünyası.

Şecere-i tûbâ: Tuba ağacı, cennetteki tuba ağacı.

Şecere-i zakkum: Zakkum ağacı, meyveleri cehennemliklerin yiyeceği olan bir cehennem ağacı.

Azîm: Büyük, yüce.

Fehm: Anlayış.

Teshil: Kolaylaştırma.

Mukaddime: Başlangıç, önsöz, giriş.

Künuz-u mahfiye: Gizli hazineler.

Esma-i İlahiye: Allah’a(cc) ait isimler.

Tılsım-ı muğlak: Anlaşılması zor kapalı ve gizli mana.

Muamma-yı müşkilküşa: Müşkülleri açan muamma, zorlukların kapısını açan bilinmez ve anlaşılmaz gizli gerçek.

Tılsım-ı hayretfeza: Hayret verici tılsım, hayret verici gizli ve derin sır.

Alem-i vücub: Vücub alemi, Allah’a(cc) ait isim ve sıfatlar alemi.

Künuz: Hazineler, defineler.

Miftah: Anahtar.

Zahiren: Zahir olarak, görünüş olarak, göründüğü gibi.

Hallak-ı Kâinat: Kainatın(evrenin) yaratıcısı.

Künuz-u mahfiye: Gizli hazineler.

Muğlak: Kapalı, anlaşılması çok zor.

Müşkil: Zor, güç, çetin.

Mahiyet: İç yüz, esas, asıl, temel özellik, temel gerçek.

Sırr-ı hilkat: Yaratılış sırrı, yaratılışın derin ve gizli manası, yaratılıştaki gizli gerçek.

Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp her şeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.

Rububiyet: Allah’ın(cc) terbiyecilik sıfatı, Allah’ın(cc) her şeyin sahibi, ihtiyaçlarının karşılayıcısı ve terbiye edicisi olması.

Şuunat: İşler, olaylar. *Kabiliyetler, yetenekler.

Hakikat: Gerçek.

Câmi': Kendinde toplayan, çok özellikli, toplayıcı.

Vâhid-i kıyasî: Ölçü birimi, bir şeyin miktarını ve diğer özelliklerini ölçmek için belirlenen değişmez parça veya miktar (ağırlık için kilo, uzunluk için metre, sıvı için litre gibi).

Evsaf-ı rububiyet: Rububiyet sıfatları, her şeyin sahibi ve terbiyecisi olmanın sıfatları(üstün özellikleri).

Şuunat-ı uluhiyet: Uluhiyet şuunatı, Allah’ın(cc) kainatı ve bütün varlıkları emir ve idaresi altına alıp kendine kulluk ettirmekliğindeki işler.

Mevcud-u hakikî: Hakiki mevcud, gerçek varlık.

Hendese: Matematikte çizim ve şekil bilgisi, geometri, mühendislik.

Farazî: Farz edilen, varsayılan, sanki varmış gibi kabul edilen.

Vâhid-i kıyasî: Ölçü birimi, bir şeyin miktarını ve diğer özelliklerini ölçmek için belirlenen değişmez parça veya miktar (ağırlık için kilo, uzunluk için metre, sıvı için litre gibi).

Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçekleşmek, gerçeklik kazanma, ortaya çıkma.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst