Giriş - Sayfa 41
bir mühim âmili de bu olsa gerektir ve tenkit edilmemelidir. Nazar-ı dikkatle bu zâtı ve eserlerini temaşa edenler, kemal-i takdirle tebrik ve senâdan kendilerini alamamışlardır.
Bilhassa mahkûm ettirilmek için sevk edildiği mahkemeler ve ehl-i vukuflar, eserlerini ve hayatını tetkikten sonra, eserlerinde görünen kemalât ve güzelliği tasdik etmişlerdir. Şu halde, milletin en zekî ve ferasetli tabakasının, ehl-i akıl ve kalbin yarım asırdan beri devam edegelen ve gittikçe umumiyet kesb eden Said Nursî ve Risale-i Nur hakkındaki kanaat ve ifadeleri, gerçekten büyük bir hakikatin tezahürü olarak kabul edilmek icap eder.


Sual: Madem Allah Alîmdir. Onun bilmesi ve iltifatı kâfidir. Ehl-i kemal büyük zatlar, daima kendilerini setretmişler. Hem bâki bir âlemde hakikatler bütün çıplaklığıyla ortaya döküleceğine göre, niçin Risale-i Nur’un meziyetleri, İlâhî inayet ve ikramlar çoklukla zikredilmiş; Said Nursî’nin hizmet-i Kur’âniyesi esnasında mazhar olduğu harika muvaffakiyet ve kemalât beyan edilmiş ve bunlar niçin neşredilmiş; hattâ ilmî eserlerinin bir çoğunun arkasında bu nevi takrizler konulmuş?
Cevap: Bu hususta mukni cevaplar bazı mektuplarda vardır. Bir hülâsası şudur:
Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’un neşriyle hizmeti, doğrudan doğruya Kur’ân hesabınadır. İman hakikatlerinin neşri, Müslümanların imanlarının takviyesi, kuvvetlenmesi, dolayısıyla İslâm dininin teâli etmesi, din düşmanlarının müfsit hücumlarının def edilmesi ve İslâm dininin insanlar arasında maddî ve mânevî kemalâtın zübde ve hülâsası olduğunu âleme ilân etmek ve herkese kanaat-i kat’iye vermek için zikredilmiştir. Yukarıda bahsedildiği gibi, aleyhte olanlar öyle insafsızca hücumlarda bulunmuşlardır ki, Said Nursî hadsiz muarızlara,
Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan Allah | asır: yüzyıl |
beyan etme: açıklama | bilhassa: özellikle |
bâki: devamlı, sürekli | ehl-i akıl ve kalp: akıllıca düşünebilen ve vicdan sahibi kişiler |
ehl-i kemâl: manevî âlemlerde çok yüksek derecelere çıkan, halleri ve özellikleriyle mükemmel olan insanlar | ehl-i vukuf: bir meseleyi derinliğine bilen ihtisas sahipleri; bilirkişiler |
esnasında: sırasında | ferâset: çabuk sezme ve anlama kabiliyeti |
hadsiz: sayısız | hakikat: gerçek, doğru |
hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmeti | hülâsa: özet |
icap etme: gerekme | ikram: bağış, iyilik |
iltifat: yönelme ve değer verme | inayet: gözetme, yardım etme |
kanaat-i kat’iye: kesin kanaat, görüş | kemal-i takdir: çok yüksek ve geniş bir seviyede takdir etme |
kemâlât: mükemmel ve üstün özellikler | kesb eden: kazanan |
kâfi: yeterli | mahkûm ettirme: mahkemede ceza verilmesini sağlama |
mazhar olma: ayna olma, erişme | meziyet: üstün özellik |
muarız: karşı gelen, karşıt | mukni: ikna edici |
muvaffakiyet: başarı | müfsit: bozguncu |
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış | nevi: çeşit, tür |
neşr: yayma, insanlara ulaştırma | senâ: övme, methetme |
setretme: örtme, gizleme | sual: soru |
takriz: birşeyi veya bir eseri beğendiğini söyleme amacıyla yazılan yazı | takviye: güçlendirme |
tasdik etme: kabul etme, onaylama | temâşâ etme: seyretme, gözlemleme |
tenkit: eleştirme | tetkik: inceleme, araştırma |
tezahür: belirme, görünme, ortaya çıkma | teâli etme: yücelme, yükselme |
umumiyet: genellik | zikretme: anma, ifade etme |
zübde: en seçkin kısım, öz, kaynak | âmil: sebep
|