MUHAMMED AÞIÐI
Active member
Hayli zamandır, insanlarımız neticesi meşkûk (şek'li, şüpheli) birtakım gündem maddeleriyle meşgul ediliyor.
Evlerden, kahve köşeşelerinden, tâ Meclis zeminine kadar hemen her ortamda tartışmaya açılan bu maddelerin biri bitmeden, bir diğeri devreye sokuluyor.
İki sene öncesinin en hararetli tartışma konusu, başörtüsü meselesiydi. Özellikle kız öğrencilerin, başı örtülü şekilde üniversiteye girip giremeyeceği hususu tartışılıyordu. Meclis ve kamuoyu, bu konuyla günlerce, aylarca meşgul edildi.
Bu arada yapılan ciddî usûl hataları sebebiyle, yaşanan sıkıntı eskisinden beter bir hale geldi.
Mesele, ne yazık ki, fiyaskoyla neticelendi. Kışkırtılan hevesler hapsedildi, ümitler ye'se inkılâp ettirildi.
Katsayı meselesinde, yine benzer bir durum yaşandı.
Ardından bir "açılım" furyası başladı ki, içinin–dışının ne olduğunu bilene, başını–sonunu kestirene aşk olsun.
Bu ucûbeye, önce "Kürt açılımı" dendi. İkinci adımda DTP Başkanıyla "ikili görüşme" hadisesi gerçekleşti.
Reaksiyonlar artınca, paketin ismi "Demokratik açılım"a dönüştürüldü.
Baykal'a yazılan görüşme talepli mektupta, "Millî birlik projesi" ismi telaffuz edildi. DTP'ye yönelik son mesajlarından birinde ise, "Millî birlik ve kardeşlik projesi" ifadesinin kullanıldığına şahit olduk.
Nereden nereye...
Görülüyor ki, bu "açılım" denen şey, lastik gibidir. Nereye istersen, oraya çekebiliyorsun. Tartışılması, havanda su dövmek gibidir; müsbet bir neticeye varamıyorsun.
Şimdi, bu ucûbe açılımın tam da ciddî mânâda tökezlediği ve kapanmaya yüz tuttuğu bir anda, pat diye "gizli mezar" meselesi gündeme getirildi.
Medyaya yansıyan haberlere göre, Başbakanlık tarafından, mezarı meçhulde olan Seyyit Rıza, Şeyh Said ve Said Nursî gibi zatlar için "Mezarları araştırılsın!" talimatı verilmiş.
Alın size nur topu gibi bir gündem maddesi daha...
Konuşun, tartışın, tartışabildiğiniz kadar... Zıtlaşın, zıtlaşabildiğiniz kadar...
Göreceksiniz, bu tartışma ve zıtlaşmalarla bütün sıkıntılar bitecek, bütün dertler devâ bulacak; herkesin karnı tok, sırtı pek bir hale gelecek; vatan sathı, gül–gülistan olacak(!)
Şu hale ağlasak mı, gülsek mi, bilemiyoruz.
Yahu, şu gizli mezar meselesi, öyle hassas bir konu ve öylesine netameli bir meseledir ki, aynı dâvâya gönül vermiş insanları dahi zıt kutuplara iterek onları karşı karşıya getirebiliyor.
Ama, kimin umurunda?
Meseleye bodoslamasına dalan, sazan gibi atlayan, dahası, hükûmetin hasenat kefesine yazılacak diye, konuya "Mal bulmuş Mağribî gibi" sarılanlar oldu.
Esasında, maddî–mânevî kriz sancıları çeken kitleleri avutmak ve oyalamak için, bundan âlâ gündem maddesi bulunmaz.
Bu arada, gizli mezarın araştırılması, yahut bulunmasının, bugün itibariyle ne getirip ne götüreceğine bakmadan, faydalı mı yoksa zarar verici mi olacağına aldırmadan, fütursuzca giden, bu vâdide pervasızca (hatta yer yer nezaketsizce) at koşturanlara da şahit olmaktayız.
Meselâ, "Benim mezarım gizli kalacak" diye haber veren ve bunun sırr–ı hikmetini mükerreren izah eden Bediüzzaman Hazretlerinin mezar meselesini düşünelim... (Emirdağ Lâhikası, s. 417)
Hemen bütün Nur Talebeleri biliyorlar ki, bu meselenin iki yönü var: Biri beşerin zulmü, diğeri ise kaderin adâleti.
Nasip olursa, bir sonraki yazıda bu iki nokta üzerinde durmak ve mezarının gizli kalmasına dair sırlı hikmetleri nazara vermek arzusundayız.
ALINTI
Evlerden, kahve köşeşelerinden, tâ Meclis zeminine kadar hemen her ortamda tartışmaya açılan bu maddelerin biri bitmeden, bir diğeri devreye sokuluyor.
İki sene öncesinin en hararetli tartışma konusu, başörtüsü meselesiydi. Özellikle kız öğrencilerin, başı örtülü şekilde üniversiteye girip giremeyeceği hususu tartışılıyordu. Meclis ve kamuoyu, bu konuyla günlerce, aylarca meşgul edildi.
Bu arada yapılan ciddî usûl hataları sebebiyle, yaşanan sıkıntı eskisinden beter bir hale geldi.
Mesele, ne yazık ki, fiyaskoyla neticelendi. Kışkırtılan hevesler hapsedildi, ümitler ye'se inkılâp ettirildi.
Katsayı meselesinde, yine benzer bir durum yaşandı.
Ardından bir "açılım" furyası başladı ki, içinin–dışının ne olduğunu bilene, başını–sonunu kestirene aşk olsun.
Bu ucûbeye, önce "Kürt açılımı" dendi. İkinci adımda DTP Başkanıyla "ikili görüşme" hadisesi gerçekleşti.
Reaksiyonlar artınca, paketin ismi "Demokratik açılım"a dönüştürüldü.
Baykal'a yazılan görüşme talepli mektupta, "Millî birlik projesi" ismi telaffuz edildi. DTP'ye yönelik son mesajlarından birinde ise, "Millî birlik ve kardeşlik projesi" ifadesinin kullanıldığına şahit olduk.
Nereden nereye...
Görülüyor ki, bu "açılım" denen şey, lastik gibidir. Nereye istersen, oraya çekebiliyorsun. Tartışılması, havanda su dövmek gibidir; müsbet bir neticeye varamıyorsun.
Şimdi, bu ucûbe açılımın tam da ciddî mânâda tökezlediği ve kapanmaya yüz tuttuğu bir anda, pat diye "gizli mezar" meselesi gündeme getirildi.
Medyaya yansıyan haberlere göre, Başbakanlık tarafından, mezarı meçhulde olan Seyyit Rıza, Şeyh Said ve Said Nursî gibi zatlar için "Mezarları araştırılsın!" talimatı verilmiş.
Alın size nur topu gibi bir gündem maddesi daha...
Konuşun, tartışın, tartışabildiğiniz kadar... Zıtlaşın, zıtlaşabildiğiniz kadar...
Göreceksiniz, bu tartışma ve zıtlaşmalarla bütün sıkıntılar bitecek, bütün dertler devâ bulacak; herkesin karnı tok, sırtı pek bir hale gelecek; vatan sathı, gül–gülistan olacak(!)
Şu hale ağlasak mı, gülsek mi, bilemiyoruz.
Yahu, şu gizli mezar meselesi, öyle hassas bir konu ve öylesine netameli bir meseledir ki, aynı dâvâya gönül vermiş insanları dahi zıt kutuplara iterek onları karşı karşıya getirebiliyor.
Ama, kimin umurunda?
Meseleye bodoslamasına dalan, sazan gibi atlayan, dahası, hükûmetin hasenat kefesine yazılacak diye, konuya "Mal bulmuş Mağribî gibi" sarılanlar oldu.
Esasında, maddî–mânevî kriz sancıları çeken kitleleri avutmak ve oyalamak için, bundan âlâ gündem maddesi bulunmaz.
Bu arada, gizli mezarın araştırılması, yahut bulunmasının, bugün itibariyle ne getirip ne götüreceğine bakmadan, faydalı mı yoksa zarar verici mi olacağına aldırmadan, fütursuzca giden, bu vâdide pervasızca (hatta yer yer nezaketsizce) at koşturanlara da şahit olmaktayız.
Meselâ, "Benim mezarım gizli kalacak" diye haber veren ve bunun sırr–ı hikmetini mükerreren izah eden Bediüzzaman Hazretlerinin mezar meselesini düşünelim... (Emirdağ Lâhikası, s. 417)
Hemen bütün Nur Talebeleri biliyorlar ki, bu meselenin iki yönü var: Biri beşerin zulmü, diğeri ise kaderin adâleti.
Nasip olursa, bir sonraki yazıda bu iki nokta üzerinde durmak ve mezarının gizli kalmasına dair sırlı hikmetleri nazara vermek arzusundayız.
ALINTI