Günahsiz Mecazî Aşk Imkânsiz !

GuLSerbeti

Well-known member

GÜNAHSIZ MECAZÎ AŞK İMKÂNSIZ

Geçenlerde genç bir okuyucum aradı. “Benim bir aşk ilişkim vardı. Yedi yıldır devam ediyordu. Ancak dün bitti” dedi. Karşı tarafın ailesi razı olmamış. Üzüldüm. Bunca zaman geçmiş, bari usulüne uygun bir nikâhla yuva kursalardı. Bu süre içinde yasaklanan davranışlardan kaçındıklarını ifade ederek, “el ele bile tutuşmadıklarını” söyledi.

Kendisiyle pek az konuşabildim. Ama anlattığı şu kısa hikâye bile mecazî aşkın nasıl bir engeller ve problemler yumağı olduğunu ortaya koyuyor. Mecazî aşkın en mühim risklerinden üçü, “uzun sürmesi”, “aile muhalefeti” ve “günahlara girme” problemi bu olayda da göze çarpıyor. Biz şimdilik bu problemleri tek kelimeyle geçiyoruz; ancak bunların her biri çeşitli yönleriyle ele alınacak çok geniş konular.
Bunlardan sadece “günaha girme” konusuna kısaca temas etmek istiyorum. Biliyorsunuz, aralarında nikâh bağı bulunmayan erkek ve kadının “baş başa kapalı bir mekânda kalmaları” dahil el ele tutuşmaları bile dinimizin haram kıldığı fiillerden.
Ancak bizim mecazî aşkı kesinlikle reddetmemizin sebebi, sadece “günahlara girme” riski değil. Yasaklanan fiiller hiç yapılmasa bile—ki bunu başarmak imkânsız—böyle bir ilişki kabul edilemez. Çünkü, baştan sona sorunlar yumağıdır.
Kaldı ki, böyle bir harama girilip de günahlardan yüzde yüz kaçınmak kesinlikle başarılamaz. Ancak ve ancak elden geldiğince zararları en aza indirilmeye çalışılır. Elbette bu da bir seviyedir. Her türlü yasağı çiğneyip, iffet ve namusunu mahvetmeye karşılık “el tutmayı” bile yapmamak bir yönüyle takdire şayandır. Ama ben, mecazî aşkın düşünce plânında bile olmasını, cihanı kuşatacak idealler taşıması gereken gençlerin zerrede boğulmasını kabul edemiyorum. Zaten dinen de mecazî aşka izin yok.
Askerlik yaparken ilginç bir olayla karşılaşmıştım. İki genç çok samimî bir sohbete dalmışlardı. Ara sıra etraftan duyan var mı diye bakıyorlar, sanki bir sır konuşuyormuş gibi dalıp gidiyorlardı. Çok yakınımda oldukları için konuştukları duyuluyordu aslında. Birisi diğerine sevdiği kızın ilgi yetersizliğinden yakınıyordu. Eskiden kendisini çok arayıp sorarken şimdilerde duyarsızlaştığını anlatıyordu. Tipik bir “karşılık görmeme elemi”ydi anlattıkları.
“Hayrola gençler” dedim. “Varsa bir durum, yapalım açık oturum.”
“Hocam sorma” dedi, âşık olan. “İçim içimi yiyor.”
“Derdini söyle, şarkımı dinle kardeşim” dedim. “Derdini söylemeyen dermanını bulamaz. Bana anlat, çözelim. Bilmiyor musun, ben aşk uzmanıyım.”
Diğeri hemen atıldı:
“Evet, vallahi hocam bu konuda uzmandır, anlat, sana yardımcı olsun.”
Doğrusu, benim o zaman uzmanlığım falan yoktu. Ancak insanlar arası ilişkilerdeki tecrübelerinizi, psikolojik yoğunluğu olan duygusal ilişkilere uyarlarsanız, çevrenizdeki gençlerin yaşadıklarını iyi gözlemleyip dinî kaynaklardaki “sevgi ve aşk” üzerine yapılan değerlendirmeleri de eklerseniz değme uzmanlara taş çıkartırsınız. Tabiî bunu ne kadar başarabilirdim, bilmiyorum. Ama faydalı olacağım muhakkaktı. Âşık delikanlı bana biraz uzunca bir hikâye anlattı.
İzne gittiği dönemde hediye alıp sevdiğini ziyaret ettiğini söyledi. Sevdiği yüksek okulda okuyormuş ve arkadaşlarıyla evde kalıyormuş. İlk gün otelde kalmış. Ertesi gün arkadaşları gelerek mutlaka kendilerinde kalması gerektiğini söylemişler. Delikanlı, “Gerçi ayrı bir odada kaldım. Ama aramızda nikâh yok, bir bakıma yabancıyım. Neden beni misafir ettiler?” diye soruyordu. Tabiî, “Ya bir başkasını da misafir ederlerse?..” sorusu içini kemiriyordu.
Kulaklarıma inanamadım. Nispeten sosyetik bir anlayışla yetişmiş gençti. Ancak onun fıtratı da, hâlâ ulvî güzellikleri arıyordu. Ben olayı anlatış biçiminden neredeyse bir günahtan bahsedeceğini sandığım bir sırada, o ruhunun aradığı mahremiyetin özlemini çekiyordu.
Anlatmak istediğim şu: Her gencin mecazî aşktaki yasaklardan kaçış derecesi, kendince yeterlidir ve hepsi de bir nevi dindardır. Ama objektif kriterlere vurulduğunda herkesin dindarlık seviyesi ortaya çıkar. Kaldı ki, sorun bundan ibaret de değil. Duygusal ilişkisini düşünmekten dolayı, aslî görevlerini tam yerine getiremiyorlar. Akıl, kalp ve ruh sükûnetini, duygu dengesini kaybediyorlar. Zamanları oflayıp puflamakla geçiyor.
Nitekim mecazî aşkları terennüm eden şarkı sözlerini hatırlayın. Hepsi de “acı, çile, dert, ayrılık, ıztırap, azap, gözyaşı, kader, hicran, kıskançlık, şikâyet” temalarıyla dolu. Sanki dünyanın en dertli insanları bunlar. Alâkası yok. Ama acı ve mutsuzluk; olaylara getirdiğimiz olumsuz yorum ya da olaylardan menfi etkilenme ise, gerçekten de dünyanın en dertli ve mutsuz insanları onlar.
İyi de, güzel güzel okuluna devam etmek, mesleğini geliştirmek, vakti zamanı gelince ihtiyacını meşru yoldan gidermek varken kim dedi size bu acıların altına girin diye? Uygun imkânlar ve yerinde zamanlamayla mükemmel bir evlilik yapmak mümkünken, zehirli bir balın etkisiyle yıllarca karın sancısı çekmeye benzeyen mecazî bir aşk yüzünden sürekli gözyaşı dökmeye ne gerek var?
Evet, böyle demek de yeterli değil. Zamanımızın en büyük fitnesi olan “cinsellik” bir şekilde etkisi altına alabiliyor gençleri. Kimileri ucundan kıyısından bulaşıyor, kimileri kenarında dolaşırken kendisini içinde buluyor.
Şimdi soru şu: Her şeye rağmen mecazî aşk bataklığına saplanmış gençlere uzatılacak bir can simidi yok mu? “Tamam hata ettik, kabul. Ama şimdi ne yapalım?” diyen gençlere çözüm önerilerimiz neler?



ÂŞIK GENÇLER NE YAPMALI?

Diyelim ki genç bir kardeşimiz hayatını İslâmiyete göre düzenledi. Allah'ın emirlerine uyuyor, yasaklarından kaçıyor, namazını hiç aksatmıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz yoğun problem bunun da başında. Elinden geldiğince tuzağa düşmemeye çalışıyor. Ne var ki, bir anlık gafleti veya iyi niyeti sonucu, karşı cinsten birisine gönlünü verebiliyor.
Bu durumda olan gençler yaptıkları işin günah olduğunu da biliyor. Birçok genç beni arayıp, “Kapalı bir mekânda yalnız bulunmuyorum. Elini bile tutmuyorum. Acaba günaha girmemek için daha ne yapabilirim?” diye soruyorlar.
Evet, şimdi en önemli soru şu:
Bu durumda olan bir genç ne yapacaktır?
Burada en vazgeçilmez kural şudur:
Allah'ın ve Resulünün (a.s.m.) yasakladığı bir fiili, hiçbir düşünce meşrû kılamaz.
Bu bakımdan en kestirme yol, böyle bir sevdadan vazgeçmenizdir. Özellikle dinî bir hayat yaşamak için tam ve esaslı bir karar vermişseniz, en iyisi haram olan hallerden tamamen kaçınmaktır. Onu hatırlatacak vesile ve mekânlardan uzaklaşmak, seyahat ve benzeri bir şeyle kendinizi meşgul etmektir.

Eğer bu mümkün olmuyorsa, şu şartları uygulamalısınız:
1- Niyetiniz mutlaka hâlis olmalıdır. Hedefte nikâhla hayatınızı birleştirmek düşüncesi bulunmalıdır. Yoksa başka niyetler taşımak vebalinizi daha da arttırır.
2- Nikâha kadar hiçbir şekilde—kapalı bir mekânda yalnız kalmak dâhil—dinimizin hiçbir yasağı çiğnenmemelidir.
3- Sevilen taraf, kız olsun erkek olsun, kesinlikle Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiye ettiği gibi, yani dindar olmalıdır. Yoksa "Zamanla dini öğrenir ve yaşar" gibi düşünceler nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir. Aşk döneminde taraflar birbirlerini yanlış tanır ve kendisini de yanlış tanıtır. Aşkın gözü kusur ve hata görmez. Görse de iyiye yorar. Ama evlenince işin rengi değişebilir. Bunu baştan bilmek ve kararı ona göre vermek gerekir.
4- Tarafların evlenme çağı gelmiş, hiç değilse yaklaşmış olmalıdır. Yoksa evlenmeye uzun zaman kala girişilen böyle bir hareket, sayısız günahla veya ayrılıkla sonuçlanacaktır. Söz gelişi, henüz okulu bitmemiş, iş kurmamış, önünde bir dizi engel olan gençlerin bu işi selâmetle götürmesi neredeyse imkânsızdır. Üstelik kendi geleceklerini de tehlikeye atmış olurlar.
5- Gençler hayalci değil, gerçekçi olmalıdır. Atalarımız, "Güzellik ekmeğe sürülmez" diyerek, yaşamak için ev, eşya, para gibi ihtiyaçların önemine dikkat çekmişlerdir. Bu bakımdan iyi bir meslek edinmek, yuva kurunca ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyede olmak îcab eder.
6- İlişkinizden, saygı duyduğunuz, büyük bir insanı haberdar ederek, onun tavsiyelerini almanız gerekir. Özellikle aileleri, saygı değer kimselerin haberdar ve ikna etmesi gerekir. Her şey usulüne uygun olmalıdır. Öyle zaman olur ki, gelenekleri takmayanlar, geleneklerin insafsız paletleri altında ezilirler.
7- Son olarak böyle bir yakınlaşmayı kısa zamanda nikâhla meşrû hâle getirmek lâzımdır. Bundan kastımız, evlenmeye yıllar varken dinî nikâh kıyıp her şeyin meşrû olduğunu sanarak serbest hareket etmek değildir. Evlenmeye uzun bir zaman varken kıyılan böyle bir nikâhın mahzurları da olabilmektedir. Nikâh kıydırıp serbest hareket eden gençler, maalesef bağlayıcı bir durum olmayınca ayrılabilmektedirler ki, bu hiçbir şekilde tasvip edilemez. Nikâhtan kasdımız, resmî olarak evlenmektir.

Bu saydıklarımızı okuyunca, "Demek ki bunlara uyarak böyle bir teşebbüs yapabiliriz" diye düşünmek yanlıştır. Bu şartlar, "içine düşülen problemden gençlerimizi mümkün olduğunca az günahla çıkarmak, olayın bundan sonraki bölümüne meşrûiyet kazandırmaya çalışmak" içindir.
Neticede hayatınızı evlilikle birleştirdikten sonra da bol bol istiğfar etmelisiniz ki, Rabbimizin affına mazhar olasınız.

Cemil Tokpınar
 
Üst