Konuya cevap cer

Bu dinsizleri mağlup etmek için, yeni tahsili de yapalım diyenler veya  yapanlar, Nur Risalelerini devam ve sebatla mütalâa ederek, bu  hedeflerine vâsıl olurlar ve çâre-i yegâne de budur. Hem böylelikle,  mektep mâlûmatları da maârif-i İlâhiyeye inkılap eder.


Ey, bin  seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapan bir milletin torunları  olan cengâver ruhlu kardeşlerim! Bu zamanın ve gelecek asırların  Müslümanları ve bizler, Kur’ân-ı Azimüşşânın tefsiri olan öyle bir  rehbere muhtacız ki, tahkikî imân dersleriyle, imân mertebelerinde  terakki ve teâli ettirsin. Hem korkak değil, bilâkis Risale-i Nur  talebeleri gibi cesur ve kahraman ve faal ve amel-i salih sahibi,  mütedeyyin, müttaki ve bununla beraber, şahsî rahatlık ve menfaatlarını  imân ve İslâmiyetin kurtuluşu uğrunda fedâ eden, fedâi ve mücahid  Müslümanlar yetiştirsin, neme lâzımcılıktan kurtarsın. Hem, taarruz ve  işkenceler ve ölüm ihtimalleri karşısında, tahkikî imân kuvvetinden  gelen bir cesaretle, Kur’ân ve İslâmiyet cephesinden asla çekilmeyen,  “Ölürsem şehidim, kalırsam Kur’ân’ın hizmetkârıyım” diyen ve yılgınlık  haline düşmeyen sâdık ve ihlâslı, yalnız Allah rızası için hizmet eden,  Nur talebeleri gibi İslâmiyet hâdimleri yetiştirsin, böyle muazzez  Müslümanlar meydana getirsin.


Evet, bu asra öyle bir Kur’ân  tefsiri lâzım ve elzemdir ki, Risale-i Nur gibi, akıl, fikir ve mantıkı  çalıştırsın, ruh ve kalb ve vicdanı tenvir etsin. Müslümanları, beşeri  uyandırsın, intibah versin, gafletten kurtarsın. Sırât-ı müstakim olan  Kur’ân yolunu göstersin. Sünnet-i seniyeye ve İslâmiyetin şeâirine  muhalif olarak yaptırılan ve yapılan şeyleri fark ettirip, sünnet-i  Peygamberîye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ittibaı ders versin ve ihya etmek  cehdini uyandırsın.


İşte Risale-i Nur’un böyle hâsiyetleri hâvi  bir Kur’ân tefsiri olduğu, otuz seneden beri meydandadır ve ehl-i  hakikatın tasdikiyle sabittir. Hem, amansız din düşmanlarının  plânlarıyla mahkemelere sürüklenen Risale-i Nur talebelerinin  müdafaaları ve bu talebelerin İslâmiyete hizmetleri esnasında, gizli  İslâmiyet          düşmanı, insafsız, cebbar zâlimlerin entrikalariyle  maruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şahıslarını düşünmeden, yani,  şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için fedâ ederek,  sıddıkıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etmeleri, âşikâr  bir delil teşkil etmektedir.


Evet, hem yirmi beş seneden beri  Risale-i Nur’la imân hizmetine, bütün varlığını vakfeden ve şimdiye  kadar “gaddar din düşmanlarının” çok defalar tecâvüz ve taarruzuna ve  taharriyata mâruz kaldığı halde, yirmi beş senedir inziva içinde,  Risale-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeylerimiz,  bizlere birer nümune-i imtisal olan, imân ve İslâmiyet fedâileridir.


İşte  biz Müslümanlar, böyle bir tefsir-i Kur’ân arıyor, böyle bir hâdiyi  bekliyorduk. O ihlâslı Nur talebeleri ki, “Cenâb-ı Hak, Hafîzdir, ben  onun inâyeti ve himâyeti altındayım, başıma ne gelse hayırdır” diye imân  etmekle beraber amel ederler. İmân hizmetini yaparlar. Din düşmanlarına  yakalanmamak ve canlarından kıymetli olduğuna inandıkları Nur  risalelerini, onlara kaptırmamak için de ihtiyat ederler. Şahıslarına  gelecek zararları nazar-ı itibara almadan hizmetlerine devam ederler.  Hapse, zindana atılıp, işkence yapıldığı zaman da, onlar yine, üstadları  Bediüzzaman ile alâkadardırlar. Eğer gizlice bir imkân bulurlarsa,  onlar yine Risale-i Nur ile meşguldürler. Hattâ, “Belki hapse atılırım,  Nur risalelerimi vermezler, çalışmaktan mahrum kalırım” diye bazı  Nur’ları ezberleyen talebeler de olmuştur.


Muhlis bir Nur  talebesi, hapishaneden çıkarıldığı vakit, gûya o kırbaçlı, falakalı,  türlü türlü işkenceli hapishane, ona bir kuvvet, bir enerji kaynağı  olmuş, sadâkat ve teyakkuzla Nur hizmetinde koşturmak için bir kırbaç  tesiri yapmış gibi Üstadına daha ziyade yakınlaşır ve eskisinden daha  fazla Nur’lara çalışır, neşriyat yapar.


Afyon hadisesinde,  Bediüzzaman hapiste iken, muallim bir Nur talebesi, savcılıkta Risale-i  Nur ve Üstadı hakkında kahramanca cevaplar verdiği için savcı kızmış,  “Şimdi seni hapse atarım” diye tehdit etmiş. O İslâm fedâisi muallim de  cevaben “Ben hazırım, derhal hapse gönderin” demiştir.


Yine Afyon  mahkemesinde, bir Nur talebesi hakkında tevkif kararı veriliyor, fakat  adliye bulamaz. O talebe bundan haberdar olur. Diğer Nur kardeşleri  gibi,          “Üstadım ve kardeşlerim hapiste iken, nasıl hariçte kalabilirim” diyerek savcılığa teslim olup, hapse girer.


Aynı,  bu hapishanede, bir Nur talebesini sehven tahliye ederler, o da  “Üstadım ve kardeşlerim henüz hapistedirler. Hem istinsahını  tamamlayacağım yeni telif edilen Nur risaleleri var” diye düşünerek,  hapishane müdürüne, “Benim, kırk gün sonra tahliye edilmem lâzım. Ceza  müddetim daha bitmedi” der. Hesap ederler ki, hakikaten böyledir, tekrar  hapse koyarlar.


Hamiyet-i diniye meziyetine lâyık anlayışlı kardeşlerim,


Said  Nursî, kendi hakkında verilen böyle bir mâlûmatı görürse, diyeceklerdir  ki, “Niçin böyle yapıyorlar? Şahsımın ehemmiyeti yok. Kıymet,  Kur’ân’dan tereşşuh eden ve Kur’ân-ı Hakîmin malı olan Risale-i  Nur’dadır. Ben bir hiçim.”


Üstadın şahsının mazhar ve âyine  olduğu, Kur’ânî hakikatlar ve Nur’lar itibariyle ve neşrettiği imân ve  İslâmiyet dersleriyle, ihlâs-ı tâmmı ile, umumî ve küllî bir tarzda  Kur’ân’a ve dine hizmet etmesiyle, onun hakkındaki takdir ve tahsinler,  mânâ-yı harfî ile şahsına ait kalmıyor. Kur’ân ve İslâmiyete râcidir.  Allah nam ve hesabınadır. Din düşmanları tarafından, ona yapılan  düşmanlık ve taarruzlar da, Bediüzzaman’ın hâdimliğini yaptığı Kur’ân ve  İslâmiyetin ortadan kaldırılması maksad-ı mahsusuna mâtuftur. Zira  hakaik-i Kur’âniye ve imâniyeyi câmi’, o cihanşümûl Risale-i Nur  eserleri ona ihsan edilmiştir.


İşte, bu bedihî hakikatı bilen  maskeli, gizli ve münâfık imân ve İslâmiyet muârızları ve düşmanları  yarım asra yakındır, Bediüzzaman’ın çürütemedikleri şahsını, yalan ve  yaygaralarla hâlâ çürütmeye çabalıyorlar. Maksatları, Risale-i Nur,  rağbet ve revaç görüp intişar etmesin, imân ve İslâmiyet inkişaf  etmesin. Halbuki, Said Nursî’ye iliştikçe Risale-i Nur parlıyor.  Neşriyat dairesi genişliyor. Birer nümune olan yirmi beş sene içindeki  hadiseler meydandadır.


İslâmiyet düşmanları, bir taraftan  tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına devam ederken, diğer  taraftan da Nur talebelerinin Üstadları ve Risale i Nur hakkında  istidatları nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden doğan minnet ve  şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkep, bir nevi  müdafaalarını         perdeler arkasından men etmeye çalışıyorlar. Bunun için, sâfdil  gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek “İfrata  gidiyorsunuz” gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte, böyle  sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı, çeşitli iftiralarla bizi  korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.


Evet, acaba  hiç akıl kârı mıdır ki, din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret  yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdâfaa  etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla,  Üstad Bediüzzaman hakkında zâlimâne ve cebbarâne haksızlıkları irtikâb  eden, o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve  Risale-i Nur’un hakkaniyetini ilân ederek o acip yalanlarını akîm  bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve sâf-derunluk olmaz mı ki;  Kur’ân ve imânın hunhar ve müstebid zâlim düşmanları, Kur’ân ve  İslâmiyeti ve dini, Risale-i Nur’la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve  muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen  uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikati beyan ve  ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “biraz susun” gibi birşeyle,  paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere  bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Asla ve kellâ, kat’a ve  asla susmayacağız! Ve hem susturamayacaklardır. Durmayacağız ve hem  durduramayacaklardır. Bu can, bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh, bu  cesetten ayrılıncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar,  Risale-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz. Risale-i Nur’un mahz-ı hakikat  ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan  tamamıyla münezzeh ve müberra olduğunu, iftiracı ve tertipçi, hunhar  din düşmanlarına mukabil, izhar ve ilân edeceğiz...


Kıymetli  kardeşlerim, İslâm tarihinde, altın sahifelerde mevkileri bulunan, büyük  ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve  eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriyle kabil-i kıyas olmayacak  derecede emsâlsizdir. O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhileri,  herhangi bir hükümetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı  tahtında olmaksızın, Kur’ân ve İslâmiyete hakkıyla ve hâlis bir surette  hizmet etmişlerdi. Tarihte eşine rastlanmayanFakat, o musibetler, Cenâb-ı Hakkın imdadı ile, tahrik ve istihdam  olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi, ihlâs-ı tâmmı kazanmış olan bir zât  vasıtasıyla, Rahmet-i İlâhî ile mededres ve şifâresan ve cihanpesend ve  cihanşümûl bir mâhiyeti hâiz Risale-i Nur eserlerinin meydana gelmesine  sebep olmuştur. Ve aynı zamanda, Müslümanları uyandırmış; onları halâs,  kurtuluş çarelerini aramaya sevk etmiştir. Ebedî âhiret hayatlarını  kurtarmak için, hakiki imân derslerini almak ve Allah’a ilticâ ve  emirlerine itâat etmek ihtiyacını şiddetle hissettirmiş ve bu husustaki  gaflet ve kusuratı; o musibetlerin ihtar ettiğini, idrâk ettirmiştir.  Zaten, insanların, mü’minlerin başına gelen belâ ve musibetlerin hikmeti  budur.


Evet, o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele  ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklâl ve ittihâd-ı İslâm  cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin  teşkilini intaç etmiştir. İnşaallahü Teâlâ, cemâhir-i müttefika-i  İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran  olacaktır. Rahmet-i İlâhîden kuvvetle ümit ve niyaz ediyoruz.


İşte,  Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, öyle bir mücahid-i  İslâmdır ki, ve telifâtı Risale-i Nur, öyle uyandırıcı ve öyle halâskâr  ve öyle fevkalade ve cihangir bir eserdir ki, din aleyhindeki bütün o  komitelerin bellerini kırmış, mezkûr, muzır ve habis faaliyetlerini  akamete dûçar ve dinsizlik esaslarının temel taşlarını, param parça  etmiş ve köküyle kesmiştir ve İslâmî ve imânî fütûhâtı, perde altında,  kalbden kalbe inkişaf ettirmiş ve Kur’ân-ı Azimüşşânın hâkimiyet-i  mutlakasına zemin ihzar etmiştir.


Evet, Risale-i Nur, o tahribatı  Kur’ân’ın elmas hakikatleriyle ve Kur’ân-ı Kerimdeki en kısa ve en  müstakim bir tarikle tamir ve o yaraları, Kur’ân-ı Hakîmin eczahâne-i  kübrasındaki edviyelerle tedavi ediyor ve edecektir.         Hem, mâsum Müslümanların kanlarını sömüren ve servetleri, tahaccür etmiş  millet kanı olan, parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar  emperyalistleri, müstemlekecileri ve onların içimizdeki, sadece şahsî  menfaat zebûnu, zâlim, hunhar, haris ve müstebid uşaklarını, hâk ile  yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ı mutlakla mağlup eden ve edecek yegâne  çarenin, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mânevisi  olan Risale-i Nur eserleri olduğunda, basiretli İslâm mücahitleri ve  âlimleri, icraat ve müşâhedâta müstenid, yakînî bir kanaat-ı kat’iye ile  müttefiktirler.


Evet, tarih-i beşer, Risale-i Nur gibi bir eser  göstermiyor. Demek anlaşılıyor ki: Risale-i Nur, Kur’ân’ın emsâlsiz bir  tefsiridir.


Evet, Bediüzzaman Said Nursî’ye, yalnız âlem-i İslâm  değil, Hıristiyan dünyası da medyun ve minnettardır ki, dinsizliğe karşı  umumî cihadında mazhar olduğu muvaffakiyet ve galibiyetten dolayı  Roma’daki Papa dahi, kendisine resmen tebrik ve teşekkürnâme yazmıştır.


Şimdi  Risale-i Nur Külliyatından, imân, Kur’ân ve Hazret-i Peygamber  (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkında olan eserlerden bazı  kısımları aynen okuyacağım. Siz bu eserleri elde edip tamamını  okursunuz. Okurken, belki izah edilmesini isteyen kardeşlerimiz  olacaktır. Fakat, bu hususta arzedeyim ki, üstadımız Bediüzzaman, bir  Nur talebesine Risale-i Nur’dan bazan okuyuvermek lûtfunu bahşederken  izah etmiyor, diyor ki: “Risale-i Nur, imanî meseleleri lüzumu  derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur.  Risale-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes  istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir meseleyi  tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar  istifade etseniz, büyük bir kazançtır.”


Okunan Türkçe veya Arapça  bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor.  Risale-i Nur’daki gayet ince nükteleri derk eden basiretli âlimler de  der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat Risale-i Nur’u  cemaate okurken tafsilâta girişip eski mâlûmatlarıyla açıklarsa, bu  izahatı, Risale-i Nur’un beyan ettiği, asrımızın fehmine uygun ve  ihtiyacına tam cevap veren hakikatların


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst