Konuya cevap cer

Denizlerin coşkulu zikirleri...

             25 Mart 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

     Sonra, o mütefekkir yolcu her sayfayı okudukça saadet anahtarı olan  imanı kuvvetlenip ve mânevî terakkiyatın miftahı olan mârifeti  ziyadeleşip ve bütün kemâlâtın esası ve madeni olan iman-ı billâh  hakikatı bir derece daha inkişaf edip mânevî çok zevkleri ve lezzetleri  verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; semâ, cevv ve arzın  mükemmel ve kat'î derslerini dinlediği halde, "Hel min mezîd" deyip  dururken, denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârâne cûş u huruşla  zikirlerini ve hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı  kâl ile "Bize de bak, bizi de oku" derler. O da bakar, görür ki:

     Hayattârâne mütemâdiyen çalkalanan ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ  etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet  sür'atli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede  koşturulduğu halde, ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki  toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir Zâtın  emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.

    Sonra  denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel ve ziynetli ve  muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve  idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları o kadar muntazamdır; basit bir  kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar  mükemmeldir ki, bilbedahe bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin  idare ve iaşesiyle olduğunu ispat eder.

    Sonra o misafir, nehirlere  bakar, görür ki: Menfaatleri ve vazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o  kadar hakîmâne ve rahîmânedir; bilbedahe ispat eder ki, bütün ırmaklar,  pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâli ve'l-İkramın  hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hattâ o kadar fevkalâde  iddihar ve sarf ediliyorlar ki, "Dört nehir Cennetten geliyorlar" diye  rivâyet edilmiş. Yani, zâhirî esbabın pek fevkinde olduklarından, mânevî  bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir menbaın  feyzinden akıyorlar demektir. Meselâ, Mısır'ın kumistanını bir cennete  çeviren Nil-i mübarek, cenup tarafından, Cebel-i Kamer denilen bir  dağdan, mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki  sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur.  Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısımdan bir kısım  olmaz. Varidatı ise, o mıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak  çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı  muhafaza edemediğinden, o Nil-i mübarek âdet-i arziye fevkinde bir  gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir  hakikati ifade ediyor.

    İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi  hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu  bil'icmâ denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle Lâ ilâhe illâ Hû  der ve bu şehadete denizler mahlûkatı adedince şahitler gösterir diye  anladı. (Şualar, Ayet-ül Kübra)

    Bediüzzaman Said Nursi

    SÖZLÜK:

    ÂDET-İ ARZIYE : Yeryüzünün coğrafi kanun ve âdeti.

     BİL İCMA' : Topluca.

    BİLBEDÂHE : Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.

    CEBEL-İ KAMER : Kamer Dağı.

    CENUB : Güney.

    CEVHER : kıymetli taş.

    CEVV : Yer ile gök arası, feza, atmosfer.

    CEZBEKÂRANE : Cezbeye gelmişcesine.Coşkulu bir şekilde

    CÛŞ U HURUŞ : Coşup taşma, neşe ve âhenk.

    ERZAK : Rızıklar, nîmetler. Yiyecekler

    ESBÂB : Sebepler.

    FEVK : Üst, üzeri.

    HAKÎMÂNE : Her şeyi belli bir gaye ve fayda gözeterek yaparak.

    HAYATTARÂNE : Canlı bir şekilde.

    HAZİN : Hüzün veren, acıklı, kederli.

    HEL MİN MEZİD : Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.

    İÂŞE : Geçindirmek, beslemek, yaşatmak.

    İDDİHAR : Biriktimek, toplamak, depolamak.

    İNKİŞÂF : Gelişme, açılma, keşfetme, meydana çıkma; terakkî etme.

    KADÎR-İ ZÜLCELÂL : Büyüklük sahibi ve herşeye gücü yeten Allah.

    KEMÂLÂT : Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.

    LİSÂN-I HÂL : Birşeyin duruşu ve görünüşü ile bir mânâ ifâde etmesi.Vücut dili

    LİSÂN-I KAL : Konuşma, anlatma dili.

    MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.

    MAHZEN : Hazîne veya defîne gibi şeyleri koruyacak yer; erzak yeri; yer altı deposu.

    MÂRİFET : Bilgi, bilme, tanıma, hüner, anlatma, övme.

    MENBÂ : Kaynak, merkez.

    MINTIKA-İ HÂRRE : Sıcak bölge.

    MİFTÂH : Anahtar.

    MUHÂFAZA : Korumak.

    MUNTAZAM : Düzene girmiş, intizamlı.

    MUVÂZENE-İ VÂSİA : Geniş denge.

    MÜTEFEKKİR : İnsanlığın ve müslümanların problemlerini ve çârelerini çok düşünen, âlim kişi.

    RAHÎMÂNE : Şefkat ve merhametli bir şekilde.

    RAHÎM-İ ZÜLCEMÂL : İsim ve sıfatları çok güzel olan ve yaratıklarına karşı sonsuz şefkat sahibi Cenâb-ı Hak.

    RAHMÂN-I RAHÎM-İ ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRAM : Sonsuz ikrâm, haşmet, şefkat,  merhâmet sahibi ve bütün varlıkların rızkını veren Allah.

    RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.

    SARF : Harcama, masraf, gider

    SARFİYÂT : Sarfedilenler, masraflar.

    TÂYİNAT : Günlük yeme içme ihtiyaçları

    TECÂVÜZ : Haddini aşma

    TERAKKİYÂT : Yükselişler, ilerlemeler.

    TEVELLÜDÂT : Doğumlar.

    VEFİYAT : Vefâtlar, ölümler.

    ZÂHİRÎ : Görünüşte, dıştan, maddî yüze ait.

    ZİYNET : Süs.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst