Konuya cevap cer

Senin Rububiyetin her şeye yetişir

             31 Mart 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

    Ey Fâtır-ı Kadîr! Ey Fettâh-ı Allâm! Ey Fa'âl-i Hallâk! 

     Nasıl arz, bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü'l-Vücud olduğuna şehâdet  eder, öyle de, Senin-Ey Vâhid-i Ehad! Ey Hannân-ı Mennân! Ey Vehhâb-ı  Rezzâk! vahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin  yüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine  girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakan rubûbiyet isimlerinin  ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedâhet derecesinde Senin vahdetine  ve ehadetiyetine şehâdet, belki mevcudât adedince şehâdetler eder.

     Hem nasıl zemin, bir ordugâh, bir meşher, bir tâlimgâh vaziyetiyle ve  nebâtât ve hayvanât fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif  milletlerin ayrı ayrı cihazâtları muntazaman verilmesiyle, Senin  rubûbiyetinin haşmetine ve kudretinin her şeye yetişmesine delâlet eder.

     Öyle de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine,  kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilmesiyle ve hadsiz o  efrâdın kemâl-i musahhariyetle evâmir-i Rabbâniyeye itaatleri,  rahmetinin her şeye şümûlünü ve hâkimiyetinin her şeye ihâtasını  gösteriyor.

    Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkât  kâfilelerinin sevk ve idâreleri, mevt ve hayat münâvebeleri ve hayvan ve  nebâtâtın idâre ve tedbîrleri dahi, her şeye taallûk eden bir ilimle ve  herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, Senin ihâta-i  ilmine ve hikmetine delâlet eder.

    Hem, zeminde kısa bir zamanda  hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve  mânevî cihazât ile teçhiz edilen ve zemin mevcudâtına tasarruf eden  insan için, bu tâlimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu  muvakkat meşherde, bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz  tecelliyât-ı Rubûbiyet, bu hadsiz hitâbât-ı Sübhâniye ve bu gâyetsiz  ihsanât-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu  karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî dünyaya sığışmaz. Belki,  ancak, başka ve ebedî bir ömür ve bâkî bir dâr-ı saadet için olabildiği  cihetinden, âlem-i bekâda bulunan ihsanât-ı uhreviyeye işaret, belki  şehâdet eder.

    Ey Hâlık-ı Küll-i Şey!

    Zeminin bütün  mahlûkâtı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetin ile ve  Senin kudretin ve irâdetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idâre  olunuyorlar ve musahhardırlar.

    Ve zemin yüzünde faaliyeti  müşâhede edilen bir Rubûbiyet, öyle ihâta ve şümûl gösteriyor ve Onun  idâresi ve tedbîri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır ve her  taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki,  tecezzî kabul etmeyen bir küll ve inkısâmı imkânsız bulunan bir küllî  hükmünde bir tasarruf, bir Rubûbiyet olduğunu bildiriyor.

    Hem  zemin, bütün sekenesiyle beraber, lisân-ı kâlden daha zâhir hadsiz  lisânlarla Hâlıkını takdîs ve tesbih ve nihayetsiz nîmetlerinin lisân-ı  halleriyle Rezzâk-ı Zülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar.

     Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyâsından istitâr  etmiş olan Zât-ı Akdes! Zeminin bütün takdîsât ve tesbihâtıyla, Seni  kusurdan, aczden, şerikten takdîs ve bütün tahmîdât ve senâlarıyla Sana  hamd ve şükrederim. (Lemalar, Münacat)

    Bediüzzaman Said Nursi 

    SÖZLÜK:

    ÂLEM-İ BÂKÎ : sonsuz olan âlem.

    ARZ : Yer, dünya; sunma, takdim etme.

    AZAMET-İ KİBRİYÂ : Kibirliliğin büyüklüğü.

    BEDÂHET : Açıklık. Belli, açık.

    CİHÂZÂT : Cihazlar, maddî-mânevî âletler, lüzumlu edevât.

    DELÂLET : Delil olmak, yol göstermek, doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.

    EFRÂD : Fertler, şahıslar.

    EHADİYET : Allah'ın yarattığı herşeyin yanında Zâtıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bulunarak birliğini göstermesi.

    EVÂMİR-İ RABBÂNÎ : Allah'ın terbiye ve idare eden kanunları.

    FA'ÂL-İ HALLAK : Herşeyi en güzel bir şekilde yaratan, her zaman farklı bir işte olan Allah.

    FÂTIR-I KADÎR : Herşeye gücü yeten ve herşeyi benzersiz bir şekilde yaratan Cenab-ı Hak..

    FETTÂH-I ALLÂM : Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve herşeye ayrı ayrı sûretler veren.

    FIRKA : Grup, parti, topluluk, tümen.

    HADSİZ : Sınırsız, sonsuz.

    HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.

    HÁLIK-I KÜLL-İ ŞEY : Her şeyin yaratıcısı olan Allah.

    HAMD : Allah'a hamd etme; Onu övme,medhetme, şükür.

    HANNÂN-I MENNÂN : Merhamet ve ihsanı bol olan Allah.

    HAVL : Güç, kuvvet

    HİTÂBÂT-I SÜBHÂNİYE : Allah'ın, kusursuz ve noksansız konuşması.

    İHÂTA : İçine alma; tam kavrama; kuşatmak.

    İHÂTA-İ İLM : İlmin kuşatması.

    İHSANÂT-I UHREVİYE : Âhiretteki iyilikler, bağışlar.

    İNKISAM : Kısımlara ayrılma, bölümler.

    İRÂDE : İsteme, arzu etme, bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.

    İSTİDÂT : Kabiliyet, yetenek.

    İSTİTAR : Gizlenme, setredilme.

    İTAAT : Söz dinleme.

    KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.

    LİSÂN-I KAL : Konuşma, anlatma dili.

    MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.

    MEŞHER : Sergi, fuar.

    MEVT : Ölüm; hayatın sona ermesi.

    MUHTELİF : Çeşitli. Farklı.

    MUNTAZAMAN : Düzenli olarak.

    MUSAHHARİYET : Musahhar oluş, emre boyun eğdirme.

    MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.

    MÜNÂVEBE : Nöbetle iş görmek, nöbetleşmek.

    MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.

    NEBÂTÂT : Bitkiler.

    REZZÂK-I ZÜLCELÂL : Herbirvarlığın rızkını veren büyüklük sâhibi Cenâb-ı Hak.

    RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç  olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında  bulundurması vasfı.

    SEKENE : Sâkinler, kalanlar, oturanlar, meksûn olanlar.

    SİKKE : Damga; nereye ve kime âit olduğunun bilinmesi için konulan mühür.

    ŞERİK : Ortak, rakip.

    ŞİDDET-İ ZUHUR : Şiddetli görünme.

    ŞÜMÛL : Kaplamak, içine almak.

    TAALLÛK : münâsebet; alâkalı oluş; âit olma.

    TAHMÎDÂT : Tahmidler, Allah'ı övüp hamdetmeler, #Elhamdülillâh# demeler.

    TAKDÎS : Mukaddes bilme. Allah'ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul etmek.

    TÂLİMGÂH : Eğitim yeri.

    TASARRUF : Birşeyin sahibi olup, idâre etme, mülkünü istediği gibi kullanma.

    TECEZZÎ : Bölünme, parçalanma.

    TEÇHİZ : Donatma. Cihazlandırma.

    VÂCİBÜ'L-VÜCUD : Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve  yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud  tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli  olan.

    VAHDET : Birlik.

    VÂHİD-İ EHAD : Bir olan ve birliği her bir şeyde tecellî eden Allah.

    VEHHÂB-I REZZÂK : Bol bol rızık veren ve çok ihsanda bulunan Allah.

    ZÎHAYAT : Hayat sahibi, canlılar.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst