Konuya cevap cer

İnsanın kabiliyetleri, baki aleme bakıyor

             14 Nisan 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

    Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku'l-Va'di'l-Emîn, Ey Mâlik-i Yevmiddîn,

    Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

     Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap  hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en  camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için  çalışıyor.

    Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için  dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara  yardım ediyorlar.

    Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî  severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile  ile sevdirir. Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir  bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor.

    Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle beka istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla beka için Hâlıkına yalvarıyor.

     Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan  insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratmış  iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kâbil değildir. Belki,  başka bir ebedî âlemde mes'udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada  çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir.

    Ve insana tecellî  eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekada  onların aynası olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına  işaret ederler.

    Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.

    Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymanî (a.s.) ve  Neml'i ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf gibi bazı efrad-ı  mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve her bir nevin,  arasıra istimâl için cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadan anlaşılmakla  beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza  ederler. (Şualar)

    Bediüzzaman Said Nursi

    SÖZLÜK:

    ADÂVET : Düşmanlık, kin.

    ÂLEM : Dünya, kâinat,evren.

    ÂLEM-İ BEKA : Sonsuzluk âlemi.

    ÂYİNE-İ ZÎŞUUR : Şuurluca âyinedarlık, şuurlu bir âyine.

    BÂKÎ : Ebedî, dâimî, sonu gelmez, ölmez, sonsuz.

    CÂMÎ : Kapsayıcı;birçok şeyle alâkalı olan; toplayan ve ihtivâ eden.

    CİHÂZÂT-I MÂNEVİYE : Mânevî organlar; hisler ve duygular.

    CİLVE : Görünme, akis, yansıma; Allah'ın isimlerinin varlıklar üzerinde aksederek görünmesi.

    EBEDÎ : Sonsuz, sonsuzla ilgili, bitmeyen.

    EFRÂD-I MAHSUSA : Seçilmiş fertler, ayrı bir özelliğe sahip olanlar, peygamberler.

    FITRATEN : Yaratılış olarak, yaratılış bakımından.

    HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.

    HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.

    HULÂSA : Birşeyin, bir bâhsin özü; kısaca esâsı.

    HÜDHÜD-Ü SÜLEYMÂNÎ : Hz. Süleyman (a.s.) zamanında, Hicaz ile Yemen  arasında bulunan ve Sabâ denilen ülkede kraliçe olan ve güneşe tapan  Belkıs ile Süleyman (a.s.) arasında haberleşmeye vesile olan kuşun ismi.

    İRŞAD : Doğru yolu gösterme; gafletten uyandırıp hidâyet yolunu gösterme.

    İSTİDÂT : Kabiliyet, yetenek.

    İSTİMÂL : Kullanma.

    KÂİNAT : Allah'ın dışında var olan herşey, bütün varlıklar, EVREN

    KELB-İ ASHÂB-I KEHF : Ashab-ı Kehf'in Kıtmir isimli köpeği.

    MAHBÛB : Sevgili, sevilen, muhabbet edilen.

    MÂLİK-İ YEVMİDDÎN : Âhiret gününün sahibi.

    MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.

    MES'UDÂNE : Mutlu bir şekilde, saadet içerisinde.

    MUHİB : Seven, hayrı isteyen, muhabbet eden.

    MUSAHHAR : Emre verilmiş, itaatkâr, fethedilmiş, birine bağlanmış.

    MÜNTEHAP : Seçilmiş.

    NÂKA-İ SÂLİH : Hz. Salih'in (a.s.) devesi.

    NEML : Karınca.

    RAHMÂNÜ'R-RAHÎM : Cenâb-ı Hakk'ın yarattıklarını şefkatiyle beslemesi, koruması ve merhamet etmesi vasfı.

    RİVÂYET-İ SAHÎHA : Senet ve delillerle sabit, şüphesiz, doğru rivâyet.

    RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç  olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında  bulundurması vasfı.

    SÂDIKU'L-VA'Dİ'L-KERÎM : Verdiği sözü yerine getiren ve çok cömertlik olan Cenâb-ı Hak.

    TÂLİM : Öğretme, yetiştirme, eğitme.

    TECELLÎ : Görünme, bilinme; Allah'ın herbir isminin mânâsını icrâ  etmesi; Allah'ın Rezzak ismiyle rızık vermesi, Muhyî ismiyle diriltmesi,  Şâfi ismiyle hastalara şifâ vermesi gibi.

    VESÎLE : Sebep, vasıta, fırsat, bahane.

    ZÎRUH : Ruh sahibi, canlı.

    ZÎŞUUR : Akıl, şuur sâhibi.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst