Konuya cevap cer

Sünnet-i Seniyye'nin mertebeleri vardır

          



  19 Nisan 2011 / 00:01

          


  Günün Risale-i Nur dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

   




ALTINCI NÜKTE

  


 Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Her bid'at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir." (Müslim)

   

Yani, "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim." (Mâide Sûresi: 5:3.)

    

Sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam  ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek  veyahut-hâşâ ve kellâ-nâkıs görmek hissini veren bid'aları icad etmek  dalâlettir, ateştir.

  

 Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var.

  



 Bir  kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla  beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez.

   


Bir kısmı da nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:

   


Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid'attır.

    


Diğer kısmı, "âdâb" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında  zikredilmiş. Onlara muhalefete bid'a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye bir  nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade  etmemektir.

  


 Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede  Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına  ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve  yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete  taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere "âdâb"  tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O  âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem  Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

   




 Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve  şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye  nev'inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet  umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur.  Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa,  şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. (Lemalar, 11. Lema)

   





Bediüzzaman Said Nursi

    SÖZLÜK:

    FERMÂN : Emir, buyruk, tebliğ.

    KAVÂİD-İ ŞERİAT-I GARRÂ : Büyük İslâm Şeriatının kaideleri, prensipleri.

    DESÂTİR-İ SÜNNET-İ SENİYE : Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetinin kaideleri, prensipleri.

    KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.

    İCAD : İslami olmayan yenilikler ve kurallar koymak.

    HÂŞÂ VE KELLÂ : Asla ve katiyen olmaz. Asla öyle değil.

    NÂKIS : Noksan, eksik, tamam olmayan.

    BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.

    DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.

    SÜNNET-İ SENİYYE : Peygamberimizin (a.s.m.) sözlerine, emirlerine ve  hareketlerine dâir en yüksek ve kıymetli haller, tavırlar, hareket  düsturları.

    MERÂTİB : Mertebeler, dereceler.

    VÂCİP : Yerine getirilmesi Müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan İlâhî emir.

    ŞERİAT-I GARRÂ : Parlak din; İslâmiyet.

    TAFSİLÂT : Açıklamalar, etraflı bilgiler, izahlar.

    BEYÂN : Açıklama; izah; anlatma.

    MUHKEMÂT : Sağlam ve kuvvetli hükümlerdir.

    TEBEDDÜL : Yenilenme, değişme.

    NEVÂFİL : Nâfile ibâdetler.

    TAĞYİR : Bozarak değiştirme, başkalaştırma.

    BİD'AT : (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler.

    ÂDÂB : Usûl, görgü kuralları, davranış kaideleri.

    ÂDÂB-I NEBEVÎYE : Hz. Peygamberimizin (a.s.m.) edebi, hal ve davranışları, Sünnet-i Seniyyesi.

    MUÂMELÂT-I FITRİYE : doğuştan gelen, fıtrî olan muâmeleler.

    TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.

    MÂLÛM : Bilinen.

    İTTİBÂ : Uyma, tâbî olma, arkasından gitme.

    HÂLÂT : Hâller, durumlar, keyfiyetler.

    MUÂŞERET : İnsanlarla sünnet dâiresinde münâsebet.

    TAALLÛK : Bağlılık, münâsebet; alâkalı oluş; âit olma.

    FEYİZ : Bolluk, bereket; ilim, irfan; mânevî gıdâ; şan, şöhret; ihsan, fazîletli.

    MÜRÂÂT : Uymak, tatbik etmek, uyum.

    TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.

    ŞEÂİR : Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)

    HUKÛK-U UMUMİYE : Genel hukûk.

    NEV'Î : Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.

    CEMİYET : Topluluk, birlik, heyet.

    RİYÂ : Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst