Konuya cevap cer

            TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.56.EMİRDAĞ  HAYATI(DEVAMI)

                   Hem bu azap ve        işkenceler pek büyük sevap kazandırmakla beraber, Risale-i Nur şakirtleri        yerine ve onların bedeline benimle meşgul olup yalnız beni tâzip etmeleri,        Nurculara büyük bir fâide ve selâmetlerine hizmet olması cihetinde de        Cenâb-ı Hakka şükrediyorum ve müthiş sıkıntılarım içinde bir sevinç        hissediyorum.


Dördüncüsü: Senin mektubunda benim        istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme        dair sizin hükûmet-i hazıraya müracaat maddesi ise:


Evvelâ:        Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya        gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa,        binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin        imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya—Kur’ân’dan aldığım        dersle—karar verdim ve vermişiz.


Saniyen: Bana karşı hürmet        yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda “Mısır’da, Amerika’da        olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâd edilecektiniz” diye        yazıyorsunuz.


Aziz, dikkatli kardeşim,


Biz,        insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve        tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir        riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan        tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve        mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis        şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’ân’ın feyzinden gelen ve        i’câz-ı mânevîsinin lemeatı olan ve hakikatlerinin tefsiri bulunan ve        tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını        hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek        zahir mânevî kerâmâtını ve iman noktasında zındıkanın bütün        dinsizliklerini mağlûp ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek        istiyoruz ve onu rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.

       Şahsıma ait ehemmiyetsiz ve cüz’î bir maddeyi haşiye        olarak beyan ediyorum:


Madem Recep Bey ve Kara Kâzım seninle        dost ve zannımca eski Said’le de münasebetleri var. Onlardan iyilik        istemek değil, belki bana karşı selefleri gibi mânâsız, lüzumsuz tazyik ve        zulme meydan vermesinler. Hakikaten buranın maddî ve manevî havasıyla        imtizaç edemiyorum. Sıkıntılarım pek fazla. İkametgâhımı hem dışarıdan,        hem içeriden kilitliyorum. Her cihetle yalnızım. Ve bir cihette de        komşusuz, sıkıntılı bir odada, hasta bir halde hayatımı geçiriyorum. Bazan        bir günü, Denizli’de bir ay hapisten fazla beni sıkmış. Bu yirmi sene        dehşetli zulümle hürriyetime ve serbestiyetime ilişmek artık yeter! Zaten        iki sene mahkemelerin tetkikatıyla ve aleyhimdeki münafıkların plânları        akîm kalmasıyla kat’iyen tebeyyün etmiş ki, şahsımda ve Nurlarda bu vatan        ve millete zarar tevehhüm etmekle daha kimseyi kandıramazlar. Ben de        herkes gibi hürriyetime sahip olsam, belki tebdil-i hava için mutedil        havası bulunan bu kazanın bazı köylerine gitmeme müsaadekâr bir iş’ar        olsa, münasip olur. Size ve oradaki Nur dostlarıma çok selâm ve dua        ediyoruz.

       1اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى


Said        Nursî

       Dipnotlar - Arapça İbareler -        Haşiyeler :

       1        : Bâkî olan sadece Odur.

       

            Lügatler :        

       acip : hayret verici, şaşırtıcı

       akîm : neticesiz, sonuçsuz

aziz : çok        değerli, izzetli

bedel : karşılık

beyan etmek :        açıklamak, izah etmek

bilâkis : aksine,        tersine

câzibedar : çekici

Cenâb-ı Hak : Hakkın ta        kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah

       cüz’î : küçük, az, ferdî

Eski Said :        Bediüzzaman Said Nursî

evvelâ : birincisi

feyiz :        bolluk, bereket, lütuf

hakikat : birşeyin aslı esası, gerçek        mahiyeti

       haşiye : dipnot, açıklayıcı        not

hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışma        çabası

hususan : bilhassa, özellikle

hükûmet-i hazıra        : şimdiki hükûmet

hüsn-ü zan : güzel düşünce

i’câz-ı        mânevî : mânevî hârikalık, mânevî mu’cizelik

ihlâs : ibadet        ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme;        samimiyet

ihtiram : saygı gösterme

       ikametgâh : oturulan yer

iktidar : güç,        kudret

       imtizaç etmek : birbiriyle karışmak,        kaynaşmak

iş’ar : yazılı bilgi, tebliğ

kerâmât :        kerametler, Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü        hâller

lemeat : parıltılar

mağlûp etmek : yenmek

       mutedil : ılıman, dengeli

münafık : iki        yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen

münafi : aykırı

       münasip : uygun

müptelâ olmak : bağımlı,        düşkün olmak

       müsaadekâr : müsaade edici, izin        verici

rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz        rahmeti

revac : kıymet, değer

riyakârlık :        gösteriş

saadet : mutluluk

saniyen : ikinci        olarak

selâmet : esenlik, güven

       selef : önceki, yerine geçilen

şakirt :        talebe, öğrenci

şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir        şekilde

şöhretperestlik : şöhret düşkünü

şükretmek :        Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek

tahsin : beğenme,        birşeyin güzelliğini ilân etme

takdir etmek : bir şeye gerekli        değeri göstermek

tâzip etmek : azap etmek

       tazyik : baskı

tebdil-i hava : hava        değişimi

tebeyyün etmek : görünmek, açığa        çıkmak

tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan,        yorumlayan kitap

       tetkikat : araştırmalar, incelemeler

tevehhüm        etmek : sanmak, zannetmek, kuruntuya kapılmak

tılsım : sır,        gizli gerçek

yâd edilmek : anılmak, hatırlanmak

zahir        : açık, görünen

       zan : sanma

zındıka : dinsizlik,        inançsızlık

       

 

    --


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst