Konuya cevap cer

                                      KADER RİSALESİ 6.3.ZEYL(DEVAMI)

                   İKİNCİ        HATVEDE:

وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ dersini        verdiği gibi, kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse,        başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet        makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat        makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin        muktezasıdır.


Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi, şu hâletin        aksidir. Yani, nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve        ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek...


ÜÇÜNCÜ        HATVEDE:


1مَاۤ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği        gibi, nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer.        Bu Hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün        mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş        nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd        etmektir.


Şu mertebede tezkiyesi, 2 قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur        ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda        bilmektir.


DÖRDÜNCÜ HATVEDE:


3كُلُّ شَىْءٍ هَاِلكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ dersini verdiği gibi, nefis        kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi        rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte,        gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:

       Herşey, nefsinde        mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur. Fakat mânâ-yı        harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve        vazifedarlık itibarıyla şahittir, meşhuddur, vâciddir,        mevcuttur.


Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda        adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat        kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip        Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı        vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur.        Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin        bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve        nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine        mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, herşeyi bulur.

       Dipnotlar        - Arapça İbareler - Haşiyeler :

       1        :        “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o        da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.

2        : “Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems        Sûresi, 91:9.

3 : “Herşey helâk olup gidicidir-Ona        bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.

       

            Lügatler        : 


       acz : âcizlik,        güçsüzlük

adâvetkârâne : düşmancasına

ahz-ı ücret :        ücret alma

bizzat : kendisi

dâvâ etmek : iddia        etmek

derk etmek : anlamak

fahr : övünme,        gurur

fakr : fakirlik, ihtiyaç hali

fâni : gelip        geçici, ölümlü

Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik        sahibi olan ve herşeyi harika, üstün sanatıyla yaratan        Allah

fenâ : göçüp gitme, ölümlülük

       firak :        ayrılık

gınâ : zenginlik

hâdis : sonradan        olan

hakikat : gerçek

hâlet : durum,        hal

hamd : övgü ve şükür

hatve : basamak,        mertebe

huzuzat : haz ve lezzet veren şeyler

ihsan :        bağış, iyilik

ihtirasat : ihtiraslar, aşırı istekler,        tutkular

iltizam : taraf tutma, taraftarlık

istifade-i        huzuzat : hazlardan, lezzetlerden istifade

kemâl :        mükemmellik, kusursuzluk

kemâlât : mükemmellikler, üstün        özellikler

kudret : güç, iktidar

külfet :        zorluk

mâbud : kendisine ibadet edilen

mâdum : yok,        ölü

       mânâ-yı harfî : bir        şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan        mâna

mânâ-yı ismî : bir şeyin bizzat kendisine bakan ve        kendisini tanıtan mânâsı

mefkut : kayıp,        bilinmeyen

mehâsin : güzellikler, iyilikler

mevcut :        var, varlık

mevt : ölüm

       Mûcid-i Hakikî :        gerçek var edici, yaratıcı olan Allah

mukteza : bir şeyin        gereği

müstakil : bağımsız

naks : noksanlık,        eksiklik

nefis : kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak        zevk ve isteklere teşvik eden duygu

nefs-i emmâre : insanı daima        kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu

nevi : tür,        çeşit

       nihayetsiz :        sonsuz

nisyan : unutmak

nisyân-ı nefis : nefsi        unutmak

rububiyet : rablık

       Sâni-i Zülcelâl :        sonsuz haşmet ve yücelik sahibi san’atkâr, Allah

sır : gizli        gerçek, gizem

       şahsî :        kişisel

şükür : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a memnuniyetini        sunma

tathir : temizleme

temeddüh :        böbürlenme

tezkiye : temizleme

ucb : kibir, kendini        beğenme

       vâcid : var eden,        vücuda getiren

vücud : varlık

vücud-u şahsî : kendi        kişisel varlığı

Zât-ı Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan ve        yokluğu asla düşünülemeyen Zât, Allah

       zevâl : gelip        geçicilik, yokluk

ziya-yı vücud : varlık ışığı

zulümât-ı        adem : yokluk karanlığı


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst