Konuya cevap cer

Arapça dışındaki ezan çok zararlıdır

             10 Haziran 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur Dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

    Mühim bir sual:  Bazı ehl-i tahkik derler ki: “Elfâz-ı Kur’âniye ve zikriye ve sair  tesbihlerin herbiri müteaddit cihetlerle insanın letâif-i mâneviyesini  tenvir eder, mânevî gıda verir. Mânâları bilinmezse, yalnız lâfız ifade  etmiyor, kâfi gelmiyor. Lâfız bir libastır; değiştirilse, her taife  kendi lisanıyla o mânâlara elfaz giydirse, daha nâfi olmaz mı?”

    Elcevap:  Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas  değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt  olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda  zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı  örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.

    Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim, gördüm ki, o hâlet hakikattir. O hâlet şudur ki:

     Sûre-i İhlâsı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum.1Gördüm  ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır,  vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman  mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi  bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini  alır, o da sükût eder.

    Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir  kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve  tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar  verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbi’ olduğu bir  meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi  geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.

     Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki  tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt  hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar.  Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî  olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.

    İşte, kendim  tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı  gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri  başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimî olan  elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letâifin daimî  hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-u  daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde,  tercüme vasıtasıyla insanların tabirâtı ruha zulmet vermesi gibi  zararlar olur.

    Evet, nasıl İmam-ı Âzam demiş: “لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ tevhide alem ve isimdir.” Biz de deriz:

     Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların  ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi,  mânâ-yı lügavîsinden ziyade, mânâ-yı örfî-i şer’îsine bakılır. Öyle ise  değişmeleri şer’an mümkün değildir. Her mü’mine bilmesi lâzım olan  mücmel mânâları, yani muhtasar bir meâli ise, en âmi bir adam dahi çabuk  öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler  mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin  anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine  nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl “akıllı adam”  denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir.

     Hem سُبْحَانَ اللهِ  diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı  takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer mânâsına  kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder.  Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i  taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden  meâl-i icmâlî, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü  İlâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve  nurlar çok ehemmiyetlidir.

    Elhasıl: Zaruriyât-ı  diniye mahfazaları olan elfâz-ı kudsiye-i İlâhiyenin yerine hiçbir şey  ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat  ifade etseler de, daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler.

    Amma  nazariyât-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye  lüzum kalmaz. Çünkü nasihatle ve sair tedris ve talim ve vaazla o  ihtiyaç mündefi’ olur.

    Elhasıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı  Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur’âniyenin i’câzı öyle bir tarzdadır ki,  kabil-i tercüme değildir, belki “muhaldir” diyebilirim. Kimin şüphesi  varsa, i’câza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri  şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede;  hayattar, çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî mânâları nerede? (  Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)

    Bediüzzaman Said Nursi

    SÖZLÜK:

    alem : özel isim

    câmid : cansız

    cihet : yön, taraf

    ehl-i tahkik : gerçeği delilleriyle araştıran âlimler

    elfaz : lâfızlar, sözler

    elfâz-ı Kur’âniye : Kur’ân’daki ifadeler, sözler

    elfâz-ı mübareke : mübarek lâfızlar, hayırlı ifadeler

    esbab : sebepler

    gaflet : umursamazlık, vurdumduymazlık

    hâkezâ : bunun gibi

    hâlet : durum, hâl

    haşiye : dipnot

    hayattar : canlı

    içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma

    kâfi : yeterli

    kuvve-i müfekkire : düşünme duygusu

    lâfz : ifade, kelime

    lâfz-ı müşebbi’ : doyurucu, tatmin edici söz

    letâif : lâtifeler; insanın mânevî yapısındaki ince duygular

    letâif-i mâneviye : mânevî duygular

    libas : elbise

    lisan : dil

    mânâ : anlam

    mânâ-yı örfî : bir şeyin halk arasında kullanılan mânâsı

    mâni : engel

    meâl-i icmâlî : özet açıklama

    medar : dayanak noktası, kaynak

    mefhum : anlam, kavram

    misal : örnek

    mürur-u zaman : zamanın geçmesi

    müteaddit : çeşitli

    müteveccih : yönelik, yönelmiş

    nâfî : faydalı, yararlı

    nam : isim

    nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu

    sair : diğer, başka

    Sûre-i İhlâs : İhlâs Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi

    sükût : sessiz kalma, susma

    taife : grup, topluluk

    tenvir etme : aydınlatma, nurlandırma

    tesbih : Allah’ı yüce şanına lâyık ifadelerle anma

    tesbihât-ı Nebeviye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Cenâb-ı Hakkı yüceltmek için kullandığı ifadeler, tesbihler

    tetkik etme : inceleme, araştırma

    tetkikat : incelemeler

    vücud : varlık, var oluş


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst