Konuya cevap cer

Felsefe ile din ilimleri birbiriyle barışmalı

             14 Haziran 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur dersi...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim 

    Reis-i Cumhura ve Başvekile,

     Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta  bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir biçare garip ihtiyar der ki:

    Size iki hakikati beyan ediyorum:

     Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne  ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile  kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı,  inşaallah dört yüz milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i  âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz  tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.

     Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli  bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı  kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’ân’ın bu zamanda bir  mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’un Arabistan ve Pakistan’da her  yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız  habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur’un  talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda  kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur  oldum.

    Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir  tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı  görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek  kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de  uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye  düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye  çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle başkasının  zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ  başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların  ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk,  Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de  çıkmışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle  mezc olmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O  kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.

    Sizin bu  defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu  tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların  yerine, dört yüz milyon kardeş Müslümanları ve sekiz yüz milyon sulh ve  müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler  sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir  vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.

     Salisen: Altmış beş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir  dinsiz müstemlekât nâzırı Kur’ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş  ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız,  tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz veyahut  Müslümanları ondan soğutmalıyız.”

    İşte bu iki fikirle, dehşetli  ifsat komitesi bu biçare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar  vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene evvel bu cereyana karşı,  Kur’ân-ı Hakîm’den istimdat eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir  de pek büyük bir “Dârülfünun-u İslâmiye” tasavvuru ile, altmış beş  senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir fâidesi olarak hayat-ı  dünyeviyemizi de istibdad ı mutlaktan ve dalâletin helâketinden  kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeynindeki uhuvvetini inkişaf  ettirmeye iki vesileyi bulduk.

    Birinci vesilesi: Risale-i Nur’dur  ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet ettiğine  kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif edilmesi  ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da  tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden  beri dehşetli bir surette maddiyun ve tabiiyun gibi dinsizlik fikrine  karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh  edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin  anahtarını bulan zatlar, bu mu’cize-i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i  İslâma işittireceksiniz.

    İkinci vesilesi: Altmış beş sene evvel  Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem i İslâmın medresesidir diye, ben  de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı.  Cenâb-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:

    Câmiü’l-Ezher  Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar  büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da  lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran,  Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat  etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan  İslâmiyet milliyeti ile

    “Ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurât  Sûresi, 49:10.) Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar  olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa  medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki  ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin  diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem  İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra  mânâsında, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem  medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un  hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini  (Allah rahmet etsin) Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak  için yirmi bin altın lira verdiği gibi, sonra ben eski Harb-i Umumîdeki  esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut iki yüz meb’ustan yüz  altmış üç meb’usun imzası ile yüz elli bin lira, o zaman paranın  kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler.  Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya  yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymetdar bir  üniversitenin tesisine herşeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde  çok lâkayt ve garplılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı  bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler. Yalnız onlardan ikisi  dediler ki:

    “Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız.”

    Ben de cevaben dedim:

     Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser  enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve feylesofların  garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve  felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî  kanunu nazara almayarak garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi  bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin  merkezinde olan vilâyat-ı şarkiyede millet, vatan selâmeti için dine,  İslâmiyetin hakaikine kat’iyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir.  Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:

    Ben  Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete  çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim.

     Dedi: “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum.  Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”

     Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken,  İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı  muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir  mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa  bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum.”

    Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

     Ey sual soran meb’uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürt var. Yüz milyona  yakın İranlı ve Hintliler var. Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon  Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu  kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha  lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırktaşlarından başka  düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan, sırf ulûm-u felsefeyi  okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci  hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum.

    İşte bu cevabımdan sonra,  an’ane aleyhinde ve her cihetle garplılaşmak fikrini taşıyanlar,  kalktılar, imza ettiler. İsimlerini söylemeyeceğim. Allah kusurlarını  affetsin; şimdi vefat etmişler.

    Râbian: Mâdem Reisicumhur gayet  mühim mesâil-i siyasiye içinde Şark Üniversitesini en ehemmiyetli bir  mesele yapıp hattâ harika bir tarzda altmış milyon liranın o  üniversiteye sarfı için bir kanun çıkarmak derecesinde fevkalâde bir  hizmetle medresenin medâr-ı iftiharı ve kendisine büyük bir şeref  verdiren bu medrese-i İslâmiyeye, eski hocalık hissiyatıyla başlaması,  bütün şark hocalarını minnettar etmiş. Ve şimdi orta şarkta sulh-u  umumînin temel taşı ve birinci kalesi olan bu üniversiteyi yine mesâil-i  azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara alması, elbette bu vatan, bu  devlete, bu millete bu azîm, fâideli hizmeti netice verecek. Ulûm-u  diniye o üniversitede esas olacak. Çünkü hariçteki kuvvet tahribatı  mânevîdir, imansızlıkladır. O mânevî tahribata karşı atom bombası, ancak  mânevî cihetinde mâneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.

     Mâdem elli beş sene bu meseleye bütün hayatını sarf etmiş ve bütün  dekaikiyle ve neticeleriyle tetkik etmiş bir adamın bu meselede reyini  almak ve fikrini sormak lâzım gelirken, Amerika’da, Avrupa’da bu  meseleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim  de bu meselede söz söylemeye hakkım var. Hamiyetkâr olan bütün bir  millet namına sizden bekliyoruz. (Emirdağ Lahikası, 2. Cilt, 139.  mektup)

    Bediüzzaman S aid Nursi

    LÜGAT:

    Âhir Hayat : Hayatın Sonu

    Beyan Etmek : Açıklamak

    Emare : Belirti, İz

    Hakikî : Asıl, Gerçek

    Havali : Çevre, Yöre

    İhtar-I Kalbî : Kalbe Gelen Uyarı, İkaz

    İstimal : Kullanma

    İstirahat-İ Umumiye : Herkesi İçine Alan Rahatlık, Huzur

    İttifak : Birleşme, Birlik

    Kabil-İ Tefrik : Ayrılabilir Olma, Ayrılması Mümkün

    Kıymettar : Kıymetli, Değerli

    Makbul Olma : Kabul Görme

    Menfî : Olumsuz, Karşıt

    Mezc Olmak : Karışmak, Bütünleşmek

    Misl : Kat, Derece

    Mu’cize-İ Mâneviye : Mânevî Mu’cize; Benzerini Yapma Hususunda Başkalarını Âciz Ve Hayrette Bırakan Olağanüstü Mânâ

    Mücahid : Cihad Eden

    Müsalemet-İ Umumiye : Umumî Barış Ortamı; Herkesi İçine Alan Barış Ve Huzur

    Müstemlekât Nâzırı : Sömürgeler Bakanı

    Netice-İ Azîme : Büyük Netice

    Sâir : Diğer

    Salisen : Üçüncü Olarak

    Saniyen : İkinci Olarak

    Seciye-İ Fıtrî : Doğal, Yaratılıştan Gelen Özellik, Karakter

    Sukut Ettirmek : Düşürmek, Hükümsüz Kılmak

    Sulh : Barış

    Suret : Biçim, Şekil

    Tahakküm : Baskı, Zorbalık

    Tehlike-İ Azîm : Büyük Tehlike

    Tesirat : Tesirler, Etkiler

    Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği

    Âcizlik : Güçsüzlük

    Âhiret : Öldükten Sonra Sonsuza Kadar Devam Edecek Olan Hayat

    Akvam-I İslâmiye : Müslüman Kavimler, Milletler

    Âlem-İ İslâm : İslâm Dünyası

    Biçare : Çaresiz

    Cenâb-I Hak : Hakkın Ta Kendisi Olan Sonsuz Şeref Ve Yücelik Sahibi Allah

    Cereyan : Akım, Hareket

    Cerh Etmek : Yaralamak, Çürütmek

    Cilve : Görüntü, Akis

    Dalâlet : Hak Yoldan Ayrılma, Sapkınlık

    Darülfünun : Üniversite

    Dârülfünun-U İslâmiye : İslâmî Üniversite

    Ehl-İ Vukuf : Bilirkişi

    Ekser : Çoğunluk

    Emsalsiz : Benzersiz

    Hakikat : Doğru, Gerçek

    Hâlet : Durum, Hâl

    Hamiyetkâr : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olan

    Hayat-I Dünyeviye : Dünya Hayatı

    Helâket : Mahvolma, Yok Oluş

    İfsat Etmek : Karıştırma, Karışıklık Çıkarma

    İfsat Komitesi : Bozgunculuk Çıkaran Grup

    İhtilâlci : Ayaklanan, Karışıklık Çıkaran

    İnkişaf : Açığa Çıkma, Açılma, Gelişme

    İnşaallah : Allah Dilerse, İzin Verirse

    İstibdad-I Mutlak : Sınırsız Baskı Ve Zulüm

    İstimdat Eylemek : Yardım Dilemek

    Kafkas : Kafkaslar’da Yaşayan Topluluk

    Kat’î : Kesin

    Kudsî : Mukaddes, Kutsal

    Kur’ân-I Hakîm : Her Âyet Ve Sûresinde Sayısız Hikmet Ve Faydalar Bulunan Kur’ân

    Kuvvet-İ İman : İman Gücü

    Mâbeyn : Ara

    Maddiyun : Materyalistler; Her Şeyi Madde İle Açıklamaya Çalışanlar

    Mazlumiyet : Zulme Uğramışlık

    Medrese-İ Umumiye : Herkese Açık Olan Medrese, Okul

    Menfi : Olumsuz, Karşıt

    Milliyet-İ Hakikiye : Gerçek Millet, Hakiki Milliyet

    Mu’cize-İ Kur’âniye : Kur’ân’ın Mu’cizesi

    Müsbet : Olumlu

    Rahmet : İlâhî Şefkat Ve Merhamet

    Suret : Biçim, Şekil

    Tabiiyun : Tabiatı Yaratıcı Olarak Kabul Edenler, Materyalistler

    Tasavvur : Düşünce, Hayal

    Telif Edilmek : Yazılmak

    Uhuvvet : Kardeşlik

    Uhuvvet-İ İmaniye : İmandan Gelen Kardeşlik

    Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği

    Umumî : Genel

    An’anat : Gelenekler

    Cevaben : Cevap Olarak

    Darülfünun : Üniversite

    Delâlet : Delil Olma, Gösterme

    Ehl-İ Medrese : Medresede İlim Öğrenen Ve Öğretenler

    Ehl-İ Mektep : Okulda İlim Öğrenen Ve Öğretenler

    Ekser : Çoğunluk, Pekçok

    Enbiya : Nebiler, Peygamberler

    Esaret : Esirlik

    Farz-I Muhal : Varsayım

    Feylesof : Filozof; Felsefeci

    Fıtrî : Doğal, Yaratılıştan Gelen

    Fünun : Fenler, İlimler

    Garp : Batı

    Garplılaşmak : Batılılaşmak

    Hakaik : Hakikatler, Esaslar

    Hakikî : Gerçek

    Hindistan :

    Hiss-İ Dinî : Dinî His

    Hükemâ : Felsefeciler, Filozoflar

    İnkişaf : Açığa Çıkma, Açılma, Gelişme

    İttifak Etmek : Birleşmek

    Kanun-U Esasî : Temel Kanun, Esas Prensip, Anayasa

    Kıymetdar : Kıymetli, Değerli

    Lâkayt : Duyarsız, İlgisiz

    Mazhar Olmak : Erişmek, Nail Olmak

    Meb’us : Milletvekili

    Musalâha Etmek : Barışmak

    Nazara Almak : Dikkate Almak

    Şark : Doğu

    Tahsisat : Tahsis Edilen Şeyler; Belli Bir Şey İçin Ayrılan Para, Ödenek

    Tecerrüd Etme : Soyutlanma, Sıyrılma

    Terakki Ettirme : Yükseltme, Yüceltme

    Tesirat : Tesirler, Etkiler

    Tesis : Kurma, Yerleştirme

    Ulûm-U An’ane : Geleneksel İlimler

    Ulûm-U Diniye : Dinî İlimler

    Vilâyât-I Şarkiye : Doğu İlleri

    Zuhur : Belirme, Görünme

    Aksülâmel : Ters Tepki

    Alâkadar : Alâkalı, İlgili

    An’ane : Gelenek

    An’ane-İ İslâmiye : İslâmî Gelenek

    Ders-İ Dinî : Din Dersi

    Elzem : Çok Gerekli

    Esaret : Esirlik

    Fâsık : Günahkâr

    Garplılaşmak : Batılılaşmak

    Hakaik : Hakikatler, Esaslar

    Hamiyet : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olma

    Hissiyat : Duygular, Hisler

    Irktaş : Aynı Irktan Olan

    Lâdinî : Dinsiz

    Meb’us : Milletvekili

    Medâr-I İftihar : İftihar Sebebi

    Medrese-İ İslâmiye : İslâmî Medrese

    Mesâil-İ Siyasiye : Siyasî Konular

    Meslek : Gidilen Yol, Metot

    Millet-İ İslâmiye : İslâm Milleti; Müslümanlar

    Minnettar Etmek : Mânen Borçlu Kılmak

    Misal : Örnek

    Muallim : Öğretmen

    Nazara Almak : Dikkate Almak

    Râbian : Dördüncü Olarak

    Reisicumhur : Cumhurbaşkanı

    Salih : Dinin Emir Ve Yasaklarına Uygun Hareket Eden, Allah’ın Sevgili Kulu

    Selâmet : Esenlik, Güven

    Sulh-U Umumî : Genel Barış; Herkesi İçine Alan Barış, Huzur

    Şark Üniversitesi : Doğu Üniversitesi

    Şark : Doğu

    Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği

    Ulûm-U Felsefe : Felsefe İlimleri

    Vilâyat-I Şarkiye : Doğu İlleri

    Alâmet : Belirti, İşaret

    Azîm : Büyük

    Aziz : Çok Değerli, İzzetli

    Beyan Etmek : Açıklamak

    Binaen : Dayanarak

    Dekaik : İncelikler

    Ekser : Çoğunluk

    Hakikî : Gerçek, Asıl

    Hâlet : Durum, Hâl

    Hâlis : İçten, Katıksız, Samimî

    Hamiyetkâr : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olan

    Hariç : Dış

    Hizmet-İ Kur’âniye : Kur’ân Hizmeti

    İfşa Etmek : Duyurmak, Bildirmek

    İnayet-İ İlâhiye : Allah’ın Yardım Ve Şefkati

    İstişare : Fikir Sorma, Danışma

    Kelimat : Kelimeler

    Men : Yasaklama

    Mesâil-İ Azîme-Yi Siyasiye : Siyasete Ait Büyük Meseleler

    Metanetli : Dayanıklı, Metîn

    Muhlis : Samimî, İhlâslı; İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah’ın Rızasını Gözeten

    Nazara Almak : Dikkate Almak

    Niyaz Etmek : Dua Etmek, Yalvarıp Yakarmak

    Rahmet : İlâhî Şefkat Ve Merhamet

    Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Her Şeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti

    Rey : Oy

    Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı

    Şekvâ : Şikâyet

    Tahammül : Dayanma, Katlanma

    Tahribat : Tahripler, Yıkıp Bozmalar

    Tamam-I Vazife : Görevin Son Bulması

    Tazammun Eden : İçine Alan

    Tesemmüm : Zehirlenme

    Tetkik Etmek : İncelemek, Derinliğine Araştırmak

    Ulûm-U Diniye : Dinî İlimler

    Vehim : Kuşku, Kuruntu

    Zahirî : Dış Görünüşte Olan


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst