OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
6.2.ON DOKUZUNCU VE OTUZ BİRİNCİ SÖZLERİN ZEYLİ(DEVAMI)
ŞAKK-I KAMER MU’CİZESİNE DÂİRDİR(A.S.M.)(DEVAMI)
ÜÇÜNCÜ NOKTA
Mu’cize, dâvâ-yı nübüvvetin ispatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise, dâvâ-yı nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine münâfi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü, akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak, sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksaydı ve beşerin umum tarihlerine geçseydi, o vakit sair hâdisât-ı semâviye gibi, ya dâvâ-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazdı; veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki, aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi olacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-ı metâli, sis ve bulut gibi sair mevânii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Şu hadise, gece vakti, herkes gaflette iken, âni bir surette vuku bulduğundan, etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmayacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hadise, haber-i vahid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.
Bazı kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş” demişler.1
Hem meselâ, o vakit cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanya’da yeni gurup, Amerika’da gündüz, Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbab-ı mâniaya binaen elbette görülmeyecek.
Şimdi bu akılsız muterize bak: Diyor ki, “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvâmın tarihleri bundan bahsetmiyor; öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına!
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : bk. el-Vâdiî, el-Mualle 1:80; Derviş el-Hût, Esna’l-Metâlib 1:378, 1606; el-Medenî, Tahzîru’l-Müslimîn 1:163; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s.398.
Lügatler :
akvâm : kavimler, milletler
âlem : dünya
bâki : sürekli, kalıcı
bedâhet : ap açıklık
beşer : insanlık
binaen : –dayanarak
cehalet : cahillik
dâvâ-yı nübüvvet : peygamberlik iddiası
efrad : fertler, kişiler
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
esbab-ı mânia : engel olan sebepler
etraf-ı âlem : dünyanın her tarafı
Fâtır-ı Hakîm : herşeyi hikmetle ve hârika üstün san’atıyla yaratan Allah
feylesof : felsefeci
gaflet : dalgınlık
haber-i vahid : tek kişi vasıtasıyla aktarılan haber
hâdisât-ı semâviye : gökyüzünde meydana gelen olaylar
hadise : olay
Hakîm-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah
hevesat : hevesler, arzular
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hususiyet : özel oluş
icbar : zorlama
ihtilâf-ı metâli : Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu
ihtiyar : irade, tercih, seçme gücü
iktiza etmek : gerektirmek
ilhak : eklemek, ilave etmek
inşikak-ı kamer : Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
izhar etmek : göstermek
kamer : ay
kâselis : çanak yalayıcı, dalkavuk
mevânî : maniler, engeller
mu’cize : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
mu’cize-i bâhire : apaçık mu’cize
muhalif : zıt
muhat: etrafı çevrilmiş, kuşatılmış
muteriz :itiraz eden
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
münâfi : aykırı
münkir : inkarcı, inkar eden
nefrin :nefretler, beddualar
nübüvvet : peygamberlik
risalet-i Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberliği
sair : diğer
sermaye : varlık
sırr-ı teklif : kulluk ve imtihan sırrı
suret : şekil, biçim
tasdik : doğruluğunu kabul etme
umum : bütün
vakt-i gaflet : insanların gafil olduğu bir dönem
vuku : olma, meydana gelme
zayi olmak : kaybolmak