Habeşistan Kralı Necaşi Ashama’ya Tebliğ Mektubu

faris

Well-known member
Resulullah Efendimiz Peygamber Hz. Muhammed a.s.v'in Necaşiye’ Mektubu

609 yılında ilâhî tebliğ görevine başladıktan 5 yıl sonra Hz. Muhammed (s.a), Mekke’li müşriklerin işkence ve eziyetlerinden bunalan sahâbîlerine Habeşistan’a sığınmalarını teklif etti. O sırada komşu ülkelerden sadece Habeşistan karışıklık ve çatışmalar dışında bulunuyordu. Kaynaklar Rasûlullah’ın Necaşi’ye yazılmış iki mektubu bulunduğunu, biri sahabîlerin Habeşistan’a sığındıkları esnada, diğerinin yabancı hükümdarlara İslâma davet mektuplarının gönderildiği hicrî 6. yılda yazıldığını belirtiyorlar.


Mülteciler arasında Hz. Peygamber’in amcasının oğlu Ca’fer (r.a), Resûlullah’ın kızı Rukayye ve zevci (3. Halife) Osman (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a)’in sonradan kendileriyle izdivac ettiği Sevde ile Ummû Habibe annelerimiz de vardı.


Peygamber Efendimiz (s.a)’in Necaşi Ashama’ya gönderdiği mektubun tam metni şu şekildedir:


[BILGI]“Resûlullah Muhammed’den, Habeş’lilerin Kralı Necaşi’ye. Kendisinden başka tanrı olmayan, gerçek Hükümdar (Melik), Mukaddes (Kuddûs), Selâm, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah’ın övgüsünü sana iletirim. Takdir edip şehâdet ederim ki Meryem oğlu İsâ, Allah’ın Rûhu ve Kelimesidir ve (bu kelime) afîfe, dokunulmamış Meryem’e bırakılmıştır; böylece o İsâ’ya hâmile olmuş ve Allah da onu, kendi Rûh ve Nefesinden olmak üzere Âdem’i Eli ve Nefesi ile nasıl yarattı ise onu da (öylece) yaratmıştır.


Seni tek olan Allah’a çağırıyorum ki onun hiç bir şerîkî yoktur. O’na itaat konusunda karşılıklı yardıma (çağırıyorum); beni takip et, bana uy, bana gelen şeye îman et! Zira ben Allah’ın elçisiyim. Bu duruma göre seni ve etrafındaki askerlerini Kaadir ve Azîm olan Allah’a dâvet ediyorum. Nasihat ve sözlerimi kabul etmenizi tavsiye ederim.
Amca tarafından yeğenim olan Ca’fer’i beraberinde az sayıda bir Müslüman kümesiyle birlikte sana doğru hemen yola çıkarıyorum. O, sana varır varmaz taşıdığın boş ve faydasız gurur ve azameti bir kenara koyup onlara misafirperverlik göster!


Selâm, gerçek hidâyet yolunu takip eden kimsenin üzerine olsun!”

[/BILGI]

Müslümanlar Habeşistan’a kabulünden sonra Mekkelî müşrikler, mültecilerin buradan çıkarılmaları için hediyelerle bir elçi heyeti gönderdiler. Hırıstiyan inancındanki Necaşî’den, ülkesine sığınanların, milletin dinini terk eden ve yeni bir din icâd eden boş kafalı gençler olduğunu söyleyerek sürülüp çıkarılmasını istediler.


İlticâ hakkında ihanet etmeye ve sözünden dönmeye şiddetle karşı çıkan kral, Müslümanları dinlemek üzere huzuruna getirtti. Rasûlullah’ın yeğeni Ca’fer (r.a) söz alıp Allah’ın içlerinden birini elçi seçip gönderene kadar cahillerden olduklarını, tek tanrı olan Allah’a tapmayı, ibadet etmeyi, sadaka vermeyi, oruç tutmayı, iyi ve güzel fiilleri Hz. Muhammmed (s.a)’den öğrendiklerini anlattı. Necaşî’nin isteği üzerine Kur’an’ı Kerim’den Yahya Peygamber ile İsâ Peygamber’in ilâhî bir mucize olarak doğumunu, dünyaya gelişini anlatan 19. sûrenin baş kısımlarını tilâvet etti. Önlerinde Kitabı Mukaddes nüshaları olduğu halde bu âyetleri dinleyen Necâşî ve etrafındaki papazlar, her biri aziz ve mukaddes olan bu hususların hiç de beklemedikleri bir şekilde Kur’an âyetleriyle tebcîli ve ululanması karşısında ağlamaya başladılar. Kral, bu ışık ile Hz. İsa’ya gelen ilahi tebliğin aynı kaynaktan geldiğini ifade ederek, müslümanların ülkesinde sulh ve selâmet içinde yaşamalarına izin verdi. Daha sonra oğlunun aracılığı ile Peygamber Efendimiz (s.a)’e bir mektup göndererek, İslâm’a girdiğini bildirdi. Necaşî ölünce, gıyabî namazını Medine’de Peygamber Efendimiz kıldırdı.


Resûlullah’ın Necaşî’ye gönderdiği mektubun aslı 1938 de Şam’da bulunmuş, Londra’da Bristish Museum uzmanlarınca incelenmiştir. Bu vesika genişliği 23 cm., boyu 37 cm. olan bir el yazması parşömen’(deri)dir. Harfler yuvarlak karakterlidir. Mürekkep koyu kahverenginde olup, metinde 17 satır bulunmakta, sonra bir mühür izi görülmektedir. Çapı 26 mm. olan mühürde, Arap harfleriyle Allah, Rasûl, Muhammed kelimeleri yukarıdan aşağıya, herbiri bir satıra gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Mektup önceleri Habeşistan’ın imparatorluk kütüphanesindeyken, 2. Dünya savaşı sırasında bir papazın eline geçmiş ve Şam’a getirilmiştir.
 

faris

Well-known member
Peygamber (AS)’ın Necâşî’ye Gönderdiği Mektubun Aslı


Another Prophetic Letter (Peygamber’in Yeni Bir Mektubu Daha) başlığıyla JRAS’da (Londra, Ocak 1940, s. 54-60) yayınladığı İngilizce bir makalesinde, D. M. Dunlop, Resulullah (AS)’ın Habeşistan kıralı Necâşî’ye gönderdiği mektubun aslının tıpkıbasımını da vererek, bu mektubun aslına uygun olup olmadığını tartışmaya açmıştı.568 Dunlop’un bu konuda giriştiği eleştirilerin özgün ve bilimsel bir tarafı yoktur. Yazar, bu yazısında Caetani’nin kitabı aracılığıyla Grimme’in öne sürdüğü hüküm ve delilleri yeniden ele almaktadır. Temel aldığı bu eserde ise, kendilerince bilinmeyen elimizdeki bu belgenin değil, başka bir mektubun, daha doğrusu Resulullah (AS)’ın Mukavkıs’a gönderdiği mektubun orijinali (bk. § 531 vd.), burada tartışma konusu yapılana uygulanmak üzere gündeme getirilmektedir. Mevcut belge konusunda elimizde Dunlop’un makalesinden başka bir kaynak olmadığı için, burada onun makalesinden bazı bölümlerin çevirisini vereceğiz.



“Bu mektubu elinde bulunduran Şam’lı bir antikacının ifadesine göre, kendisi bu mektubu birkaç yıl önce Habeşistan’lı bir din adamından Şam’da temin etmiştir” (s. 59). “Şam’da 1938 yılında (ele geçirdiğim) bu belgeyi İngiltere’ye getirdim. Mektup, British Museum’da H.I. Bell ve D.S. Fulton tarafından… ayrıca Bonn Üniversitesinden Prof. Kahle ve Mr. Heffening tarafından incelendi. Glasgow Üniversitesi’nden Prof. Margoliouth, Mr Robson ve diğer Arapça uzmanları tarafından görüldükten sonra, onu Şam’daki sahibi özel kişiye iade ettim” (s. 56). “Besbelli ki bunların uyguladığı yöntem, yeni belgeyi ilk olarak öteki mektupla (daha önce keşfedilen yani Mukavkıs’a gönderilen mektubun orijinaliyle) karşılaştırmaktan ibaretti…Buna göre genel bir benzerlik göze çarpmaktaydı; özellikle Resulullah (AS)’ın mührü569 her iki belgede de aynı görünüyordu. Her iki belgedeki yazı karakterlerinde farklılık göze çarpıyordu. Bu da, mektupların iki farklı katibin elinden çıkmış olmasına bağlanabilir” (s. 56). “Bu belge, 9 pouce genişliğinde ve 13,5 pouce uzunluğunda (yaklaşık 23x37 cm) bir elyazması parşömendir. Harfler yuvarlaktır; çizgileri geniş olduğu için okunmaları zor değildir. Mürekkebi koyu kahverengidir. Metinde 17 satır bulunmakta ve son tarafında 26 mm. çapında, içinde yukarıdan aşağıya 3 satır halinde Arapça karakterlerle



Allah

Rasul

Muhammed



kelimelerinin bulunduğu yuvarlak bir mühür izi göze çarpmaktadır” (s. 54). Londra’daki British Museum yetkilileri, belgenin en az göründüğü kadar eski olduğuna şüphe etmemektedirler” (s. 58). “Onu görüp inceleyenlerin birçoğu, bunun yakın ve yeni değil, eski dönemlere ait olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak eski bir sahtecilik de olabilir” (s. 59). “Söz konusu belgenin parşömeni (derisi) şaşırtıcı derecede eski asırlardan kalma bir görünüşe sahip olmakla birlikte, ben (Dunlop) şahsen bunun yeni ve yakın zamana ait olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum” (s. 59-60). “Öyleyse bu belgenin ya Bahreyn (bugünkü el-Ahsâ) valisine gönderilen diğer belgenin yazıldığı zamana, ya da yaklaşık olarak o döneme tarihlendirilmesi mümkündür (cir. 1863). Fakat her halü kârda Barthélemy’nin keşfettiği, el-Mukavkıs’a gönderilen mektubun orijinalinin bulunmasından sonraki bir döneme aittir (cir. 1852)” (s. 60).



Daha ileri gidip Dunlop’un belgenin aslına uygunluğuyla ilgili kanıtları ortaya koymadan önce, bu orijinal mektubun gün yüzüne çıkışından Dunlop’dan önce de haberdar olunduğunu hatırlatmak uygun olacaktır. Gerçekten, 1936 yılında, Kahire’de yayınlanan Arapça günlük el-Belâğ gazetesi, Habeşistan’da çıkan günlük Burhân Islâm (?) dergisinden naklen, Habeşistan’daki İtalyan işgali sırasında (1935-36) Kıral Négus’un Hazine dairesinden Resulullah (AS)’ın mektubunu çıkardığını ve büyük kıtlık yıllarında adet olduğu üzere, mektubu halka teşhir ettiğini yazmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında (1942), Haydarabad Hükûmeti, Nizâm Sarayı’ndaki İngiliz Genel Valiliğiyle resmî bir yazışma yapmış; İngiliz yetkililer verdikleri cevapta burada söz konusu edilen belgenin İtalya-Habeşistan savaşından önce satılmak üzere İngiltere’ye gönderildiğini, ancak İngiliz kütüphanelerinin bu belgenin satın alınmasına gerek olmadığı kanaatini taşıdıklarını belirtmişlerdi. Öte yandan, Habeşistan’ın Londra büyükelçiliği benim kişisel olarak sorduğum bir soruya 1270/51 no ve 17/08/1951 tarihli yazısıyla lütfedip verdiği cevapta, “Habeşistan’da artık bu tür belgelerin bulunmadığının anlaşıldığını” belirtmişti.570 Bütün bunlar bize kesin bir bilgi vermekten uzaktır. El-Belâğ dergisinde çıkan ve benim kendisine verdiğim haberle ilgili olarak, Dunlop şöyle söylemektedir: “Bu durumda, bunun (belge) daha önceleri Habeşistan’daki imparatorluk kütüphanesinde bulunduğu ve son dünya savaşı sırasında her nasılsa bir papazın eline geçtiği, ve bu papazın da daha sonra Suriye’ye bir yolculuk yaptığı anlaşılmaktadır” (s. 59). Şimdi bildiğimiz kadarıyla bu orijinal mektuptan söz edelim:



Dunlop, kendi adına, belgenin aslına uygunluğuyla ilgili olarak, bazıları cevap vermeye bile değmeyen yedi itiraz ileri sürmektedir:



1. Muhammed’in sadece Arabistan’ın peygamberi olduğuna inanılıyordu ve o yabancı ülkelere asla mektup göndermemişti.

2. Bu tarihî anlatım İbn Hişâm’ın bir uydurmasıdır.

3. Peygamberin Mukavkıs ve el-Münzir’e gönderdiği mektupların asıllarının sahte olduğu beyan edilmiştir; elimizdeki belge de bu durumda sahte olmalıdır.

4. Günümüzde, kendi yaptıkları şeylere hile ile antika süsü veren çok sayıda sahtekâr vardır.

5. British Museum’daki uzmanlar, belgenin iddia edildiği kadar eski olmadığı kanısındadırlar.

6. Kur’an’ın elimizdeki en eski nüshalarının yazı karakteri bu belgedekinden biraz farklıdır.

7. Çeşitli kaynaklarla bize kadar gelen bu mektubun içeriği, söz konusu belgeninkine göre biraz farklılık göstermektedir. Bu arada belirtelim ki, British Museum uzmanları, belgenin iddia edildiği kadar eski bir devire ait olmasa bile, yine de günümüzden önceki bir dönemden kalma olduğunu söylemişlerdir. Dunlop ise bunu 1852’ye, hatta daha ileri bir tarihe oturtmaktadır. Dunlop gibi bir uzman British Museum’daki memurlardan farklı bir görüş beyan edebildiğine göre, farklı düşünen başka uzmanlar da çıkabilir. Biz, belgeyi elinde bulundurma imkânı olmayan bir kimse olarak, daha önemli olan diğer itirazlara geçelim:



Dunlop, bu belgedeki yazı tarzını Muhammed (AS)’den iki yüzyıl sonra, belki de daha geç dönemde kaleme alınmış Kur’an nüshalarıyla karşılaştırmıştır. Yazı biçim ve özelliklerinde bir farklılık, bir gelişme gözlemlendiyse buna hiç şaşmamak gerekir. Ancak dikkati çeken iki nokta vardır: 1º Kutsal bir kitap yazısında daha süslü ve dekoratif bir yazı kullanılır. Resulullah (AS)’ın sıradan bir gayr-ı müslim hükümdara gönderdiği alelade bir mektupta ise dinî ve kutsal herhangi bir şey yoktur. 2º En eski Arap yazısının taşıdığı genel özellikler, bu belgede yazarımızın tüm kuşkularını dağıtmaya yetecek ölçüde bulunmaktadır. Örneğin, orijinal belgenin 16. satırında görülen ve sonunda çoğul ifade eden elifin bulunmadığı fa’kbelû kelimesine bugünkü Kur’an nüshalarında yirmi kadar yerde rastlamamız mümkündür. Yine, asıl belgenin 17. satırındaki ittebe’a kelimesi bir tek yerine iki tâ ile yazılmıştır; böyle bir yazılış biçimi için Kur’an’da bi’eyd kelimesinin iki yâ ile yazıldığı (Zâriyât: 47) ayete bakılabilir. Ayrıca, Kur’an’ın eski nüshalarında olduğu gibi, satır sonuna denk geldiklerinde hece bölmesi yapılabilecek kelimelerin yanı sıra (Necâ/şî, batû/l, r/ûhih, şer/îk gibi), hece bölmesi yapılamayacak kelimeler de (iley/k, bellağ/tü gibi) ertesi satırda devam etmek üzere kesilmişlerdir. (T) ve (V) gibi yazılan kelime ortasındaki hâ’nın durumu ise oldukça özeldir. Bu, Resulullah (AS)’a ait olduğu söylenen altı mektubun da asıllarında göze çarpan bir biçim olup, daha sonraki yüzyıllarda devam etmemiştir. (Krş. § 650 ve § 702/9).



Dunlop’un yedinci ve son itirazı ile ilgili olarak, daha önce de farklı mektupların birbirine karışmış olma ihtimalinden söz etmiştik. Ayrıca, farklı klasik yazarlarca günümüze kadar aktarılan Necâşî’ye hitaben yazılmış bu mektubun metinleri karşılaştırıldığında, kuşkusuz aynı anlama gelen farklı sözcükler (varyant) bulunabilir. İşte tartıştığımız bu orijinal metin de bazen bu eşanlamlılardan birine, bazen de diğerine uygun düşmektedir



Belgedeki yazıda, be=te=peltek se ve cim=ha=hı vs. harflerini birbirinden ayırmak için kullanılan noktalama işaretleri kullanılmamıştır. Bu işaretler, halife I. Muaviye’nin Taif yakınlarında yaptırdığı bir su bendi üzerindeki kitabede571 olduğu gibi, Hicri 1. yüzyılın ortalarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. H. 22 tarihini taşıyan ve halife Osman zamanına ait resmi mektupların bulunduğu, Mısır’da ortaya çıkarılan papirüslerde de bu tarz işaretler görülmektedir.572 Öyleyse elimizdeki bu belgeyi söz konusu işaretlerin kullanılmaya başlanılmasından önceki bir döneme tarihlendirmek mümkün görülmektedir.

Bütün bu tartışmalardan sonra, bu belgenin doğruluk ve gerçekliği konusunda herhangi bir kuşku izi olmadığı, ancak sahte ve uydurma olduğu yolunda açıklamada bulunanların yönelttiği itirazların hiç de tatmin edici olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.

Kaynak : Hazret-i Peygamber'in mektupları için bkz. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. M. Saîd Mutlu), İstanbul 1965, l, 182-260.
 
Üst