Haci baki bingöl

mihrimah

Well-known member
Kelebekler gibiydi. Yaz, kış demez uçurumlardan uçardı. Aşağı kayabaşı ve Sarılı Mahallesi kayalıkları buna şahitti.


Kibar bir insandı. Kişinin hatasını ve yanlışını yüzüne vurmazdı. Ya güler yüzlü olur, ya da tebessüm etmeye çalışırdı. Yapısı ufak tefekti, fakat hizmeti büyüktü. Onun ne kadar çok hizmet ettiğini dostları bilirdi. Dostlarının bilmediği sadece Allah’ın bildiği hizmetleri de az değildi. Evi dershanenin bitişiğindeydi. Onun evi de, eli de, cebi de Halil İbrahim sofrası gibiydi.


Hınıs’ta, çarşının altındaki ilk dershanenin yapımında pek eziyet çekmişti. Yeni dikilen beton direkleri gece yıkmasınlar diye nöbet tutarken, yıkmak için gelenlerin attığı tokatları hiç anlatmak istemezdi.


Davasının hatırı için her şeye katlanırdı. Şikâyetler, mahkemeler, hapishaneler, onu yıldırmak şöyle dursun, onun hizmetteki mastırı, doktorası ve doçentlik çalışmaları olmuştu.


Biz o zamanlar ortaokulda okuyorduk. Deniz Gezmişlerle aynı üniversitede okumuş ve onlarla arkadaşlık yapmış olan Erhan Demir, Bülent… gibi öğretmenlerimiz komünizm suçundan iki de bir hapishaneye girip çıkarlardı. Onların hapishanede bulunduğu bir dönemde Hacı Baki Bingöl de Nur talebeliğinden yatıyormuş. Orada nasıl birlikte oldular, ne konuştular bilmiyoruz ama Erhan Demir bir defasında sınıfta aynen şöyle anlatmıştı:


—Hacı Baki Bingöl gibi davasına bağlı bir insan görmedim.


Bütün ilçe halkı onu tanırdı. Bilhassa gençlerle yakın dirsek temasına geçerdi. Dershaneye çağırmadığı genç yok gibiydi. Onu sevmeyen zavallı insanlar, küçük çocuklara arkasından “Nurci, nurci” diye bağırtırlardı.


İnsana değer verirdi. Bursa’da okurken, onu bir sabah namazı vakti sırtında bir teneke kuru fasulye çuvalıyla karşılamıştım. Fasulye çuvalını eski Garajdan İnebey Caddesi’ne kadar sırtında taşıyarak getirmişti. Bir defasında da çocuğu Mehmet Fevzi’nin elinden tutarak taa Hataylara gelmişti. O dostlarına değer verir onları ziyaret ederdi. Bunları davasının hatırı için yapardı. Onun davası büyüktü.


Büyük dava adamı, yazları ahbaplarını alır pikniklere götürürdü. Hınıs’ın köklü bir ailesi olan “Alaattinoğulları” ona sahip çıkardı. Onların bahçelerinde ne çaylar içmiş, ne sohbetler etmiştik. O zamanlar, Hacı Sait Ekinciler Almanya’dan, Şener Ağabeyler Erzurum’dan, Faris Kayalar İstanbul’dan gelirler; İbrahimler, Ömerler, Nevzatlar, Mehmetler, Sıraçlar, Fesihler, Hanefiler ve diğerleri Muhterem zat Fahrettin Hoca Efendi’yle birlikte geceli ve gündüzlü çok güzel programlar yapardık. Bu programların yükünün hep Hacı Baki çekerdi. O her zaman hizmette herkesin yapamadığını yapardı. Çünkü o ihlâsta birinciydi. Çünkü o Allah’ı gerçekten seviyordu.


Kütüphane müdürlüğü yaptığı yıllarda, sadece kütüphanedeki kitaplarla yetinmez, okuyuculara kütüphanede olmayan eserleri bile bulup okuturdu.


Onun bir dostu olan Ali Rıza İlbaş anlatmıştı. Hacı Baki çocukluğundan beri şehit olmak istiyormuş. Bu duygusunu herkese sıkça söylermiş. Çok içten ve samimi dua etmiş olacak ki Allah, dediğini kabul etti. Şenkaya’da, hizmet için gittiği bir köyden dönerken, askeri minibüsün içerisinde altı erle birlikte pusuya düşürülerek şehit edildi. Onun dediği oldu, şehit olarak Rabbine kavuştu fakat geride bıraktığı altı tane anne kuzusuna acımamak elde değil.
Allah, evlatlarını muhannete muhtaç etmesin. İmanlı Kur’an’lı büyütsün. Ruhun şad olsun Hacı Baki Ağabey. Bekle az kaldı. Sayılı günler tükenince, sonradan gelenler, önceden gidenlere kavuşacaklar.

İbrahim Köse
 
Üst