Konuya cevap cer

Portre

            Abdünnasır Yiner

             İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Doktora yapmaktadır.



             Cemiyetimizin içinde yetişip tarihe mal olmuş kişilerin  sağlıklı  bir değerlendirmeye tabi tutulmaları gerekir. Hacı Bektaş-ı  Veli, toplum  tarafından fazla tanınmayan bir şahsiyettir. Bu yazımızda,  kendisi hakkında bazı  bilgiler vererek tanıtmaya çalıştık. Hacı  Bektaş-ı Veli’nin hakkında farklı  değerlendirmeler olabilir ancak, bu  değerlendirmeler ilmi çalışmalara  dayandırılmalı ve sathi bilgilerden  arındırılmalıdır. Daha sonra hayatı,  fikirleri, yaşadığı dönem,  etkilediği ve etki-lendiği insanlar yorum ve  değerlendirmelere tabi  tutulmalıdır.



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı dönemin karakteristik özelliği   (ileride değinilecek), kendisiyle ilgili resmi kaynakların olmaması,  yaşadığı  dönemde fazla dikkat çekmemesi, bıraktığı eser veya eserlerin  tarihi tenkidinin  yapılmadan değerlendirilmesi, ileri sürülen tezlerin  sıhhatine gölge  düşürmüştür.



 Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bilgi sahibi olabilmek için,  yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal hadiselerine de bakmak gerekir.



 XIII. yüzyılda Anadolu 


 On üçüncü yüzyıl, Türk-İslam tarihi boyunca Anadolu’nun en  karışık,  istikrarsız ve düzensizliğin olduğu yüzyılıdır. Anadolu Selçuklularının   ünlü hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın (1220-1237) ölümünden sonra  istikrar  sağlanamamıştır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in (1237-1246) güçlü  bir iradeye sahip  olmaması, siyasi gelişmelerdeki karışıklıklar, bir  taraftan Anadolu kapılarına  dayanan Moğol istilası, diğer yandan  Moğolların önünden kaçan göçebe unsurların  Anadolu’ya geldikten sonra  yerli halkla aralarında cereyan eden hadiseler ve  Anadolu Selçuklu  tarihinde önemli bir yer işgal eden Babailik isyanı gibi  olaylar bu  devletin çöküşünü hazırlarken, Anadolu’da uzun süre devam edecek bir   istikrarsızlığa da sebep teşkil etmiştir.



 Kösedağ hezimetinden (1243) sonra Moğollar Anadolu’yu,  yönetimleri  altına almadan “müşterek saltanat devri”ni hayata geçirmek1  suretiyle  daha fazla sömürdükleri gibi kargaşaya da sebep olmuşlar.



 Çok kısa olarak özetlediğimiz bu asırda (daha sonra asırlarca  devam  edecek olan) insanlara ışık tutan, onları aydınlatan Mevlana, Hacı  Bektaş,  Yunus Emre gibi şahsiyetlerin yetişmesi dikkat çeken bir  husustur. Bu  şahsiyetler, insanları içine düştükleri çaresizlikten  kurtarmak için çaba sarf  etmişlerdir.



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hayatı 


 Yaşadığı dönem boyunca kaynakların kendisinden çok az söz ettiği  Hacı  Bektaş-ı Veli’nin şöhreti, ölümünden sonra daha fazla yayılmış ve   artmıştır. XIII. Yüzyılda büyük nüfuza sahip olduğu ve şöhretinin her  tarafa  yayıldığına2 dair düşünceler ileri sürülse de bunlar daha çok   menkıbelere dayanmakta ve kaynaklarla bunu ispatlamak mümkün  olamamaktadır.



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin hemen hemen tüm eserlerde Horasan asıllı   olduğu3 ve daha sonra Anadolu’ya geldiği konusunda ittifak vardır.   Ancak ne zaman doğduğu hakkında kesin bilgi mevcut değildir.  Rivayetlerde ve  menkıbelerde çoğu zaman aynı tarihlerde yaşamamış ve  birbirlerini görmemiş  insanlar bir araya getirilerek aralarında çeşitli  münasebetler kurulur. (Mesela,  Hoca Ahmet Yesevi’nin—ölümünden  yaklaşık elli yıl sonra doğmuş olan—Hacı  Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya  gönderdiği belirtilmektedir).



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin asıl adı Muhammed olup babasının adı  İbrahim,  annesinin adı Hatme Hatundur.4 On beşinci yüzyıl şairi olan  Firdevsi-i  Tawil’in kaleme aldığı Vilayetname’de Hz. Ali’nin soyuna   dayandırılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Arap asıllı olup olmadığı da   tartışmalara sebep olmuştur. Makalat’ın Arapça yazılmış olması onun  Arap  olduğuna delil olarak gösterilemez. Çünkü, bu dönemde yazılmış  olan (ilim-din  muhtevalı) çoğu eserin Arapça olması bu tezi  zayıflatmıştır.5


 

 Eğitiminin önemli bir kısmını Hora-sanda tamamladığı ve  Anadolu’ya  geldi-ğinde kırk yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.6  Horasandan  ayrıldıktan sonra sırasıyla şu yolu takip etmiştir; Necef’e giderek  Hz.  Ali’nin kabrini ziyaret etmiş ve kırk gün orada kalmıştır. Buradan  Mekke’ye  geçerek üç yıl boyunca Ravza-i Mutahhara’ya yakın bir yerde  ikamet etmiştir.  Medine’ye gittikten sonra sırasıyla; Kudüs, Şam, Halep  ve Elbistan üzerinden  Anadolu’ya gelmiştir.7


 

 Bazı görüşlere göre Anadolu’ya aşireti ile beraber göç etmiştir.  Moğol  istilası ile birlikte Anadolu’ya göçler olurken, Hacı Bektaş-ı Veli   kendisine bağlı bir Türkmen aşireti ve Yesevi mektebinden dervişlerle  Anadolu’ya  gelmiştir. Bazı aşiretler şeyhlerinin adıyla anılırlardı.  Osmanlı tahrir  defterlerinde “Bektaşlı Oymağı” ile ilgili bilgilerin  yer alması söz konusu  görüşleri desteklemektedir.8


 

 Anadolu’ya 1230’larda geldiği tahmin edilmektedir.9  Bu tarihler  Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemine rastlar. Ancak kısa  bir  süre sonra ortam karışır ve Babailik isyanı patlak verir. İsyan  sırasında  Anadolu’da olmasına ve bazı kaynaklara göre Baba Resul’ün  halifesi olduğu iddia  edilmesine rağmen bu isyana katılmamıştır. 1239  yılında patlak veren bu isyana  Hacı Bektaş-ı Veli’nın kardeşi Menteş  katılmış, Sivas’ta meydana gelen  çatışmalarda öldürülmüştür. Hacı  Bektaş’ın bu isyana katılmadığı hem Elvan  Çelebi’nin hem de  Aşıkpaşazade’nin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.10



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin Mevlana, Yunus Emre, Taptuk Emre ve Ahi  Evran  ile münasebetleri olmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalatı, Mesnevi’nin   kısa bir özeti11 gibi olup Mesnevi’deki duygu ve tefekkürler bunda da   mevcuttur. Bir eserde mevcut olan bazı sözlerin başka bir eserde de  olması gayet  tabiidir. Çünkü Mevlana, Sultan Veled, Molla Cami gibi  şahsiyetler başkalarından  duyup hoşlarına giden sözleri eserlerine  almışlar, bu alıntıları yaparken de  sözlerin başkalarına ait olduğunu  gizlememişlerdir.12



 Mevlana ve Mevleviler ile fazla bir münasebetlerinin olmadığı   anlaşılmaktadır. Fakat Vilayetname Yunus Emre ve Taptuk Emre’den  bahseder. Buna  göre; kıtlık yılında Hacı Bektaş’a müracaat eden Yunus,  nasip yerine buğday  almada ısrar eder. Sonradan pişman olup geri  dönünce de artık Taptuk Emre’ye  başvurması gerektiği bildirilir.13


 

 Mevlevilere nazaran Ahilerle daha yakın bir münasebet kurmuş  olan Hacı  Bektaş-ı Veli ile Ahi Evran’ın ölümü arasında sadece on yıllık bir   zaman farkı olduğuna göre, büyük bir ihtimalle görüşmüşlerdir.14   Bektaşilik tarikatına giriş ayinindeki eşik öpme, kuşak bağlama, aynı  kaseden  müşterek şerbet içme adeti, kıyafetlerdeki teferruat, okunan  duaların Ahilikten  alınmış15 olması, Ahilerle önemli bir münasebetleri  olduğunu  göstermektedir.



 Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlenip evlenmediği konusu Bektaşiliğin  iki  kolunu teş-kil eden “Babalar” kolu ile “Çelebiler” kolu arasında  tartışma  konusudur. Babalar koluna göre “mücerret”tir ve mesleği “yol  evladı” denilen  manevi varisleri aracılığıyla devam etmektedir. Bunlara  göre “Hacı Bektaş-ı Veli  evladı” tabiri Hacı Bektaş-ı Veli’nin yoluna  tabi olanlar için kullanılmıştır.16  Çelebiler, Hacı Bektaş-ı Veli’nin,  İdris Hoca’nın kızı Fatma Nuriye Hanım ile  evlenerek neslini devam  ettirdiğini iddia ederler. Onlara göre Hacı Bektaş-ı  Veli soyundan  gelenler posta oturmuşlardır: Seyyid Ali Sultan, Resul Bali,  Mürsel  Bali…17


 

 Hacı Bektaş-ı Veli ile Baba İlyas arasında bir münasebet olmakla   birlikte, Baba Resul’ün halifesi değildir. Babailik isyanından sonra bu  isyana  katılanların takibe uğraması, kendisine “Baba İlyas’ın  mensubuydu” denilmesine  rağmen şöhretine olumsuz etki yapmamış ve bu  söylentiler sonuç getirmemiştir.18



 Vilayetname’de Baba Resul, Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifesi  olarak  göste-rilmektedir. Bu görüş, 1240’da öldürülen Baba Resul’ün manevi   nüfuzu Anadolu’da gittikçe azalırken, Hacı Bektaş-ı Veli’nin nüfuzunun  daha  üstün duruma gelmesinden kaynaklanmaktadır.19


 

 Kırşehir civarında Sulucakarahöyük’e yerleşen Hacı Bektaş-ı  Veli,  Türkmen şeyhi olarak vazifesini ifa ettiği sıralarda Ürgüp civarındaki   Hıristiyanların İslam’a yönel-melerine zemin hazırlar. Bunun yanında  Moğolların  da İslam’a girmeleri için faaliyet gösterir.20 Anadolu’ya  halifelerini yolladığı gibi Rumeli’ye de Sarı  Saltuk’u gönderir. Sarı  Saltuk’un Rumeli’ye gönderilişi 1264-1265 yıllarına  rastlamaktadır. Bu  tarihlere dayanılarak, Osmanlı Devletinin ilk defa (1353)  Rumeli’ye  geçmelerinden yaklaşık bir asır öncesinden manevi fetihlerin başladığı   söylenebilir. 1332 yılında Güney Rusya’dan geçen ünlü seyyah İbn Batuta,  söz  konusu bölgede “Sarı Saltuk’un destanlaşan menkıbeleriyle”  karşılaştığını  kaydetmiştir.21


 

 Vilayetname’ye göre doksan iki yıl yaşamış olan Hacı Bektaş-ı   Veli’nin—bazı vakıf kayıtlarına göre—1291 yılından önce vefat ettiği,22   kesin tarihin 1270 yılı olduğu sanılmaktadır.23


 

 Hacı Bektaş-ı Veli’nin Akidesi 


 On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaş-ı Veli, devrin   kaynaklarında bir iz bırakmadığı gibi, adını taşımasına rağmen  Bektaşiliği de  kendisi kurmamıştır.24 Bektaşiliği; “Türk halklarında  hiç sönmeyen  eski Türklerin dini Şamanlık’ın özlemiyle, Sünni  Müslümanlığa bir tepki olarak  doğmuştur.”25 gibi göstermek veya  “Görünüşte dinsel, temelde siyasal,  ekonomik bir hareket olarak”  gösterilen iddiada, daha da ileri giderek  “Bektaşiliğin yerine günümüz  burjuva toplumunda sosyalist mücadele geçmiş…  yepyeni içerikler  getirmiştir insanlığa. Ekonomik temeli yok olan Bektaşilik de   geçerliliğini yitirmiştir.”26 demek, dönemin karakteri hakkında bilgi   sahibi olmadan, söz konusu dönemde yaşamış olan insanların sosyal  münasebetleri  hakkındaki bilgisizlikten kaynaklanır. Gerçekte hiçbir  zaman Sünni-Bektaşi  çatışması olmadığı gibi, cereyan eden bazı olaylar  da devleti yönetenlerle dinî  kimlik taşıyanlar arasında ( gerçekte dinî  olmayan sebeplerden dolayı) olmuştur.  İslam tarihi boyunca mezhep  çatışmalarına örnek teşkil edecek hiçbir olay  olmadığı gibi;  Osmanlı-İran mücadeleleri de dini olmayıp siyasidir. Tasavvuf inancına  göre her şeyin gerçek sahibi Allah’tır. Bu  düşünce Kur’an-ı Kerim’den  kaynaklanır ve kendine has bazı özellikler taşır.  Dolayısıyla, temeli  maddeye dayanan materyalist Marksist felsefenin iktisat ile  ilgili  fikirlerini uluorta kullanmak mümkün değildir. Bektaşilik, İslam’ın   özündeki evrenselliği vurgular. Menkıbe-lerde bütün canlılara ve hayata  saygı  destanlaşmıştır.27


 

 Osmanlı Devleti’nin ünlü (tarihçi) Şeyhülislamlarından İbn  Kemal,  Orhan Bey zamanında Işık ve Kalenderi zümrelerinin sıkı takibe uğrayarak   sürüldüklerini bildirdiği halde Bektaşilerden söz etmez.28


 

 Fatih devrinde yaşamış olan Ebul Hayr Rumi, Saltukname adlı  eserinde  “Sarı Saltuk (Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifesi) Sünni ve Hanefi’dir.   Rafızi ve Haricilerle savaşır. Hz. Peygamber’in (a.s.m.) olduğu kadar   Ebubekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin emanetlerini de taşır...”29   der. Bu bilgiler Osmanlı Devleti’nin Bektaşiliğe bakışını göstermesi  açısından  çok önemlidir.



 On altıncı yüzyıl yazarlarından Taşköprülüzade,  Eş-şakaiku’n-Nu’maniye  adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi Sünni bir Veli olarak  tanıtır.30



 Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli’nin İmam Musa el-Kâzım soyuna   nispetle seyyid ve Şii mutasavvıf olduğu görülse bile on üçüncü  yüzyılda,  Anadolu’da İmamiyye ve İsmailiyye mezheplerinin olmayışı  (Vilayet-namenin on  beşinci yüzyılın sonlarına doğru yazıldığı göz  önüne alınınca), bu kaydın  sonradan düşüldüğü anlaşılmaktadır.31


 

 Hacı Bektaş-ı Veli’nin Şii olduğu iddiası tamamen yanlıştır.32  Şeriata  bağlı ahlak sahibi, riyadan uzak bir tasavvuf ehli olup, Mevlana, Yunus   ve Aşıkpaşazade ile aynı düşüncelere sahiptir.33 Hacı Bektaş-ı Veli,   şeriatın makamları arasında “sünnet ve cemaat ehlinden olma” kaydını  koymuş, Hz.  Muhammed’in (s.a.v.) sahabelerinden birini inkar edip  küçümseyen kişinin  ibadetlerinin mahvolacağını belirtmiştir. Beş vakit  namazı Hz. Peygamber ve dört  halifesine benzetmesi, Hz. Aişe’nin  anılması gibi konular, Şiiliğin Bektaşiliğe  Hacı Bektaş-ı Veli’den  sonra girdiğini göstermektedir.34 On iki imam  meselesine gelince;  Makalat’ın tahrif edildiği (bazı nüshalarının), halifelerle  ilgili  bölümlerin müstensihler tarafından çıkarıldığı, bazı kısımların sonradan   eklendiği kaydedilmekle35 beraber Hacı Bektaş-ı Veli’nin on iki imamı   sevmesi, onun Şii olduğuna delil olmaz. Çünkü bütün Müslümanlar, Ehl-i  Beyt’e  büyük muhabbet beslerler. Zaten İslami açıdan onların  sevilmemesi mümkün  değildir.


 Eserleri, özellikle Makalat incelendiğinde Hacı Bektaş-ı Veli  hakkında daha net bilgilere ulaşmak mümkündür.


 Hacı Bektaş-ı Veli’nin eseri olarak kabul edilen  “Kitabü’l-Fevaid”,  bizzat kendisi tarafından yazılmamış, üçüncü bir şahsın  ağzından Hacı  Bektaş-ı Veli’nin sözleri olarak kaydedilmiştir. Esere Fevaid  adını  Hacı Bektaş-ı Veli vermiştir. Bu eserdeki alıntıların kaynakları   saklanmamıştır.36 Bu eserle Makalat’ın muhteviyatı, birbirine çok  yakın  olup, müphem yerlerin izahına yarayacak bilgiler mevcuttur. Esere  sonradan  yapılan ilaveler ve tahrifler asli halinden uzaklaşmasına  sebep olmuştur.



 Türkçe olarak yazılan “Fatiha Suresi Tefsiri” nüshasına  ulaşılamadığı  halde, mutasavvıfların tefsirle ilgilenmeleri Hacı Bektaş-ı  Veli’nin  böyle bir eser yazdığını göstermektedir.37


 

 1680 yılında, Enveri mahlaslı bir müellif tarafından nazım-nesir   karışık olarak, “Tuhfetü’s-Salikin” adıyla şerh edilen Hacı Bektaş-ı  Veli  şathiyesinin38 kendisine ait olduğu ispatlanamamıştır. Şathiye;   mutasav-vıfların cezbe anında söyledikleri anormal sözler için  kullanılan bir  tabirdir.



 Dedemoğlu tarafından yazılan “Akaid-i Tarikat” ve “Hacı Bektaş-ı   Veli’nin Emanet-leri”nin de Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olduğu kesinlik   kazanmamıştır.39


 

 Makalat Hacı Bektaş-ı Veli’nin fikirleri hakkında önemli  bilgiler  ihtiva etmektedir. Ahmet Yesevi tarikatına mensubiyetinden dolayı   “Fakrname”nin muhteviyatına benzer. Horasan ve Nişabur çevresindeki  fikri hayat  hakkında önemli bilgiler içeren Makalat’ta; akıl, aşk, şevk  ve imanın mahiyeti  ile ilgili karakteristik bilgiler mevcuttur.  Makalat’ın Hacı Bektaş-ı Veli’ye  ait olduğu kesindir.40 Makalat’ın aslı  Arapça yazılmış olup,  Vilayetname’deki “Hünkar’ın Makalatını Türkçeye  çevirdi” cümlesi ile eseri nazım  halde yazan Hatipoğlu’nun son  sayfalarda verdiği bilgiler bu noktayı  doğrulamaktadır. Eserin değişik  nüshaları olmakla birlikte, bu nüshaların Hacı  Bektaş-ı Veli’ye ait  olduğu vesikalarla belgelendirilememiştir.41



 Makalat’ın Arapça asli nüshasının elde mevcut bölümlerinde42  Hacı  Bektaş-ı Veli’nin fikriyatıyla ilgili dikkate değer bilgiler bulmak   mümkündür. Bu yüzden üzerinde durarak incelenmesi gerekir. Makalat’a  göre:



 Allah’a giden yollar yaratılmışların sayısınca olup, ermiş  kişiler  bunlardan dördünü seçmişlerdir. 1. Şeriat, 2. Tarikat, 3. Marifet, 4.   Hakikat.



 Bu mertebeler ancak, şeriat ile tamamlanırlar. Şeriata tam bağlı   olmayan kimseye diğer mertebeler kapalı olur. Şeriata bağlılığını bozan  kimse,  diğer mertebeleri usulüne uygun tamamlamışsa bile, yine de  bunları bozmuş olur.  Şeriat bir ağaçtır, tarikat dalları, marifet  yaprakları, hakikat ise  meyveleridir. Ağaç olmazsa bunların hiçbiri  olmaz (Şeriatın esas olarak alınması  büyük önem arz ettiği gibi, Hacı  Bektaş-ı Veli’nin nasıl bir inanca sahip  olduğunu göstermesi açısından  da dikkat çekicidir).



 Bu dört mertebe kırk makamdan müteşekkildir. Bunların on tanesi   şeriata, onu tarikat, on tanesi marifet, on tanesi de hakikattedir.  Allah’a  ancak bu makamları geçenler ulaşır.



 Şeriatın makamlarının ilki “inanmak”tır. Dil ile söyleyip, kalp  ile  tasdik gerekir. İnanmak akıl iledir. Akıl bedenin hükümdarıdır. İman  onun  vekili ve yardımcısıdır. Hükümdar giderse yardımcısı da kalmaz.



 Mesela iman bir hazinedir; şeytan hırsız, akıl ise bekçisidir.  Bekçi  giderse hırsız hazineyi soyar. İman kuzu, akıl çoban, şeytan kurttur.   Çobanın gitmesi, kurdun kuzuyu yemesine sebep olur.


 İkinci makam; İslam’dır. İslam’ın beş şartını kabul edip  uygulamak  esastır (Bilindiği gibi bu şartların en başta geleni namazdır. Hacı   Bektaş-ı Veli’ye göre; şeriat esas olup on makamından bir tanesi  İslam’ın beş  şartıdır. O halde namazla ilgili Bektaşiliğe atfedilen  görüşlerin mesnetsiz  olduğu ortadadır).


Şeriatın üçüncü makamı; ilimdir. İlim öğrenmek kadın ve erkek  Müslümanlar üze-rine farzdır.


 Dördüncü makam; ihsandır. Cenab-ı Hakka samimiyet, saygı, baş  eğme ve edebe riayet etmek suretiyle kulluk etmektir.


 Beşinci makam; evlenmektir. Evlilik Kur’an-ı Kerim’deki (IV/3)  ayetle  farzdır; “Nikah benim sünnetimdir; kim benim bu sünnetimden yüz  çevirirse  benden değildir” hadisi ile sünnettir.


 Altıncı makam; helal yemek ve helal giymektir.


 Yedinci makam; ehli sünnet ve cemaattan olup bidatçılardan  olmamaktır.


 Sekizinci makam; şefkat ve merhamet sahibi olmaktır.


 Dokuzuncu makam; kazancın helal olması ve faizin haram  olduğudur.


Onuncu makam; iyiyi emir, kötüyü yasak etmektir.


Şeriatın bu on makamı ayet ve hadislerle örneklendirilmiştir.



Tarikatın ilk makamı; dervişler yoluna girip, günahlardan tövbe   etmektir. Tövbeden kasıt, günahlardan pişmanlık duyup Yara-tıcıya  sığınmaktır.  Pişman olan kulunu Allah affeder.


İkinci makam; bir şeyhe mürid olmaktır. Müritler üç türlüdür. 1.  Gerçek  ve mutlak mürid, 2. Mecazi mürid, 3. Dönek (mürted) mürid.


 Üçüncü makam; başı tıraş edip, tarikatçılar gibi giyinip onlara  benzemektir.


Dördüncü makam; korku ile ümit arasında bulunmaktır.


Altıncı makam; hizmet etmektir.


 Altıncı makam; nefsi ezip mahvetmektir.


Yedinci makam; Allah’a dönmek, gayrını bırakmaktır.


Sekizinci makam; hırka, makas, zembil, seccade, icazet, ibret ve   hidayettir. Bunlar Allah tarafından kulların değerlerine göre ve-rilir.


 Dokuzuncusu; Allah’ın cemaat, nasihat sahibi kullarına karşı  muhabbetidir.


Onuncusu; aşk, şevk, fakirlik ve kanaatkarlıktır.


Marifetteki on makamda şu şekilde sıralanmıştır.


Edep; Cenabı Hakka ulaşan saygı ve edep ile ulaşmıştır.

 Korkmak; korku Allah’ı tanıyan, bilen kimselerde olur.

 Nefis terbiyesi, açlık ve kanaat.

 Kabul etme (ikrar) ve doğrulama (tasdik).

 Haya; “Haya imandandır” (Hadis-i şerif).

 Cömertlik.

 İlim; “Dünya dört şey üzerinde durur: Alimlerin ilmi,  hükümdarların  adaleti, cömertlerin el açıklığı, yoksulların duaları.” (Hadis-i  şerif) 

 Sükunet ve düşkünlük.

 Kalp ve gönüle riayet edip, hoşnut tutmak.

 Kendini bilip tanıma.

 Hakikatin makamları da şunlardır:

 Kulun diğer yaratılmışlar arasında toprak gibi mütevazı olması.

 Kâinata bir bakışla bakmak, kişilerin işlediklerine iyi kötü  demeden yalnızca iyi-liğin ve kötülüğün kendisini görmek.

 Allah’ın ikramından yemek, giyinmekten sakınmayıp, O’nun  rızasını kazanmak için bol bol vermek.

 Ölmeden önce nefsi yok etmek.

 Yaratılmışların hiç birine zarar vermeyip, onlardan cefa  görmemek.

 Sohbet sırasında daima doğruyu söylemek, mürşidine tam bir  istekle uymak.

 İyi ve olgun kulların yoluna girmek.

 Kerametleri gizlemek.

 Sabretmek ve Allah’a yakarmak.

 İç gözüyle gözlemde bulunmak.

 Bu kırk makamdan biri eksik olursa hakikate ulaşılmaz.



Sonuç

 

 Hacı Bektaş-ı Veli, sosyal ve siyasi kargaşanın olduğu bir  asırda,  menfi gelişmelere taraf olmadan, mütevazi bir hayat yaşamıştır. Baba   Resul ile ilgisi netlik kazanmamakla birlikte kardeşi Babailik isyanına   katılmış, ancak, kendisi katılmamış ve takibata da uğramamıştır.  Sünnilerle  mücadele ettiğine dair iddialar mesnetsiz olup bunu  ispatlayacak belgelerin  aksine iyi münasebetlere dair bilgiler  mevcuttur. Akidesi Hoca Ahmet Yesevi,  Mevlana ve Yunus Emre’den farklı  değildir.



 Hacı Bektaş-ı Veli’den sora şöhretinin yayılması, Bektaşiliğin   kendisinden sonra geliştiğini gösterir. Hacı Bektaş-ı Veli (veya  Bektaşilik) ile  Sosyalizm arasında bağlantı kurmak, her şeyden önce  büyük bir hakareti ihtiva  etmektedir. Tamamen İlahi inanca dayanan  mutasavvıflarla, materyalist felse-feye  dayanan Sosyalizm arasında  irtibat kurmak mümkün değildir.



 Yeniçeri Ocağı içinde vücut bulan Hacı Bektaş-ı Veli sevgisi;   Özellikle Orhan Bey zamanında muharebelere katılarak, kahramanlıklarda  bulunmuş  ve çevrelerindekilere Hacı Bektaş-ı Veli menkıbelerini anlatan  hali-felerinin  (Abdal Musa gibi) faaliyetlerinin neticesi olmuştur.  Bununla beraber Osmanlı  kaynaklarında (l6. Yüzyıl sonlarına kadar),  Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşiler  Sünniliğin dışında veya aykırı tarikat  olarak göste-rilmemişlerdir.



 Şiiliğine ve Aleviliğine delil gösterilen vesika ve eserler ya  tahrif  edilmiş veya On altıncı yüzyıldan sonra yazılmışlardır. On üçüncü   yüzyılda Anadolu’da İmamiyye ve İsmailiyye mezheplerinin olmaması, Hacı  Bektaş-ı  Veli’nin Şii olduğu yolundaki iddiayı çürütmüştür. Ayrıca  Makalat’ta; Şeriatın  makamları arasında sünnet ve cemaat ehlinden olma  kaydı, beş vakit namazın Hz.  Muhammed (s.a.v.) ve halifelerine  benzetilmesi, Hz. Aişe (r.a.)’ın anılması da  Şii olmadığını gösterir.  On iki imama olan muhabbeti ise yalnız Şii olanlar için  değil tüm  Müslümanlar için geçerlidir. Çünkü, Ehli Beyt sevgisi Hz. Muhammed   (s.a.v.)’in emirlerindendir.



 Hacı Bektaş-ı Veli veya Bektaşiliğe atfedilen namaz ile ilgili   söylentiler uydurma olup Bektaşiliğin aslıyla ilgisi yoktur. Hacı  Bektaş-ı  Veli’ye göre insanı Allah’a yaklaştıran şeriatın makamlarının  ikincisi İslam’ın  BEŞ ŞARTINI KABUL EDİP UYGULAMAKTIR. Bir tanesinin  eksik olması dahi engel  teşkil eder. Bu ibareler namazın önemine dikkat  çeker. Buna rağmen söz konusu  söylentileri doğru olarak kabullenmek  mümkün değildir.


 

 Dipnotlar

  

  1. Coşkun Alptekin, "Türkiye Selçukluları", Doğuştan  Günümüze İslam Tarihi, 8. cilt, Çağ Yay., İst. 1989, s. 304. 

  2. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu'nun Türkleşmesi ve  İslamlaşması, DİB Yay., Ank. 1985, s. 121. 

  3. Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, Yeni Boyut  Yay., İst.  1992, s. 47; Esat Çoşan, Hacı Bektaş-ı Veli Makalat, Seha Neşriyat,   Ankara tarihsiz, s. LIX; Kutluay Erdoğan, Alevilik-Bektaşilik, İletişim  Yay.,  İst. 1993, s. 24. 

  4. Coşan, a.g.e., s. LIX. 

  5. Öztürk, a.g.e., s. 57. 

  6. A.g.e., s. 57. 

  7. A.g.e., s. 58. 

  8. Ahmet Yaşar Ocak, "Hacı Bektaş-ı Veli", TDV İslam  Ansiklopedisi, C. 14, İst. 1996, s. 455. 

  9. Öztürk, a.g.e., s. 63. 

  10. Ocak, a.g.m., s. 455. 

  11. A.g.e., s. 97. 

  12. Coşan, a.g.e., s. XXXIX. 

  13. A.g.e., s. XXXV. 

  14. Öztürk, Bektaşilik, s. 82. 

  15. Coşan, a.g.e., s. XXVII. 

  16. Öztürk, a.g.e., s. 95. 

  17. Erdoğan, a.g.e., s. 27, 28. 

  18. Öztürk, a.g.e., s. 54-63. 

  19. Ocak, a.g.m., s. 456. 

  20. A.g.m., s. 456. 

  21. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, Sidre  Yay., İst. 1988, s. 142. 

  22. Coşan, a.g.e., s. XXIV. 

  23. Öztürk, Bektaşilik, s. 63. 

  24. Ocak, a.g.m., s. 457. 

  25. Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi  Kitabevi, 2. bsk., İst. 1994, s. 40. 

  26. Rıza Zelyut, "Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşiliğin  tarihsel konumu",  Hacı Bektaş-ı Veli Bildiriler, Denemeler, Açıkoturum, Hacı  Bektaş-ı  Veli Turizm Derneği Yay., Ankara, 1977, s. 104, 105. 

  27. Öztürk, Tarikatler, s. 143. 

  28. Öztürk, Bektaşilik, s. 126. 

  29. A.g.e., s. 102. 

  30. Ocak, a.g.m., s. 455. 

  31. A.g.m., s. 457. 

  32. Öztürk, Bektaşilik, s. 100.; Coşan, a.g.e., s. LIX. 

  33. Coşan, a.g.e., s. LIX. 

  34. Öztürk, Bektaşilik, s. 101. 

  35. Coşan, a.g.e., s. XXXVII. 

  36. A.g.e., s. XXXIX. 

  37. A.g.e., s. XL 

  38. A.g.e., s. XLI. 

  39. A.g.e., s. XLI. 

  40. A.g.e., s. XLII, XLIII. 

  41. A.g.e., s. XLIV-LIII. 

  42. Makalat'ın mevcut bölümü Esat Coşan tarafından  yayınlanmıştır. 



KPR - Bahar 98 - Alevilik


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst