Hadisler, Resulullah'in Sünneti ve Islam uygarligimizin gelenekleri konusunda tartismalar son yüz yil içinde artarak Müslüman düsünce insanlarinin gündemlerinde önemli bir yer tuttu. Islam uygarligi ve siyasi birliginin büyük bir gürültüyle çökmesi, hemen her Müslüman bölgesinde din karsiti hareketlerin iktidari ele geçirmesi, batinin teknolojik ve düsünsel araçlarinin karsisinda duracak bir Müslüman fikir gücünün bulunmamasi Müslümanlari mevcut gelenegi yeniden ele almaya yöneltti. Müslüman uygarligin dini geleneginin yeniden ele alinmasini iki boyutta inceleyebiliriz: yaklasim boyutu ve degerlendirme boyutu. Yaklasim boyutuyla, mevcut düsünce hareketlerini "niyet" ve amaç ögesine göre siniflandirmak aranabilir. Dogal olarak, hem birey hem de topluluk seviyesinde, amaçlari ve niyeti kestirebilmek spekülatif olacagindan, bu kistas yalnizca genel bir bakis açisi vermekle kalir. Ikinci boyut ise bakis açisinin "Müslüman uygarligin dini gelenegini" genel degerlendirmesidir. Burada da, bakis açisini üretenlerin, içinde bulunduklari toplumun olasi bir baskisina yol açmamak için düsüncelerini kabul edilebilir dozlarda ifade etmis olabileceklerini unutmamak gerekir.
Temel kavramlari yerlestirmek gerekirse, Hadisler, Peygamberimizin davranis ve sözlerinin aktarildigi anlatimlar, Hadis kitaplari, bunlarin derlenmesiyle olusan tek-yazarli kitaplardir. Hadis kitaplari içinde yazildigi toplumun ve din bilginlerinin genel begenisine göre, "sahih", "sünen" gibi derecelendirmeler alir. Hadis kitabi yazarlari, veya Muhaddisler, özellikle Hicri ikinci ve üçüncü yüzyillarda, Müslümanlarin yasadigi bölgelerde ileri gelen ailelerin üyelerinden ya da ileri gelen diger Muhaddislerden Hadis toplayan ve derleyen kisilerdir. Muhaddisler aralarinda bilgi akisi sebekeleri kurmuslardi. Istisnalar hariç devletten çalismalari karsiliginda ödenek aliyorlardi. Ayni zamanlarda gelisen akilyürütme ekolü (ehl-i rey), ve neo-platonist felsefe ekolü gibi hareketlerin disinda bütünüyle Hadislere dayanan bir ekol (ehl-i hadis) teskil ediyorlardi.
Resulullah'in sünneti temel kavrami (Sünnet), Müslüman uygarligimizda Hadis kavramiyla çakistirilmis olmasina karsin, farklidir. Sünnet, Kur'an-i Kerim'in ana kavramlari arasinda degildir. Resulullah'in sorgusuz sualsiz izlenmesi gerektigi belirtilmesine ragmen, ebediyete kadar, her ortam ve her durumda ayni sekilde uygulanmasinin bir din emri olduguna iliskin açik bir ifade yoktur. Bunun açik bir ifade olarak yer aldigi tek metin, Peygamberin vefatindan önceki son haccinda yaptigi Veda Hutbesidir, ancak hutbenin sünnete iliskin bu en önemli cümlesinin esdenik güvenilirlikte diger iki kaydinda "sünnet" yer almamaktadir. Dolayisiyla sünnetin ne oldugu, sünnetin ne derecede baglayici oldugu, ve Kur'an'in yanindaki konumu gibi konular üçüncü hicri yüzyila kadar belirginlesmedi. Bu yüzyila kadar Hadis derlemelerinin de tam gelismemis oldugu göz önüne alinmalidir. Diger yandan gelisen ehl-i rey ise Hanefilerle fikih usulünde, Mutezileyle teolojide (kelam) belirginlesiyordu.
Siyasi iktidarin hangi nedenle kimlerin elinde oldugu ve olmasi gerektigi konusundaki tartisma, Islami düsünce ayriliklarinda, yalnizca siyasi mücadelede degil ayni zamanda kelam mezheplerinin olusmasinda da önemli rol oynamistir. Ehl-i hadis, ehl-i rey, kelam gibi tartisma ortamlari Abbasi halifesi Mütevekkil'in doneminde büyük ölçüde sona ermistir. Kendisinden önceki Halife Vasik'in döneminde ekoller arasi denge gözetilmeyerek, Mutezilenin resmi din anlayisinin kabul edilmesi ve bunun bir ölçüde halka zorla dayatilmasi sonucu, geriye dönülemez bir çatisma noktasina gelinmisti. Vasik'in ardindan gelen Halife Mütevekkil, devlet içinde tam bir ideolojik dönüs baslatarak, hapisten yeni çikan Ahmed bin Hanbel'in karsitlarini tekfir etmesi ve diger Muhaddislerin destegi ile Mutezile bilginlerini idam, iskence ve hapis gibi yöntemlerle ortadan kaldirdi. Devlet ideolojisi ve yapisindaki degisiklikleri, Bizans karsisindaki agir bozgunlar, Abbasilerin dayanagi seçkin Türk birliklerinin yeni dengeleri reddetmesiyle kanli bir iç savas izledi. Bu kaos döneminden saglam çikan Ahmed bin Hanbel'i izleyen Muhaddisler, kaybeden analojiye (kiyas) dayali ehl-i rey, tamamiyle ortadan kalkan da Mutezile kelam anlayisi oldu.
Bu dönemin ardindan Hadis, akilyürütme ve analojinin çok daha üzerinde dinin tartisilmaz temel kaynaklarindan biri haline geldi, ilgi ve çalismacilarin sayisi yükseldi. Bir buçuk asir içinde onlarca kitap yazildi, bunlardan altisi esas olarak kabul edildi; Buhari ve Müslim'in derlemeleri de "sahih" olarak adlandirildi. Buhari ve Müslim'in kitaplari da sonuçta derleme olmasina, kutsal ve vahye dayanan bir özelligi bulunmamasina ragmen, günümüzdeki genel uygulamada bu kitaplarda yer alan bir hadis "sahih" kabul edilir. Endülüs'lü Ibn Hazm gibi akilyürütme ve analojiyi reddeden ve yalnizca Hadisleri esas alan bir ehl-i hadis alimi bile, esas aldigi Buhari ve Müslim'deki hadisleri zaman zaman kendi anlayisina göre reddedebilmesine ragmen, bu türden kritik yaklasimlar hiç bir zaman ümmetin genel anlayisina çikmamistir. Buna ragmen Islami ilimlerde bilgisi bulunmayan siradan bir insanin bu kitaplari ele almasi konusunda farkli yaklasimlar vardir. Hanefi mezhebinde Hadisler alimler için olmasina ragmen, günümüzde hizla yayilan Hanbeli mezhebinde Buhari ve Müslim kutsal kitap gibi, Kur'an gibi, kullanilmakta, hadislerden süphe edilmemektedir. Günümüz Hanbelileri bu kitaplari Kur'an seviyesine yükseltecek "vahiy gayri-matluv" tanimini kullanirlar. Diger yandan bati etkisiyle gelisen dindisi ilahiyat çalismacilari hadislerin bütünüyle uydurma olabilecegi, ele alinmamasi gerektigini, zayif olmayan destekler yardimiyla önerebilmektedirler.
Bu iki asiri uç arasinda ne yapabiliriz? Eger hadisleri kaldirirsak, yalnizca önemli kaynaklardan mahrum kalmayacak, ayni zamanda da geçmis zamandaki ilim ve kültür mirasinini kaybetmis olacak, ümmet içinde temel birligi yitirme tehlikesiyle karsilasabilme noktasina gelecegiz. Diger yandan Hadis kitaplarinin uygulmada Kur'an seviyesine çikarilmasiyla yanlis din anlayislarina girecek, akilyürütmenin asgariye indirilmesiyle özellikle su an içinde bulundugumuz farkli dünya ve mücadele ortami için bir anlayis gelistirmeden yoksun kalacagiz. Bu ikilemi asabilmek için tartismanin üzerine çikmamiz gerekir. Bu durumda hem eskinin kaybedilmeyecegi, Müslüman uygarliginin kopmayacagi, hem de akilyürütme ve içtihadin yeniden canlandirilacagi bir ortamin üretilmesi gerekmektedir.
Hadislere yaklasilirken bakilmasi gereken üç kistas, senedin güvenilirligi, içeriginin kabul edilirligi, sonra da anlasilarak din anlayisi içinde konumlandirilmasidir. Hadislerin kimler yoluyla geldikleri ve bunlari nakledenlerin güvenirliklerini inceleyen, ardindan da belirlenen kistaslarla bunlari siniflayan Muhaddisler ellerinde bulunan olanaklar ve araçlar içinde kistas ve metodlari belirlemislerdir. Oysa metodlar hiç bir zaman mutlak degildir. Örnek olarak Buhari saglam bir zincire sahip Hadisin senedini geçerli kabul etmesine karsin, Imam-i Azam hadisin kabul edilirligi için üç bagimsiz koldan bize aktarilmis olmasini esas almaktaydi. Söz konusu Islam'in ikinci kaynagini sekillendirme ve derleme oldugundan yalnizca 4. asirdaki Muhaddislere birakilamaz. Hadis kitaplarinin kullandigi hammadde elimizde oldugu sürece, baska kistaslar kullanilarak yeni derlemelerin üretilmesinde dini bir engel yoktur. Bu bakis, Sünneti, hatta mevcut Hadisleri reddetme anlamina gelmeyeceginden, eskiyle aramizda bir kesilme de olmayacaktir. Hadis nakledicilerinin (raviler) sonraki iki asama da göz önüne alinarak güvenilirlik ve yanilma olasiliklarinin arastirilmasi, nakledilen hadislerin dilbilim yöntemleri kullanilarak aktarilirken bilgi ve anlam kaybolmasina açik olup olmadiklarinin incelenmesi gibi bir çok alanda yapilacak incelemelerde sened güvenilirligi ve hadisin sözcük ve ifade yapisinin korunum derecesi konusunda olusturulacak çalisma ortaminda yeni derlemeler üretilebilir.
Muhaddisler sahihlerin senedleriyle içeriklerinin degerlendirilmesini birbirinden ayri tutmuslardir. Senedi tartismasiz kabul edilir olmasina ragmen içerigi bakimindan Islam anlayisi içinde görülmeyen hadisler siniflandirma disi tutulmuslardir. Ancak, senedi kabul edilebilir bir hadisin Islam'a aykiri olacagina kim karar verecektir? Buna da Muhaddisler kendi din anlayislari içinde karar vermislerdir. Kur'an ile uyusmasi, diger hadislerin geneliyle uyusmasi gibi ana kistaslarin disinda, Ehl-i Hadis ekolünün digerlerinden farkli olan teolojik yaklasimlari da ana etmenler arasindadir. Hemen her sekilde ve yönelimde senedi kabul edilebilir durumda onbinlerce hadis varsa Muhaddisin bunlari toplama disinda yaptigi sey kendi görüsüne göre ayiklamak olacaktir. Sonuç olarak çok farkli dini anlayislara göre apayri hadis kitaplari ortaya çikabilir, çimistir. Muhaddisin burada yalnizca hadis toplayan degil, aldigi bu genis seçim yetkisiyle dini de sekillendiren oldugu anlasilabilir. Bu yetkinin zamaninda tek bir kisiye, bir kaç kisiye veya popüler bir grupça sirtlanilmasi, bizim bunun sorumlulugundan muaf oldugumuz anlamina gelemez. Onbinlerin çok üzerindeki ayiklanmamis hadis hammaddesini tekrar incelememiz, hangi kistaslarin bunlari Islam içinde gördügüne karar ererek, muhtemelen daha hassas bir elekte ayiklamamiz gerekebilir.
Üçüncü asama bir hadisin metin ve sened olarak kabul edilirligi üzerinde mutabakat ortaya çiktiktan sonra bu hadisin din içinde yerlestirilmesi, Kur'an-i Kerim'in isigi altinda anlaminin belirlenmesi, anlatim kaymalari varsa genel içerigin çikarilmasi, Resulullah'in burada söyledigi, yaptigi farkli sartlar içindeki bir topluluk veya birey açisindan neye tekabül eder sorusunun cevaplanmasi gerekir. Bunlar yapilirken, Hadisi nakledenlerin ilim seviyeleri, anlayis durumlari, Kureys Arap kullanimindaki o günün mecazlar, tesbihler, ifadeler de analitik olarak incelenerek, ifadede degisiklik yapildiysa, orijinal ifadenin yeniden yapilandirilmasi gerekebilir.
Kisaca her üç asamada, ayni zamanda bu asamalarin birlirleriyle etkilesiminde daha ilerlemis yöntemler ve araçlarin kullanimindan yararlanarak, yeniden bir çalisma sahasi kurulmasi gerekmektedir. Kagidin seri üretiminin olmadigi, ulasim yetersizlikleri, iletisim olanaksizliklari, bilimsel egitim alabilecek insan sayisi gibi ortam faktörlerini göz önünde bulundurdugumuzda ilk Hicri yüzyillarin Müslüman ilim adamlari fikihtan hadise, kelamdan felsefeye her dalda inanilmaz atilimlar ve basarilar göstermislerdir. Içinde bulunduklari olanaklari günümüze oranlarsak ne yazik ki son yüzyillar bu dönemin altinda bir dipnot olarak bile yer alamayacaktir. Ümmetin ilimlerde önde gelenleri, erken Islam tarihindeki bu üstün verimli, özgüvenli alimlerini azizlestirip, insanüstü özellikler atfedip onlarin arkasina saklanmaktan vazgeçmek, onlarin eristikleri üretkenlik düzeyinde ilimleri Allah'in ihsan ettigi yeni sartlar altinda, kaldigi yerden tekrar baslatmak, yeniden ihya etmek zorundadir. Ancak bu sekilde modernizm bozunumu ile gelenekçilik taasubu arasindaki anlamsiz sikismadan kurtulabiliriz.
Temel kavramlari yerlestirmek gerekirse, Hadisler, Peygamberimizin davranis ve sözlerinin aktarildigi anlatimlar, Hadis kitaplari, bunlarin derlenmesiyle olusan tek-yazarli kitaplardir. Hadis kitaplari içinde yazildigi toplumun ve din bilginlerinin genel begenisine göre, "sahih", "sünen" gibi derecelendirmeler alir. Hadis kitabi yazarlari, veya Muhaddisler, özellikle Hicri ikinci ve üçüncü yüzyillarda, Müslümanlarin yasadigi bölgelerde ileri gelen ailelerin üyelerinden ya da ileri gelen diger Muhaddislerden Hadis toplayan ve derleyen kisilerdir. Muhaddisler aralarinda bilgi akisi sebekeleri kurmuslardi. Istisnalar hariç devletten çalismalari karsiliginda ödenek aliyorlardi. Ayni zamanlarda gelisen akilyürütme ekolü (ehl-i rey), ve neo-platonist felsefe ekolü gibi hareketlerin disinda bütünüyle Hadislere dayanan bir ekol (ehl-i hadis) teskil ediyorlardi.
Resulullah'in sünneti temel kavrami (Sünnet), Müslüman uygarligimizda Hadis kavramiyla çakistirilmis olmasina karsin, farklidir. Sünnet, Kur'an-i Kerim'in ana kavramlari arasinda degildir. Resulullah'in sorgusuz sualsiz izlenmesi gerektigi belirtilmesine ragmen, ebediyete kadar, her ortam ve her durumda ayni sekilde uygulanmasinin bir din emri olduguna iliskin açik bir ifade yoktur. Bunun açik bir ifade olarak yer aldigi tek metin, Peygamberin vefatindan önceki son haccinda yaptigi Veda Hutbesidir, ancak hutbenin sünnete iliskin bu en önemli cümlesinin esdenik güvenilirlikte diger iki kaydinda "sünnet" yer almamaktadir. Dolayisiyla sünnetin ne oldugu, sünnetin ne derecede baglayici oldugu, ve Kur'an'in yanindaki konumu gibi konular üçüncü hicri yüzyila kadar belirginlesmedi. Bu yüzyila kadar Hadis derlemelerinin de tam gelismemis oldugu göz önüne alinmalidir. Diger yandan gelisen ehl-i rey ise Hanefilerle fikih usulünde, Mutezileyle teolojide (kelam) belirginlesiyordu.
Siyasi iktidarin hangi nedenle kimlerin elinde oldugu ve olmasi gerektigi konusundaki tartisma, Islami düsünce ayriliklarinda, yalnizca siyasi mücadelede degil ayni zamanda kelam mezheplerinin olusmasinda da önemli rol oynamistir. Ehl-i hadis, ehl-i rey, kelam gibi tartisma ortamlari Abbasi halifesi Mütevekkil'in doneminde büyük ölçüde sona ermistir. Kendisinden önceki Halife Vasik'in döneminde ekoller arasi denge gözetilmeyerek, Mutezilenin resmi din anlayisinin kabul edilmesi ve bunun bir ölçüde halka zorla dayatilmasi sonucu, geriye dönülemez bir çatisma noktasina gelinmisti. Vasik'in ardindan gelen Halife Mütevekkil, devlet içinde tam bir ideolojik dönüs baslatarak, hapisten yeni çikan Ahmed bin Hanbel'in karsitlarini tekfir etmesi ve diger Muhaddislerin destegi ile Mutezile bilginlerini idam, iskence ve hapis gibi yöntemlerle ortadan kaldirdi. Devlet ideolojisi ve yapisindaki degisiklikleri, Bizans karsisindaki agir bozgunlar, Abbasilerin dayanagi seçkin Türk birliklerinin yeni dengeleri reddetmesiyle kanli bir iç savas izledi. Bu kaos döneminden saglam çikan Ahmed bin Hanbel'i izleyen Muhaddisler, kaybeden analojiye (kiyas) dayali ehl-i rey, tamamiyle ortadan kalkan da Mutezile kelam anlayisi oldu.
Bu dönemin ardindan Hadis, akilyürütme ve analojinin çok daha üzerinde dinin tartisilmaz temel kaynaklarindan biri haline geldi, ilgi ve çalismacilarin sayisi yükseldi. Bir buçuk asir içinde onlarca kitap yazildi, bunlardan altisi esas olarak kabul edildi; Buhari ve Müslim'in derlemeleri de "sahih" olarak adlandirildi. Buhari ve Müslim'in kitaplari da sonuçta derleme olmasina, kutsal ve vahye dayanan bir özelligi bulunmamasina ragmen, günümüzdeki genel uygulamada bu kitaplarda yer alan bir hadis "sahih" kabul edilir. Endülüs'lü Ibn Hazm gibi akilyürütme ve analojiyi reddeden ve yalnizca Hadisleri esas alan bir ehl-i hadis alimi bile, esas aldigi Buhari ve Müslim'deki hadisleri zaman zaman kendi anlayisina göre reddedebilmesine ragmen, bu türden kritik yaklasimlar hiç bir zaman ümmetin genel anlayisina çikmamistir. Buna ragmen Islami ilimlerde bilgisi bulunmayan siradan bir insanin bu kitaplari ele almasi konusunda farkli yaklasimlar vardir. Hanefi mezhebinde Hadisler alimler için olmasina ragmen, günümüzde hizla yayilan Hanbeli mezhebinde Buhari ve Müslim kutsal kitap gibi, Kur'an gibi, kullanilmakta, hadislerden süphe edilmemektedir. Günümüz Hanbelileri bu kitaplari Kur'an seviyesine yükseltecek "vahiy gayri-matluv" tanimini kullanirlar. Diger yandan bati etkisiyle gelisen dindisi ilahiyat çalismacilari hadislerin bütünüyle uydurma olabilecegi, ele alinmamasi gerektigini, zayif olmayan destekler yardimiyla önerebilmektedirler.
Bu iki asiri uç arasinda ne yapabiliriz? Eger hadisleri kaldirirsak, yalnizca önemli kaynaklardan mahrum kalmayacak, ayni zamanda da geçmis zamandaki ilim ve kültür mirasinini kaybetmis olacak, ümmet içinde temel birligi yitirme tehlikesiyle karsilasabilme noktasina gelecegiz. Diger yandan Hadis kitaplarinin uygulmada Kur'an seviyesine çikarilmasiyla yanlis din anlayislarina girecek, akilyürütmenin asgariye indirilmesiyle özellikle su an içinde bulundugumuz farkli dünya ve mücadele ortami için bir anlayis gelistirmeden yoksun kalacagiz. Bu ikilemi asabilmek için tartismanin üzerine çikmamiz gerekir. Bu durumda hem eskinin kaybedilmeyecegi, Müslüman uygarliginin kopmayacagi, hem de akilyürütme ve içtihadin yeniden canlandirilacagi bir ortamin üretilmesi gerekmektedir.
Hadislere yaklasilirken bakilmasi gereken üç kistas, senedin güvenilirligi, içeriginin kabul edilirligi, sonra da anlasilarak din anlayisi içinde konumlandirilmasidir. Hadislerin kimler yoluyla geldikleri ve bunlari nakledenlerin güvenirliklerini inceleyen, ardindan da belirlenen kistaslarla bunlari siniflayan Muhaddisler ellerinde bulunan olanaklar ve araçlar içinde kistas ve metodlari belirlemislerdir. Oysa metodlar hiç bir zaman mutlak degildir. Örnek olarak Buhari saglam bir zincire sahip Hadisin senedini geçerli kabul etmesine karsin, Imam-i Azam hadisin kabul edilirligi için üç bagimsiz koldan bize aktarilmis olmasini esas almaktaydi. Söz konusu Islam'in ikinci kaynagini sekillendirme ve derleme oldugundan yalnizca 4. asirdaki Muhaddislere birakilamaz. Hadis kitaplarinin kullandigi hammadde elimizde oldugu sürece, baska kistaslar kullanilarak yeni derlemelerin üretilmesinde dini bir engel yoktur. Bu bakis, Sünneti, hatta mevcut Hadisleri reddetme anlamina gelmeyeceginden, eskiyle aramizda bir kesilme de olmayacaktir. Hadis nakledicilerinin (raviler) sonraki iki asama da göz önüne alinarak güvenilirlik ve yanilma olasiliklarinin arastirilmasi, nakledilen hadislerin dilbilim yöntemleri kullanilarak aktarilirken bilgi ve anlam kaybolmasina açik olup olmadiklarinin incelenmesi gibi bir çok alanda yapilacak incelemelerde sened güvenilirligi ve hadisin sözcük ve ifade yapisinin korunum derecesi konusunda olusturulacak çalisma ortaminda yeni derlemeler üretilebilir.
Muhaddisler sahihlerin senedleriyle içeriklerinin degerlendirilmesini birbirinden ayri tutmuslardir. Senedi tartismasiz kabul edilir olmasina ragmen içerigi bakimindan Islam anlayisi içinde görülmeyen hadisler siniflandirma disi tutulmuslardir. Ancak, senedi kabul edilebilir bir hadisin Islam'a aykiri olacagina kim karar verecektir? Buna da Muhaddisler kendi din anlayislari içinde karar vermislerdir. Kur'an ile uyusmasi, diger hadislerin geneliyle uyusmasi gibi ana kistaslarin disinda, Ehl-i Hadis ekolünün digerlerinden farkli olan teolojik yaklasimlari da ana etmenler arasindadir. Hemen her sekilde ve yönelimde senedi kabul edilebilir durumda onbinlerce hadis varsa Muhaddisin bunlari toplama disinda yaptigi sey kendi görüsüne göre ayiklamak olacaktir. Sonuç olarak çok farkli dini anlayislara göre apayri hadis kitaplari ortaya çikabilir, çimistir. Muhaddisin burada yalnizca hadis toplayan degil, aldigi bu genis seçim yetkisiyle dini de sekillendiren oldugu anlasilabilir. Bu yetkinin zamaninda tek bir kisiye, bir kaç kisiye veya popüler bir grupça sirtlanilmasi, bizim bunun sorumlulugundan muaf oldugumuz anlamina gelemez. Onbinlerin çok üzerindeki ayiklanmamis hadis hammaddesini tekrar incelememiz, hangi kistaslarin bunlari Islam içinde gördügüne karar ererek, muhtemelen daha hassas bir elekte ayiklamamiz gerekebilir.
Üçüncü asama bir hadisin metin ve sened olarak kabul edilirligi üzerinde mutabakat ortaya çiktiktan sonra bu hadisin din içinde yerlestirilmesi, Kur'an-i Kerim'in isigi altinda anlaminin belirlenmesi, anlatim kaymalari varsa genel içerigin çikarilmasi, Resulullah'in burada söyledigi, yaptigi farkli sartlar içindeki bir topluluk veya birey açisindan neye tekabül eder sorusunun cevaplanmasi gerekir. Bunlar yapilirken, Hadisi nakledenlerin ilim seviyeleri, anlayis durumlari, Kureys Arap kullanimindaki o günün mecazlar, tesbihler, ifadeler de analitik olarak incelenerek, ifadede degisiklik yapildiysa, orijinal ifadenin yeniden yapilandirilmasi gerekebilir.
Kisaca her üç asamada, ayni zamanda bu asamalarin birlirleriyle etkilesiminde daha ilerlemis yöntemler ve araçlarin kullanimindan yararlanarak, yeniden bir çalisma sahasi kurulmasi gerekmektedir. Kagidin seri üretiminin olmadigi, ulasim yetersizlikleri, iletisim olanaksizliklari, bilimsel egitim alabilecek insan sayisi gibi ortam faktörlerini göz önünde bulundurdugumuzda ilk Hicri yüzyillarin Müslüman ilim adamlari fikihtan hadise, kelamdan felsefeye her dalda inanilmaz atilimlar ve basarilar göstermislerdir. Içinde bulunduklari olanaklari günümüze oranlarsak ne yazik ki son yüzyillar bu dönemin altinda bir dipnot olarak bile yer alamayacaktir. Ümmetin ilimlerde önde gelenleri, erken Islam tarihindeki bu üstün verimli, özgüvenli alimlerini azizlestirip, insanüstü özellikler atfedip onlarin arkasina saklanmaktan vazgeçmek, onlarin eristikleri üretkenlik düzeyinde ilimleri Allah'in ihsan ettigi yeni sartlar altinda, kaldigi yerden tekrar baslatmak, yeniden ihya etmek zorundadir. Ancak bu sekilde modernizm bozunumu ile gelenekçilik taasubu arasindaki anlamsiz sikismadan kurtulabiliriz.
kaynak: Sinan Balci, Anadolu dergisi