Cevap: Hadis sohbetleri 37,İşi ehline vermenin ehemmiyeti nedir?
Emanet, birisine muhafazası için verilen maddî ve manevî bir imkan veya servet demektir. Hane reisinden devlet reisine kadar her ferdi mesul tutan “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz.” hadis-i şerifini herkes özellikle de idareciler kendilerine düstur edinmelidirler.
Bir çoban güttüğü koyunlardan, bir aile reisi kendi raiyetinden sorumlu olduğu gibi, bir devlet reisi de bütün raiyetinden ve ülkesinden sorumludur.
Bu bakımdan özellikle idareciler, ihkak-ı hak, yani her hak sahibine hakkını vermek hususunda eş, dost, hısım ve akraba gözetmeden herkese eşit davranmalı, vazifeyi taraftar ve yakınlarına değil, ehline tevdi etmelidirler. Şayet emanet, ehil olmayana verilirse, millet zarar görür, devlet de terakki yerine tedenni eder ve izmihlale uğrar.
Her işte bilgili ve ihtisas sahibi olanlar istihdam edilmelidir. Bir insan dindar ve faziletli olabilir ama, eğer o işe liyakatli değilse o görev ona verilmemelidir. İdeal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi olmalıdır. Bu çok güzel ve takdire şayan bir durumdur. Aksi halde hem o vazifeyi alan hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar. Bu bakımdan sanatta öncelikle maharet aranmalıdır.
Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı veciz bir şekilde şöyle ifade eder:
“Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San'atta maharet ise müreccahtır.” (Münazarat)
Bu bakımdan bir insan, hangi sahada ihtisas yapmış ve kabiliyetini hangi sahada geliştirmiş ise o sahada söz sahibi olmalı ve kendisine o sahada görev verilmelidir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi en seçkin sahabilerin de katıldığı “Zatü’s-Selâsil Gazvesinde” Resûl-i Ekrem Efendimizin(s.a.v) daha yeni Müslüman olmuş, fakat harp sanatını iyi bilen Amr İbnü’l-As’ı kumandan tayin etmesi; aynı şekilde, Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından kısa zaman önce Suriye üzerine yapılacak bir sefere bütün sahabeler arasından Üsame Bin Zeyd’i kumandan tayin etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v), Mekke’nin fethi günü Kâbe’nin perdedarı olan Osman İbn-i Talha’dan Kâbe’nin anahtarını almış, ( bu zatın nesli kabe’nin türbedarlığını yapmakta idiler) Kâbe’yi ziyaret ettikten sonra tekrar anahtarı ona geri vermiş ve “O’na yardımcı olunuz” diye buyurmuşlardır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bu davranışı da vazife tevdiinde maharete önem verilmesi gerektiğini ders vermektedir.
Dinimizde işi ehline vermek çok mühimdir ve İlahi bir emridir. Nitekim Cenab-ı Hak şu ayet-i kerimeyle vazifeyi ehline vermeyi emir buyurmaktadır: “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arsında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa Suresi 4/58) Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Emanet kaybedildiği zaman, yani işler ehli olmayanlara verildiği zaman kıyameti bekle.”
Evet, işinde ehil olmayan bir çoban, sürüsünü kurda kaptırır. Ticaretten anlamayan bir kişi, sermayesini batırır ve iflas eder. Mesleğini iyi bilmeyen bir doktorun, hastasına faydadan ziyade zararı dokunur, hatta onun ölümüne bile sebep olabilir.
Devleti idaresinden ve siyasetten anlamayan bir kişi de devleti idare edemez. Bu bakımdan devlet idarecilerinde liyakat, maharet, adalet, istikamet metanet, itidal ve müdebbirlik gibi sıfatlar bulunmalıdır. Devleti yöneten kaptan, esen rüzgarın hilesinden ve bulutun lisanından anlamalı, havanın durumunu ve ne getireceğini idrak etmeli, işine ehil ve müdebbir olmalıdır.
İnsana tevdi edilen üç kısım emanet vardır: Birincisi; Cenab-ı Hakk’a karşı olan emanetlerdir ki, bunlar İlahi emirleri yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. İkincisi; insanlara karşı olan emanetlerdir ki, onlara olan borçlarını ödemek, verildiği sözleri tutmak, herkesin maddî ve manevî hukukuna riayet etmek, gördüğü kusurları ifşa etmemek ve bütün muamelelerinde adil olmaktır. Üçüncüsü ise, göz, kulak, dil gibi maddî cihazlar ile akıl, kalp ve vicdan gibi manevî duyguları rıza dairesinde ve istikamet üzere istimal etmektir.
Mehmed Kırkıncı hocaefendi