Hadis Sohbetleri 39 :Ashâbım yıldızlar gibidir

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ



Selamünaleyküm Degerli Kardeşlerim;

Bu haftaki Hadisi Sohbetleri dersimiz başladı. Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..



[BILGI](Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz. (Aclûnî)[/BILGI]



[DIKKAT]Soru 1: Sahabe sevgisinin dinimizdeki yeri nedir ?
[/DIKKAT]








[NOT]Önceki Hadis Sohbetlerine ulaşmak için TIKLAYINIZ.[/NOT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sahabe sevgisinin dinimizdeki yeri nedir

Ashâb-ı kirâmın dinimizdeki yerini, onlara muhabbetin önemini ve Müslümanların ashap arasındaki ayrılıklara nasıl bakması gerektiğini açıklamakta zorunluluk vardır.

Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz, Resul-i Ekrem Efendimize (asm.) hakkıyla vâris ve vekil oldular. Sağa ve sola meyletmeden sadece ve sadece doğru yol üzerinde yürüdüler, Allah’a ulaştıran yollarda her biri birer önder, birer rehber oldular. Hangisinin ardından gidilse doğru yola, saâdet ve selâmete çıkılmış olur. Zira, Cenâb-ı Hak onlara, insanları hidayete çeken birer hassa, birer çekicilik vermiştir. Onlar Cenâb-ı Hakk’ın ruhlar meclisinde sevip, peygamberimiz etrafında bir hâle teşekkül ettirdiği, seçkin, gayretli ve yüksek seciyeli insanlardır.

Sahabelerin hepsi istisnasız Resulullah Efendimizin sohbetiyle müşerref oldular. Onların ruhları, akılları, kalp ve vicdanları ve nihayet bütün hissiyatları, Peygamber terbiyesinden geçti, onun feyziyle büyüdüler. Başka bir ifadeyle, onlar dağın güney yamacındaki çiçekler gibi, güneşten doğrudan doğruya istifade ettiler ve onun zâtıyla görüştüler. Onlardan sonra gelen bütün Müslümanlar ise, dağın kuzey yamacındaki çiçekler gibi, güneşin zâtından değil, ancak aydınlığından faydalandılar.

Kendilerinden sonra gelen hiçbir evliyanın onlara yetişememesinin sırrı, işte bu büyük farkta aranmalıdır. Onlar vahyin gelişine bizzat şahit oldular. Dıhye sûretinde, defalarca Cebrâil’i (as.) gördüler. Binlerce mucizeye şahit oldular. Bütün insanlık âlemini nura, hidayet ve saâdete eriştirmek için gönderilen Kur’ân-ı Kerim’i ilk defa onlar dinlediler. Onlar Kur ân-ı Azimüşşân’ın ilk talebeleri olma şerefine eriştiler. Ondaki yüce hakikatleri Peygamber Efendimizden ders aldılar. Kur’ân-ı Hakimi bütün kalplere, akıllara, vicdanlara ve dolayısıyla hayata hâkim kıldılar. Kendilerinden sonra gelen hiçbir kimsenin ulaşamadığı feyz ve berekete, ilim ve irfana, ihlâs ve sadakate, feragat ve fedakârlığa eriştiler. Bakışları ibretle, fikirleri ilim ve hikmetle, kalpleri ilâhi muhabbetle doldu. Onları ne dünya esir edebildi, ne de Cennetin güzellik ve çekiciliği kayıt altına alabildi. Onlar dünya ve ahiret nimetlerine değil, o nimetleri verene talip oldular ve O’nu buldular. Sadece ve sadece Allah’a kul olmanın yüce şeref ve izzetiyle yaşadılar.

Onların hepsi kurtuluşa erenler zümresindendir; hepsi “Sahabe” olma şerefinde, ortaktır. Allah ve Resulü, onların hepsinden razı olmuş ve onları överek yüceltmiştir.

Cenâb-ı Hak, Tevbe süresinde Ashâb-ı kirâmdan razı olduğunu ve onlar için ebedi nimetler, saâdetler hazırladığını şöyle beyan ediyor:

“Muhacirlerden ve Ensardan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş bu.” (Tevbe Sûresi, 100)

Yine aynı sürede Cenâb-ı Hak sahabe-i Kirâmı överek onların İslâm uğrunda can ve mallarıyla cihat ettiklerini ifade ediyor ve kendilerini hayır ve ihsan ile şöyle müjdeliyor:

“Lâkin peygamber ve emrindeki müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bunları görüyor musun, bütün hayırlar işte onlar içindir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı. İçlerinde sonsuza dek kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi, 88-89) Sahabe hakkında daha birçok ayet-i kerime nâzil olmuştur. Numune olarak bu iki ayetle yetiniyoruz.

Resul-i Ekrem Efendimiz de Ashâb-ı kirâmı birçok hadis-i şerifleri ile sena etmişler, onların Allah katında kabul edilmişliklerini ve şereflerinin ulviyetini ümmetine telkin etmiş ve onlara dil uzatanları tehdit etmişlerdir. Bunlardan birkaçını aşağıda takdim ediyoruz:

“Benim sahabelerim âdildirler.”

“Bir kimse sahabeyi severse beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden de bana düşmanlığından dolayı düşmanlık eder.”

Ashâb-ı kirâmın hiçbirisine düşmanlığın dinen mümkün olmadığı, istisnasız hepsinin birer hidayet meşalesi olduğu, şu hadis-i şerifte en veciz bir ifadeyle ortaya konmuştur:

“Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” (Aclûnî, 1/132)

“Yıldız” olma özelliğinde olan bütün yıldızlar eşit oldukları halde, aralarında büyüklük ve küçüklük itibariyle farklılıklar bulunduğu gibi, sahabeler arasında da fazilet ve mertebe noktasında elbette farklılıklar olacaktır. Bazısı İslâmiyet’le daha önce şereflenmiş. hizmette diğerlerini geçmiş, bir kısmı adalet ve idarede hepsinin üzerine çıkmış, bir diğeri yumuşak huy ve cömertlikte daha ileri gitmiş, bir başkası ilim ve kahramanlıkta diğerlerini geçmiştir.

Artık bu hidayet yıldızları hakkında ileri geri konuşmanın, onların bir kısmına muhabbet edip, diğer bir kısmını kötülemenin, ne kadar büyük bir cinayet olduğunu kıyas ediniz.

Şu da insafla nazara alınmalıdır ki, dinimizin gerek ibadete, gerekse ahlâka ait birçok hakikati, o haksız hücumlara maruz kalan sahabelerden ders alınmıştır. Onlara hücum etmek, İslâm’a hücum etmek hükmündedir.

Evet, İslâm’ın birinci safında olan ve “ Sebep olan işleyen gibidir.” hükmünce kıyâmete kadar gelecek bütün Müslümanların kazandıkları sevabın bir misli sevap kefelerine ilâve edilen, en aşağı mertebede olanına dahi en büyük bir velinin yetişemediği bu seçkin kimselere, Ahir zaman Peygamberi’nin o seçkin arkadaşlarına, o anlayışlı muhataplarına gölge düşürme gayretleri, doğrudan doğruya İslâm’ın kendisine hücumdur.

Hadlerini tecâvüz ederek İslâm’ın temeline kanlarını akıtan o seçkin cemaati yargılamaya kalkanlar ve birini haklı çıkarıp, diğerini tenkit edenler, o hidayet yıldızlarına hiçbir leke süremez, ancak kendi felâketlerini hazırlamış olurlar.

Kaldı ki, o yargıladıkları kimseler, ashâbın ileri gelenleridir. Bir kısmı Cennetle müjdelenmiştir. Dedikodusunu ettikleri o kişileri Kur’an ve Peygamber Efendimiz medh ü senâda bulunmuştur.

Dâvamıza kuvvetli bir delil de şudur: Malûmdur ki, Sahih-i Buhari gerek Ehl-i Sünnet ve gerekse şialar arasında Kur’an’dan sonra en büyük kitap olarak kabul edilmiştir. Her iki taraf bu hususta aynı fikirdedir. İşte, Buhari-i Şerifte, ayrılığa düşen o sahabelerin her iki kanadından da itikat, ibadet ve ahlâka dair birçok hadis-i şerif rivâyet edilmiştir. Fıkıh âlimlerimiz ve bütün ümmet bu rivâyetlerden birini diğerine tercih etmeden bütününü birden kabul etmişlerdir. Hadisleri rivâyet eden bütün muhaddisler de sahabe ayrılıklarını hiç nazara almamışlar, “Şu hadis, Hz. Ali’ye veya Hz. Muâviye’ye... karşı olan filân sahabeden rivâyet edildiği için sahih değildir.” dememişler, böyle bir hataya düşmemişlerdir.

Bu hâle göre, şu netice ortaya çıkıyor; Bütün müçtehitler, muhakkikler, fakihler, muhaddisler bu ayrılıkları nazara almadan sahabenin hepsine hürmet etmişler, muhabbet beslemişler ve onların rivâyet ettikleri hadis-i şerifleri dinimize temel kabul etmişlerdir. Bizim ne haddimiz var ki, bu muhterem kişilerin nazara almadıkları ayrılıkları sorun hâline getirelim.

Bu vesile ile şu mühim hakikati de dikkate almak gerekiyor:

Hucürât sûresinde, müminlerin sû-i zandan sakınmaları şöyle emredilmektedir:

“Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi?” (Hucürât Sûresi, 12)

Cenâb-ı Hak bu ayet-i kerimede bir mümini gıybet etmenin ölü eti yemek kadar çirkin ve mümine yakışmayan bir davranış olduğunu bize haber veriyor. Ya gıybet edilen bu mümin, sahabelerden, hem de onların en ileri gelenlerinden biriyse, artık meselenin tehlikesini siz takdir ediniz.

Mehmet Kırkıncı
 

kýrýmlý

Well-known member
Bu hadis,senedindeki ravilerinin bazılarının meçhul(kim olduğu bilinmeyen)kişiler olduğu ve bazı ravilerinin de uydurma hadis rivayet ettikleri bilindiği için hadis alimleri tarafından zayıf ya da uydurma hadis olarak görülmektedir.

Mana olarak incelediğimizde sahabe efendilerimizin de birbirlerinde farklı insanlar olduğunu görmekteyiz.İçlerinde fakih,müctehit ve irfan sahibi olanların olduğu gibi böyle olmayanlarda vardı.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ve Aleyküm Selam ,

Allah (c.c) Razı Olsun Abdullah Ağabeyim...Ben de aynen bu hadise destek olan diğer Buhari hadisi ekleyeyim izninle abim...





Ve Müslümanlardan Peygamber İle Sohbet Eden Yâhud O'nu Gören Kimse, O'nun Sahâbîlerindendir [1]


1-....... Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Bize Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

"îmanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir
cemâat gaza eder. Onlara:

— İçinizde Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye sorarlar.

Onlar da:

— Evet vardır! diye cevâb verirler.

Nihayet (ordu içindeki sahâbîye hürmeten zafer kapısı) onlara
açılır.

Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir. İnsanlardan bir gu*rup daha gaza eder.

Onlara da:

— İçinizde Peygamber'in sahâbîleriyle görüşen kimse var mıdır?
diye sorulur.

Onlar da:

— Evet var! diye cevâb verirler; onlara da fetih müyesser olur. Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir, yine bir topluluk

harb ederler.

Onlara da:

— İçinizde Peygamber'in sahâbîlerini gören ile görüşen tabiî kim*se var mıdır? diye sorulur.

Bu defa onlar da:

— Evet vardır! derler; onlara da fetih müyesser olur" [2].





[NOT][2] Bu hadîste sahâbîler, tabiîler ve tabiîlerin tâbi'lerinin yüzü suyu hürmetine fetih ve zafer müyesser olacağı bildirilmiş ve öylece de gerçekleşmiştir. Bu sebeble bu hadîsten, Peygamber'in en açık mu'cizelerinden birisi ve üç tabaka cemâati nin fazileti anlaşılmıştır. Bu üç tabaka cemâati âhiretle ilgili hususlarda son de*rece kuvvetlidirler. îmân ve irâde kuvvetiyle bu üç devirde İslâm orduları zaferden zafere koşmuşlardır.[/NOT]​
 
Son düzenleme:
Ahir zamanda sahabe olmak zor fakat onlar gibi yaşamak mümkün demişti bir ablamız bir derste...
Muhsinler yani Allahı görür gibi iman edenler bu hadisi Şerifedeki "Sahabe" hitabına mazhar olabilirmi acaba?
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ahir zamanda sahabe olmak zor fakat onlar gibi yaşamak mümkün demişti bir ablamız bir derste...
Muhsinler yani Allahı görür gibi iman edenler bu hadisi Şerifedeki "Sahabe" hitabına mazhar olabilirmi acaba?

Günümüzde değil; hiçbir devirde ve hiçbir çağda sahabelere yetişilmez; sahabe gibi olunmaz. Fakat her çağda ve her zamanda sahabeler örnek alınırlar, model alınırlar. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, peygamberlerden sonra insanoğlunun en faziletlileri Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sahabeleridir. Sahabelerin mertebesine hiçbir şekilde yetişilmez. Çünkü onlar Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ı “peygamber” olarak görmüşler, iman etmişler ve “sohbeti” ile müşerref olmuşlardır. Peygamber sohbeti onlara, sair evliyanın senelerle seyr ü sülûkla elde ettikleri feyze ve nura, “bir dakikada” ulaştıran bir mertebe ve yükseliş vermiştir.1
Ebû Musa el-Eş’ârî radiy
Allah.gif
ü anh anlatmıştır: “Bir gün evden çıktım ve içimden: ‘V
Allah.gif
i bu gün Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’dan ayrılmayacağım ve bütün gün onunla birlikte olacağım’ diye ahdettim. (Ebû Musa mescide geliyor, Hazret-i Peygamber’i (asm) soruyor. Ona: ‘Resûlullah mescitten çıktı ve şu yöne doğru gitti’ diyorlar.) Bunun üzerine ben de mescitten çıktım ve Resûlullah’ı (asm) sora sora izi üzerinde gittim. Nihayet Resûlullah’ı (asm) Erîs kuyusunun bahçesinde buldum. Bu bahçenin kapısı hurma dalından yapılmıştı. Resûlullah (asm) abdest aldı ve Erîs Kuyusunun ağzına serinlemek için oturdu. Ben de kalkıp Resûlullah’ın (asm) yanına vardım. Resûlullah’a (asm) selâm verdim. Sonra geri dönüp kapının yanına oturdum. Kendi kendime:
“Bu gün ben Resûlullah’ın (asm) kapıcısı olayım” diye karar verdim. Bu sırada Ebû Bekir (ra) geldi. Kapıyı itti. Ben:
“Kimdir o?” dedim. O:
“Ebû Bekir” dedi. Ben:
“Biraz müsaade et” dedim. Sonra gittim:
“Ya Resûl
Allah.gif
! Kapıda bekleyen Ebû Bekir’dir. Yanınıza gelmek için izin istiyor” dedim. Resûlullah (asm):
“Ona izin ver ve kendisini Cennetle müjdele!” buyurdu. Hemen geriye döndüm ve:
“Gir!” dedim. Sonra: “Resulullah seni Cennet’le müjdeliyor” dedim.
Ebû Bekir girdi ve Hazret-i Peygamber’in (asm) sağ yanına oturdu.
Ben kapıya döndüm. Kapı tekrar çaldı. Ben:
“Kimdir o?” dedim. O:
“Ömer bin Hattab’tır” dedi. Ben:
“Biraz bekle!” dedim. Sonra Resûlullah’a (asm) geldim, selâm verdim ve:
“Ya Resul
Allah.gif
! Ömer bekliyor. Yanınıza gelmek için izin istiyor” dedim.
Resulullah (asm):
“Ona izin ver ve kendisini Cennet’le müjdele” buyurdu.
Ömer’e geldim ve:
“Buyur” dedim. Sonra: “Resulullah seni Cennet’le müjdeliyor” diye haber verdim.
Ömer girdi ve Resûlullah’ın (asm) sol yanına oturdu. Ben kapıya döndüm.
Az sonra kapı yeniden çaldı. Kardeşim abdest alıp bana yetişecekti. Gelenin o olmasını diledim.
“Kimdir o?” dedim. O:
“Osman bin Affan” dedi. Ben:
“Biraz bekle” dedim. Ve Hazret-i Peygamber’e (asm) gelip haber verdim. Resulullah (asm):
“Ona izin ver ve kendisine isabet edecek olan belâ ve musibetle birlikte Cennet’le müjdele” buyurdu.
Döndüm ve Hazret-i Osman’a (ra):
“Gir” dedim. “Resûlullah (asm) seni, sana isabet edecek olan belâ ve musibetle birlikte seni Cennet’le müjdeliyor” diye ilâve ettim.
O da girdi ve Resûlullah’ın (asm) karşısına oturdu.”2
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a en zor zamanlarında yardım eden, onun (asm) nurlu sohbetlerinden yüksek feyiz alarak doğrudan ve hiç aracısız zahirden hakikate geçen sadık arkadaşları, yani sahabeler, yani Ashab-ı Güzin, tam mânâsıyla birer Peygamber Yıldızıdır. İnsanlık tarihinde Peygamberlerden sonra gelmiş en şerefli nesil ve en hayırlı topluluktur. Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, her biri hak, hakkaniyet, sıdk ve doğruluk için, canlarını, mallarını, anne ve babalarını, kavim ve kabilelerini feda eden birer fedaidirler.3 Günümüzde elbette onlar örnek alınarak yaşanabilir.
Allah feyizlerini üstümüzden eksik etmesin. Âmin
.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
2- Bediüzzaman'a göre Sahabenin Üstünlüğü
Bediüzzaman hazretleri, sahabe hakkında Ehl-i Sünnet'in görüşünü benimser. Ona göre Ashab insanlığın en mümtaz neslidir. Resulullah'la sohbet, onlara öyle bir feyiz, öyle bir şeref kazandırmıştır ki, arkadan gelecek ümmetin "en kâmilleri olan evliyanın büyükleri, Sahabenin küçüklerine karşı müsavat dâvâsını kazanamazlar."[SUP]10[/SUP]
Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli, Sahabe hakkında müstakil bir bahistir. Ve sanki Ashab mevzuunda Ehl-i Sünnet'in görüşünü herkesçe kabul edilebilecek mukni bir açıklamaya kavuşturmak için kaleme alınmıştır. Risalede, Ashab hakkında polemik konusu yapılan en mühim meselelere soru-cevap şeklinde yer verilir. Bu bahiste yapılan bütün açıklamalar altı sorunun cevabıdır. Bunlardan beşi doğrudan, biri dolaylı olarak sahabeyi ilgilendirir.

1- "Sual ediyorsunuz: Bazı rivayetlerde vardır ki; 'bid'aların revacı hengamında ehl-i iman ve takvadan bir kısım sulehâ, sahâbe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir' diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir, sahih ise hakikatleri nedir?"

2- "Deniliyor ki: Sahabeler, Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselâmı gördüler, sonra iman ettiler. Biz ise görmeden iman ettik. Öyleyse, imanımız daha kavidir. Hem, kuvvet-i imanımıza delalet eden rivayet var?"[SUP]11[/SUP]
3- "Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyor?
4- "Diyorlar ki: Ehl-i velayet ve ashab-ı kemâlat, dünyayı terk etmişler. Hatta hadiste var ki: Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır. Halbuki Sahabeler dünyaya pek çok girmişler. Terk-i dünya değil, belki bir kısım sahâbe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki, böyle sahabelerin en ednasına, en büyük bir veli kadar kıymeti var diyorsunuz?"[SUP]12[/SUP]
5- "Sahabelere karşı iddia-yı rüchan nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu meseleyi medar-ı bahsetmek nedendir? Hem müctehid-i İzama karşı müsavat dâvâ etmek neden ileri geliyor?"
3- Ashabın Üstünlük Sebepleri
İlk soru, Ümmet-i Muhammed içerisinde faziletçe Ashab'tan üstün kimselerin olup olamayacağı meselesiyle ilgili. Çünkü, bir kısmı sıhhatçe oldukça düşük olan pek çok rivayet, ahirzamanda gelecek bazılarının faziletçe Ashab'tan üstün olacağını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, o rivayetlerin, ifade ettiği ortak mânâyı, yukarıda da kaydettiğimiz üzere Türkçe meali şeklinde ifadeye dökerek sual konusu yapar: "Bid'aların revacı hengamında ehl-i iman ve takvâdan bir kısım suleha, sahâbe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir" diye rivayetlerde vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise hakikatleri nedir?"[SUP]13[/SUP]
Bediüzzaman'ın cevabına geçmeden, soru metninde yer verdiği bir ustalığa dikkat çekmek isteriz: Sonradan gelecek bir neslin faziletini Ashabınki ile kıyaslayan rivayetlerin hiçbirinde, "Bid'aların revacı hengamında" kaydına rastlanmaz. O, böylece, daha soru faslında, sadedinde olduğumuz hadislerde nazarların çekildiği, sahabeninki ile kıyaslanabilecek bir fazilete ermenin ilk şartının-bid'aların hâkimiyeti sebebiyle insanların sünnetten uzaklaştıkları bir devirde "elde ateş tutarcasına"[SUP]14[/SUP] büyük sıkıntıları göze alarak-Sünnet'e uymak olduğunu ifade etmiş oluyor. Nitekim bir başka hadiste:
"Ümmet fesada uğradığı zaman sünnetime temessük edene yüz şehit ücreti verilir" buyrulmuştur.[SUP]15[/SUP]
Bediüzzaman'ın bu şekilde vazettiği soruya verdiği cevabı iki kısımda inceleyebiliriz:
Birinci kısım: Bu kısım, sekiz satırlık bir giriş paragrafıdır. Burada meseleyi üslûp ve ifade maharetiyle çok yönlü olarak özetler: 1- Bu mevzuda sahih ve sahih olmayan rivayetlerin varlığına dikkat çeker. 2- Sahih hadislerde ifade edilen "Ümmetin sonradan gelenlerinin efdaliyeti" meselesinin mahiyeti açıklanır. 3- Ashabın insanlık tarihinde en üstün nesli teşkil ettiğine dair kanaatini Kur'ân'dan da delil göstererek ifade eder.
İkinci kısım: Burada, Ashab'ın üstünlüğünün sebep ve hikmetleri aklî bir muhtevada izah edilir. Bu izahta Ashabın üstünlüğünün pek çok sebebine işaret edildikten sonra sadece "Üç sebebi" üzerinde durulur.
Bu üç sebebin belirtilmesine geçmeden önce, mevzuun "tez"i mahiyetinde olan ve ihtiva ettiği üç ana temayı yukarıda kaydettiğimiz giriş paragrafını aynen kaydediyoruz:
"Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali sahâbe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemâatin icmâı, bir hüccet-i kâtıadır ki, o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz'iyye hakkındadır. Çünkü, cüz'i fazilette ve hususi bir kemâlde mercuh râcihe tereccuh edebilir.* Yoksa Sure-i Fethin âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur'ân'ın medih ve senasına mazhar olan sahâbelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez. Şu hakikatin pek çok esbap ve hikmetlerinden, şimdilik üç hikmeti beyan edeceğiz."[SUP]16[/SUP] Şimdi biz, bu üç sebebi özetleyerek sunacağız:
Birinci Sebep: Resulullah aleyhissalatu vesselâmın sohbetidir. Bu sohbet, öyle bir iksirdir ki, bir dakika ona mazhar olan bir kimse ehl-i tasavvufun senelerce seyr u sülûkla elde edebileceği feyze ve hakikat nurlarına mazhar olabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı, o sultana tâbi olarak öyle bir mertebeye çıkar ki, bir şah çıkamaz. "İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyor." Ashab'ın sohbeti Peygamberin nübüvvet şahsiyetiyle sohbettir. Bu sohbetin yüceliği şu misalden anlaşılabilir: Kızını diri diri gömecek kalp katılığına sahip bir bedevî adam, bir saatlik nebevi bir sohbetten sonra karıncaya ayağını basamayacak bir ruh inceliği kazanıyor; cahil ve vahşî bir adam, bir günlük bir sohbetten sonra Çin ve Hind gibi memleketlere gidip o medenî kavimlere muallim ve rehber oluyordu. Bu hususu Lemeat'ta şöyle nazmetmiştir:
Bir nazar-ı Peygamber
Birdenbire kalbeder
Bir bedevi-i câhilî
Bir ârif-i münevver
Eğer mizan istersen
İslâmdan evvel Ömer
İslâmdan sonra Ömer.[SUP]17[/SUP]

İkinci Sebep: Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle kemâlat-ı insaniyenin en a'la mertebesindedirler. Çünkü, onlar büyük İslâm inkılabına şâhid olup bizzat onu yaşadılar. İslâm inkılabı hayır ve hakkı bütün güzellikleriyle ortaya çıkarmış, şer ve bâtılı da üstün çirkinlikleriyle gözler önüne sermiştir. Bu iki zıtlar öylesine birbirinden ayrılmışlar belirgin hale gelmişler ki, hayrı, hakkı iltizam eden şerre, batıla, yalana müşteri olması mümkün değildir. Çünkü sıdk ile kizbin arasındaki mesafe iman ile küfür arasındaki, Cennet ile Cehennem arasındaki mesafe kadar uzaktır.
Böyle bir ortamda, yüce seciye sahibi Ashâb'tan, Resul-i Ekrem gibi nuranî bir meyve, Cennet gibi bir netice veren sıdka ve hakka ve imana bütün kuvvetleriyle taraftar olmaktan başka bir şey beklenemezdi. Bediüzzaman, Sahabe'nin adaletinin büyük ölçüde bu sırdan ileri geldiğini başka fırsatlarda da ifade eder.[SUP]18[/SUP]
Üçüncü Sebep: Nübüvvetin velâyete nisbeti, güneşin kendisiyle, aynalardaki görülen timsaline nisbeti gibidir. Elbette gökteki güneşle aynadaki görüntüsü, aralarında kıyaslama yapılamayacak derecede birbirlerinden farklı ve uzaktırlar. Öyleyse nübüvvet dairesi, velâyet dairesinden ne derece üstün ise, "nübüvvet dairesinin hademeleri ve o güneşin yıldızları durumunda olan sahâbeler dahi, daire-i velayetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor."
Bu üçüncü sebepte üç ayrı üstünlük vechi mevzu bahistir:
Birinci Vecih: İctihadda üstünlük
İctihadda, yani ortaya çıkan yeni meselelerle ilgili hükmü tesbitte yani Cenab-ı Hakkın rızasına uygun hükmü, onun kelamından çıkarma işinde sahabelere yetişilmez. Çünkü onların zamanında meydana gelen İslâm inkılabı, herkeste Allah'ın rızasını arama ve ilahî hükümleri ortaya çıkarma meylini doğurmuştur. Akıllar, fikirler, zihinler, arzular, emeller hep bu esas üzerinde dönmekte, insanlardaki bütün ilmî melekeler o istikamette inkişaf etmekte idi. Halbuki zamanımızda insanlar büyük çoğunluğuyla dünyayı arıyor, felsefe ve siyasetle meşgul, emeller ayrı, arzular başka, fikirler karmakarışık. İctimai ortamın, kültür atmosferinin şahsiyetin gelişmesinde ve melekelerin inkişafında fevkalade müessiriyeti var. Öyle ki, zamanımızın insanı, ictihad kapasitesini elde etmede Ashab'a nazaran en az on misli bir zamana muhtaçtır. Söz gelimi Tabiinden Süfyan İbn Uyeyne on yaşında müctehid olabilmişse, günümüz insanı yüz seneye muhtaçtır.
Bediüzzaman, bu meselenin ehemmiyetine binaen, herkesin hatırına gelecek bir soruyu sorar ve cevabını verir:
"Eğer desen: Sahabeler de insandırlar, hatâdan, hilaftan hâli olmazlar. Halbuki, ictihadatın ve ahkam-ı şeriatın medarı, sahabelerin adaleti ve sıdkıdır ki, hatta ümmet: 'Sahâbeler umûmen adildirler, doğru söylerler' diye ittifak etmiş?"
Bediüzzaman bu soruya: "Evet, Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık, sıdka müştak adalete hahişgerdirler (arzulayan, taraftar olan)" der. Ve birinci ile ikinci sebepte kaydettiğimiz mütalaalar çerçevesinde açıklama yapar.[SUP]19[/SUP]
Burada üzerinde durmak istediğimiz bir husus, Üstad'ın ihtiyatlı ifâdesidir: "Evet Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık..." demiştir. Bu ifadeden, çok az da olsa bir kısmının bu vasıfların dışında kalabileceği anlaşılmaktadır. Bediüzzaman, buradaki ihtiyatkâr ifadesi ile-sahabe dışında kalan kimselerde görülmesi hâlinde, adaleti selbettiği için cerh vesilesi kabul edilen-bazı fiilleri işlemiş olanlarını kastedebilir. Ne var ki ulema, onların da tevbe etmiş olmaları sebebiyle temizlenmiş olduklarını, tevbe ile temizlenenleri-Nur sûresinin 4-5. âyetleri mucibince-adaletlerinin geri geleceğine hükmetmiştir. Kaldı ki, Hz. Peygamber zamanında hâd cezasına çarptırılan Mâiz İbnu Mâlik, Gamidiyye (bir kadın) ve Hımâr lakabıyla meşhur Abdullah radıyallahu anhüm ecmâinden-ne hikmetse-hiçbir rivayet kitaplarımıza intikal etmemiştir.[SUP]20[/SUP]
İkinci Vecih: Kurbiyetleri velilerinkinden farklı
Sahabelerin Allah'a olan kurbiyetleri (yakınlıkları) noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilemez. Çünkü onların velayeti, velilerin seyr u sülukla kat-ı meratib ederek kesbettikleri bir velayet değildir. Velayet-i Kübra namıyla yad edilen bu velayet, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafıyla mazhar olunan bir velayettir, kesbî değil vehbîdir. "Akrebiyetin inkişafı" da Cenab-ı Hakkın zât, sıfat ve şuunatı hususunda marifetin artmasıyla olur. İlahi bir lütuf olarak, nübüvvet nurunun sahabenin ruhunda in'ikas ve incizabıyla hemen hasıl olur.[SUP]21[/SUP]
Peygamberlikteki kurbiyet de bu nevi bir kurbiyettir. Ve nübüvvet veraseti ve sohbet cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.
Dipnotlar:
1. İbnu Hacer el-Askalani (V. 852/1448), el-Isâbe Fi Temyizi's-Sahâbe, Mısır 1328, 1, 7; Suyuti, Celaleddin Abdürrahman ibn Ebi Bekr (V.911/1505) Tedribü'r-Râvi, Kahire, 1959, s. 396.
2. A.g.e., s. 400; el-Isabe 1, 9-10.
3. Adalet deyince muhtelif mânâlar kastedilir:
a. Cevr ve zulmün zıddı: Hak sahibine hakkını verme.
b. Fısk ve isyanın zıddı: Takva mânâsında.
c. İsmet: İsyan ve fücurdan korunma melekesi, bu meleklere ve nebilere aittir.
d. Allah'ın lütfu olarak günah ve hatadan korunma, bu velilere ait bir haldir.
e. İctihadda hatadan korunma: Mehdiyi muntazır böyle olacaktır.
f. Rivayette kizbe taammüdden korunma. (Abdulvehhâb, A. Latif, Tedribü'r-Ravi s. 401-402.
4. Bak: Abdülvehhâb Abdüllatif (Tedrib'i tahkik eden zât), Tedribu'r-Râvî, s. 402.
5. Âl-i İmrân Sûresi, 110.
6. Hatibu'l-Bağdadi (V. 463), el-Kifayi Fî İlmi'r-Rivâye, s. 93-97. Bu sadede giren âyet ve hadislerden bir kısmı için bkz. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Şerhi, Akçağ Yay., Ankara, 1987, 1, 522-525.
7. Haysemî, Mecmau'z-Zevaid, 10, 21.
8. Buhari, Fezâilu'l-Ashab 5; Müslim, Fezailu's-Sahabe 221, 222.
9. Ahzâb, 36.
10. Sözler, s. 496.
11. A.g.e., s. 494.
12. Sözler, s. 494.
13. Bu Türkçe metnin Arapça aslını araştıran Abdülkadir Badıllı, bu mânâ üzerine gelen rivayetlerin 33 ayrı kaynağına işaret eder. Hadisin Ahmed İbnu Hanbel ve Dârimî'de-birinin sahih olduğu belirtilen-iki ayrı tarikten gelen bir vechine göre Aleyhissalatu Vesselâma Ashab sorar: "Ey Allah'ın Resulü! Müslüman olup seninle birlikte cihad eden bizlerden daha hayırlı kimse olacak mı?"
"Evet," buyururlar, "Sizlerden sonra gelip beni görmediği halde iman eden bir grup." (Mişkatu'l-Mesabih, 6282. H.)
Ümmet'in sonradan gelen bir grubunun efdaliyeti ile ilgili rivayetlerden on iki tanesini Mişkatu'l-Mesâbih bir arada kaydeder. (3, 292-295).
14. Tirmizi, Fiten 73 (2261. H.), Münavî, Abdurrauf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, 6, 261, 9162. H.
15. Tebrizî, Veliyuddin İbnu Abdillah, Mişkatu'l-Mesâbih, Dımeşk, 1961, 1, 62; Münavi, a.g.e., 96171. H.
* "Fazilet-i külliye" tabiri ile faziletlerin tamamını anlayacağız. "Fazilet-i cüz'iyye" ise bir mesele ile ilgili fazilettir. Söz gelimi bir sahâbenin ibadet, ilim, cihad, İslâmın binasına olan toplam fazileti, fazilet-i külliyesini teşkil eder. Bu fazilette sahabeye yetişilemez. Ama sonradan gelen zatlardan biri cihadda veya ilimde veya bir başka fazilette sahabeyi geçebilir.
16. Sözler, s. 489.
17. A.g.e., s. 711.
18. Muhakemât, s. 132; Barla Lahikası, s. 155, Hutbe-i Şâmiye, s. 48-49.
19. Sözler, s. 484.
20. Bakan, Tevhid, Ashab'ın Adaleti, Erzurum 1993 (Basılmamış Tez), s. 57.
21. Bak. Mektubat, s. 47-48.
 
Üst