Hadis Sohbetleri 56: Kişi malı, hanımı ve çocuğuyla imtihan edilir.

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيم



Selamünaleyküm Degerli Kardeşlerim;



Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz başladı.


Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..





[BILGI]
Kişi malı, hanımı ve çocuğuyla imtihan edilir. Hadis (Taberani)[/BILGI]​
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Rabbimiz Meâlen şöyle buyurmaktadır.

Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.Enfal 28.

Evet arkadaşlar Ayet-i Kerimeden de anlaşıldığı gibi, bizim en büyük imtihanımız malımız ve evladımızdır.
Aslında hayatımız bir imtihandır. Bu hayatımızı devam ettirmemiz için onlar bir sebeptir. Hadi biraz daha açalım.
Her zaman şu tabiri kullanırız veya şahit oluruz.
"Dünya bir imtihan dünyasıdır - İmtihan yeridir"
Rabbimiz bazı kişilere evlat vermez bazı kişilere de mal vermez bu şekilde imtihan eder. Bazılarına evlat verip evlatla imtihan eder bazısına mal verip mal ile imtihan eder. Aslına bakarsak sizde takdir edersiniz ki mal ve evladın kıymetini malı ve evladı olmayan kişi en iyi şekilde bilir.
Rabbim ikisininde yokluğunu göstermesin.
Bize yakışan malın, evladın, kısaca elinde olan herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu her ikisininde de mevlamızdan olduğunu bilmek mevlamızın istediği zaman alma kudretine sahip olduğunu bilmektir, anlamaktır.
Her şey zıddı ile anlaşılır gavlinden yola çıkarak tersini ele alalım. Kişi evladı ile olan imtihanı kaybederse veya mal ile olan imtihanını kaybederse neler olabilir. Bile bile hıyanet edenlerden olursunuz. Bundan dolayı da birbirinize olan güveniniz yok olur. Kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum olursunuz. Siz kendinizden emin olamazsanız diğerleri sizden hiç emin olamazlar. O vakit emniyet ve güven büsbütün ortadan kalkar. Başınıza işte o sözü edilen büyük fitneler kopar. Bunun için Allah'a, Resulü'ne hıyanet edip de kendi kendinize hıyanet edenlerden olmayın. Gerçi mümin, mümin olmak bakımından hıyanet etmez, hainlik ve yalan müminde huy haline gelmez.
"İki özellik vardır ki, müminde huy haline gelmez, bunlar hıyanet ve yalandır." hadisi şerifinde bu iki hasletin müminde huy ve tabiat haline gelemeyeceği haber veriliyor. Ancak mümin gaflet edebilir, maişet derdiyle, mal ve evlat endişesiyle bazen böyle bir zaafa düşebilir. Böyle bir durumda biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız sırf bir fitnedir, sizin için fitneden başka bir şey değildir. Sizi meftun eder, günaha ve belaya sokabilir. Onlar böyle durumlarda birer dert ve imtihandır. Allah ise, ancak O'nun yanında büyük ecir olduğu kesindir. Ki O'nun verdiğini hiç bir kimse veremez, O'nun kazandırdığını hiç bir şey kazandıramaz. Şu halde ne mala, ne evlada, ne de başka bir şeye meftun olup da hıyanet tehlikesine düşmeyin, düşüp de o büyük ecirden mahrum kalmayın.
(Tefsir açıklaması)

Dilerseniz şu manidar kıssa ile konumuza açıklık getirelim.

Benî İsrail'den üç kişi vardı.
Biri alatenli, biri kel, biri de âmâ.
Allah bunları imtihan etmek istedi. Bu maksatla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi.
Melek önce alatenliye geldi. Ve en çok neyi seversin dedi.
Adam
Güzel bir renk, güzel bir cilt, insanları benden tiksindiren halin gitmesini dedi. Melek onu mesh etti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cilt sahibi oldu.
Melek ona tekrar sordu
Hangi mala kavuşmayı seversin
Deveye dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi.
Melek "Allah bunları sana mübarek kılsın deyip (kayboldu)
ve kel'in yanına geldi. En ziyade istediğin şey nedir dedi.
Adam Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesidir dedi.
Melek, keli elleriyle mesh etti, adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi.
Melek tekrar en çok hangi malı seversin diye sordu.
Adam sığır dedi. Hemen kendisine hâmile bir inek verildi.
Melek Allah bu sığırı sana mübarek kılsın diye dua etti
ve âmânın yanına gitti.
Ona da En çok neyi seversin diye sordu. Adam Allah’ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi dedi.
Melek onu mesh etti ve Allah da gözlerini anında iade etti.
Melek ona da En çok hangi malı seversin diye sordu.
Adam Koyun dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi.
Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı.
Çok geçmeden birinin bir vâdi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu.

Sonra melek, alatenliye, onun eski hali ve heyetine bürünmüş olarak geldi ve
Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka yardım edecek kimse yok Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni talep ediyorum Tâ ki onunla yoluma devam edebileyim dedi.
Adam ne dese iyi kardeşlerim
(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var dedi ve yardım talebini reddetti.
Melek de sanki seni tanıyor gibiyim Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin Allah sana (sıhhat ve mal) verdi dedi.
Ama adam (Çok konuştun) Ben bu malı büyüklerimden tevârüs ettim diyerek onu tersledi.
Melek de Eğer yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin dedi
ve onu bırakarak kel'in yanına geldi.
Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti.
Melek buna da Eğer yalancıysan Allah seni eski hâline çevirsin deyip,
Doğruca âmâ'ya uğradı. onun yanına gitti.
Buna da onun eski hali heyeti üzere (yani bir âmâ olarak) göründü. Buna da Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün, evvel Allah sonra senden başka bana yardım edecek yok Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ta ki yolculuğuma devam edebileyim dedi.
Ama cevaben
Ben de âmâ idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım dedi.
Melek de Malın hep senin olsun Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gadap edildi (ve gözden kayboldu).

Hep beraber yazımızı anlamaya çalıştık. Rabbim cümlemize anlamayı, anladıktan sonra ihlas ile amel etmeyi nasip etsin.
Bir sonraki yazımızda buluşmak ümidiyle...alinti
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
MAL VE EVLATLA İMTİHAN.....



Mekkeli bazı müslümanların hicretine, Medineli bazı müslümanların cihada çıkmasına engel olan eş ve çocukların bu davranışları üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!” (Teğabün: 14)

Dini hayata, hayır ve infaka, ahlâk ve fazilete karşı olan her davranış bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girmektedir.

Kimi eşler vardır ki kocalarının, kimi çocuklar da vardır ki babalarının düşmanıdırlar. Bu düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoymak mânâsınadır. İbâdet ve taattan meşgul ederler. Haram kazanca ve günah olan işlere sevk ederek büyük mesuliyetlere maruz bırakabilirler.

Onların sebebiyle gelmesi düşünülen dünyevî ve uhrevî zarar ve ziyanlardan kaçınmalı, dikkatli ve tedbirli olmalıdır.

Bununla beraber sakınacağız diye bunaltıp sıkmamalı, ahkâm ölçüleri dahilindeki kusurlarını bağışlamalıdır.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır:

“Affeder, kusurlarına bakmaz, günahlarını örterseniz, şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Teğabün: 14)

Eş ve çocukları baştacı edip bütün mesaisini onlara hasreden, helâl ve haram sınırlarını gözetmeden onların rahatı için gecesini gündüzüne katıp uğraşırken ibadet ve taatı terkeden, yapması gereken infak ve hayırları yapmayan, böylece Hakk’tan uzaklaşan kimseler için mal ve evlât birer fitnedir. Kalbi dünya ile meşgul ettikleri için onlara fitne denmiştir.

Ashâb-ı kiram’dan Avf bin Mâlik el-Eşcâî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de katıldığı bir savaşa gitmek isterken eşi ve çocukları sızlanıp kendilerini acındırarak onu alıkoymuşlardı. O ise bu davranışının yanlış ve hatalı olduğuna kanaat getirerek derin bir pişmanlık duymuş ve Allah-u Teâlâ ‘ya yönelerek tevbe ve istiğfarda bulunmuştu

Bu sebeple inen Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah’ın yanındadır.” (Teğabün: 15) (Bakınız, Enfâl: 28)

Bu imtihan Allah-u Teâlâ’ya itaat edenle isyan edenin bilinmesi için yapılır.
Kul bu nimetin hakkını ödeyerek şükür mü edecektir, yoksa öfkelenip âsi mi olacaktır? İmtihan sadece sıkıntı ve mahrumiyetle olmaz. Bazen bolluk ve genişlikle de olur. Mal ve evlât da bu bolluk ve genişliğin bir ifadesidir.

İşin hakikati şu ki, Allah-u Teâlâ kullarını imtihana tutmaya muhtaç değildir. Ezeli ilmi ile geçmişi de geleceği de bilir. Fakat kullarının iş ve icraatlarını ortaya koymak ve kendilerine de göstermek için, hikmetinin iktizası olarak imtihan sahnesinde bulundurmaktadır.

Dünyayı sürekli kalınacak bir yurt yapmadığını, gelip geçici süslerle ve zevklerle bezediğini, yalnızca bir imtihan yurdu kıldığını haber vermek üzere Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde olan şeylere bir ziynet verdik.” (Kehf: 7)

Mal ve mülk, evlât ve ıyâl her ne kadar dünyanın ziyneti, hayatın intizamı için gerekli ise de; ana ve babasına meşru durumlarda itaat etmeyen evlâttan, kocasına itaat etmeyen kadından daha ziyâde insan için düşman olamaz.

Çünkü itaatsiz evlât insanın gönlünü daima rencide eder, işini sekteye uğratır, huzurunu bozar. İtaatsiz ve ahlâksız bir kadın da böyledir. Dünyaca zararları yanında ahiretçe de zararları olacağında şüphe yoktur.
Şu kadar var ki hepsinin böyle olmadığı da bir gerçektir.


Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ne mallarınız ne de evlâtlarınız huzurumuzda size bir yakınlık sağlayamaz. Ancak iman edip de sâlih amel yapanlar başka.
Onların yaptıklarına karşılık kat kat mükâfât vardır. Onlar cennet odalarında huzur ve güven içindedirler.”
(Sebe: 37)

Onlara verilen nimetler hiç tükenmeyecek, mükâfâtları sonsuz olacaktır. Çünkü insan tükenecek, her an geri alınabilecek bir nimetten gönül rahatlığı ile zevk alamaz. Onlar ise her türlü sıkıntı, korku ve eziyetten yana emniyet içerisindedirler.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:


“Bak! Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır. Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsrâ: 21)

Bu fark ve değişikliğin esası, Allah-u Teâlâ’nın tercihi ve üstün tutmasıdır ve ancak O’nun iradesinin eseridir. Bunun içindir ki insan, yaptıklarının makbul olması için bütün maksatlarında ahireti tercih etmelidir.alinti
 

pendüender

Well-known member
"Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar yalnız inandık demekle hiç imtihân edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?"

"Şânım hakkı için onlardan öncekileri de imtihân ettik. Elbette Allâh, (dîn ve îmân dâvâsında) sâdık olanlarla yalancıları bilmektedir." (el-Ankebût, 1-3) buyurarak îmân ve imtihânın âdetâ içiçe olduğunu beyân eylemiştir.

Buna göre; îmân bir lutuf, imtihân da onun miyârı, kuldan istenilen sabır ve teslîmiyyetle îmânı muhâfaza ise, bir bedel mesâbesindedir. Yâni Hakk Teâlâ, verdiği lutfunun yüceliğini ve değerini idrâk ettirmek için kullarına takdîr buyurduğu imtihânlarla -onların iktidarları nisbetinde- âdetâ bir bedel taleb etmektedir. Âyet-i kerîmedeki:

"Allâh mü'minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." (et-Tevbe, 111) ifâdesi de, bu hakîkatin bir tezâhürüdür.

Dolayısıyla, rızâ-yı ilâhîyi kazanmak için, Hakk'ın istediği bedelleri (can, mal-mülk, vesâireyi) seve seve O'nun yolunda fedâ etmek, îmânın kemâline vesîledir. Mü'minlerin şu imtihân dünyâsındaki ibtilâ, mihnet ve meşakkatlerinin, âhıret kazancına bir bedel olarak kaydedildiği şüphesizdir.
 

pendüender

Well-known member
Kula verilen imtihânların hikmeti, sadece sâdıklar ve fâsıkların birbirinden ayırd edilmesi için değil, aynı zamanda kulun, günâh kirlerinden temizlenmesi içindir.

Bu sebebledir ki, zâlimlerin inananlara yaptıkları zulümler, zâhiren kahır gibi görünse de îmânını koruyabilenler için bir lutufdur.
 

pendüender

Well-known member
Eyyûb aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile oğlu vardı. Sürü sürü hayvanları, bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civarında Beseniyye mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı. Eyyûb aleyhisselâm Şam civarında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi. Onları Allahü teâlâya îmân ve ibadet etmeye çağırdı. Bu uğurda pek çok zahmet çekti. Sonra malı, evladı ve bedeni ile imtihan edildi. Eyyûb aleyhisselâm çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusur etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibadet ehline ve akıl sahiplerine örnek oldu.

Allahü teâlâ hazret-i Eyyûbu imtihan etmeyi murâd etti. Onun malarını çeşitli vesilelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgar ile telef oldu. Şeytan çoban suretinde ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi. O sırada insanlara vaaz nasihatte bulunan Eyyûb aleyhisselâma mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi. Hezret-i Eyyûb bu heber kerşısında hiç şikayette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve "Üzülme! O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü sahibi O'dur. " dedi. Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup, geri gitti.

Sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı. Bu defa hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi;"Ey Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular. " dedi. Çocuklarına olan şefkatından dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve tevekkül ederek, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi. Şeytana da: "Ey melûn!Sen İblissin. Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evladım bir emanet idi. Rabbime niçin inciniyim. Rabbime hamd ederim. " buyurdu. Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın vücuduna hastalık verdi. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabaları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi. Ona hizmetine devam edip, ihtiyaç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyûb bu halinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defa şeytan Eyyûb aleyhisselâmın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;" Onun hastalığı size geçer, onu şehrinizden çıkarın. " dedi. Şehir halkı Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîmeyi şehirden dışarı çıkardılar. Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a hizmete devam etti. Hazret-i Eyyûb, yedi yıl dert ve bela içinde kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defa insan suretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya çalıştı. Ona;" Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer. " dedi. Rahîme Hâtun ise, şeytana;" Onun üzerimdeki hakkı çoktur, ödeyemem. Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık hâlinde onu bırakamam. " dedi. Dönüşte, onları hazret-i Eyyûba anlattı. Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak, vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.

Hazret-i Eyyûbun hastalığı gittikçe şiddetlendi. Onun bu hâli beden, kalp ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu: " Bana gerçekten hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. " dedi. Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını kabûl etti. Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan;Ey Eyyûb!Belâ verdim sabrettin. Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim. " haberini getirdi. Allahü teâlâ;"(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç. " (Sâd sûresi: 42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak sudan gusl edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Kuvveti geri geldi. Taze bir genç oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti. Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti. Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sual: Çocuk, hanım ve mala fitne denir mi? Fitne ne demektir?
CEVAP
Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela, düşman ve daha başka manalara da gelir. Mal, hanım ve çocuklar hayırlı olmazsa bela olur, fitne olur. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, beni sevenlere, hayırlı mal ver! Bana düşmanlık edenlere de çok mal, çok evlat ver!) [İbni Asakir]

Çocuğu ve malı olan imtihan içindedir. İmtihanı kazanamazsa başı belaya girer, Cehenneme gider. Mal, çocuk ve hanım, cihad, namaz gibi ibadetlerden alıkoyabilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey iman edenler, hanımlarınız ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının!) [Tegabün 14]

(Mallarınız ve çocuklarınız sizin için elbette bir fitnedir.)
[Tegabün 15]
Buradaki fitne de imtihan ve benzeri manalardadır.

İnsan, genel olarak malını iyi yolda kullanmaz. Bu bakımdan malı kendisi için düşman olmuş olur. Aslında mal, kılıç gibi bir nimettir. İyi kullanılmazsa sahibini keser. Evlat da, bir nimet iken, iyi terbiye edilmezse, ana-babaları ile birlikte Cehenneme gider. Nimet, düşman olmuş olur. Çoğunluk bu imtihanı kazanmadığı için, mala, hanıma ve evlada fitne, düşman gibi tabirler kullanılmıştır.
 

pendüender

Well-known member
İmtihan dünyasında olduğumuzu ve herşeyin imtihan üzerine yaratılıdğını çocuk ,eş v.s herşeyin Allahtan gelip tekrar O'na döneceğine iman edersek ve Allaha sığınırsak inanıyorumki Rabbimiz imtihanın sonunu hayır eylecektir ...


Küllü nefsin zâikatul mevt,, her nefis ölümü tadacaktır...(Ali İmran/185)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmtihan dünyasında olduğumuzu ve herşeyin imtihan üzerine yaratılıdğını çocuk ,eş v.s herşeyin Allahtan gelip tekrar O'na döneceğine iman edersek ve Allaha sığınırsak inanıyorumki Rabbimiz imtihanın sonunu hayır eylecektir ...

Küllü nefsin zâikatul mevt,, her nefis ölümü tadacaktır...(Ali İmran/185)

Rabbim razı ve memnun olsun pendüender kardeşim güzel paylaşımlarda bulunmuşsun.Rabbim , imtihanı hakkıyla verenlerden olmayı nasip etsin cümlemize inşallah.Dua ile..
 

pendüender

Well-known member
Vefâyât adlı eserinde İbn-i Hallikān, şu hâdiseyi nakletmektedir:

"Urve bin Zübeyr -radıyallâhü anh-, oğlu Muhammed ile birlikte, Halîfe Velid bin Abdülmelik'i ziyaret maksadıyla Medîne'den Şam'a gitmişti. Oraya vardıklarında çok sevdiği oğlu Muhammed, bir ara hayvanların bakımı için ahıra girdi. Lâkin serkeş bir hayvanın kendisine attığı fecî tekme neticesinde hemen orada vefat etti.

Bu elîm kazânın üzerinden henüz bir müddet geçmişti ki, Urve -radıyallâhü anh-'ın ayağında kangren hastalığı zuhûr etti. Bunu haber alan Halîfe Velid bin Abdülmelik, Urve bin Zübeyr'e ayağının kesilmesinin zarûrî olduğunu, aksi takdirde hastalığın bütün vücuduna yayılabileceğini söyledi. O da, ilâhî takdîre büyük bir rızâ ve teslîmiyet içerisinde bunu kabul etti. Bunun üzerine derhal, Urve'nin ayağını kesmesi için mâhir bir cerrah çağrıldı. Gelen cerrah, yapacağı ameliyatın çok fazla ıztırap vereceğini, bu sebeple hastanın narkoze edilmesi gerektiğini ifâde ettikten sonra Urve Hazretleri'ne:

«‒Efendim! Müsâadeniz olursa ayağınız kesilirken acı hissetmemeniz için size bir miktar şarap içirelim?» teklifinde bulundu.

Urve -radıyallâhü anh- ise, bu suâl karşısında hayretle cerrahın yüzüne baktı ve takvâ ile yoğrulmuş engin gönül iklîminden diline şimşek hızıyla şu sözler akın etti:

«‒Velev ki hastalıktan kurtulmak için bile olsa, Allâh'ın haram kıldığı bir şeyi aslâ kullanmam!» Cerrah, aldığı kesin cevap üzerine bu defâ:

«‒Efendim! O hâlde uygun görürseniz sizi uyutacak bir ilaç verelim.» teklifinde bulundu. Urve -radıyallâhü anh-:

«‒Hem bir uzvum kesilirken acısını hissetmeyeceğim, hem de Cenâb-ı Hak'tan onun ecrini isteyeceğim, öyle mi? Böyle bir şeye nasıl râzı olabilirim!» diyerek bunu da kabul etmedi.

Bu defa odaya birkaç kişi girdi. O:

«‒Bunlar da kimdir? Niçin geldiler?» diye sorunca cerrah:

«-Efendim! Ayağınız kesilirken kimi zaman acı dayanılmaz olacaktır. Bu gelenler, sizi bu esnâda tutmak için geldiler.» dedi. Bunun üzerine Urve --radıyallâhü anh-- cerraha:

«‒İnşâallah sabreder, size de güçlük çıkarmam!" dedi ve gelenlere teşekkür edip onları gönderdi.

Cerrah, bunun üzerine ameliyatına başladı. Önce topuğu bıçakla kesti. Bıçak kemiğe dayanınca da testere ile kesme işine devam etti. Urve bin Zübeyr Hazretleri ise, ameliyatının sonuna kadar büyük bir teslîmiyet, tevekkül ve Hakk'a rızâ hâlinde, dâimâ tehlil ve tekbir getirerek, لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ واللّٰهُ أَكْبَرُ dedi ve sabretti.

Ayağın kesilmesi tamamlandıktan sonra, kesilen yer, kızdırılan zeytinyağı ile dağlandı. Urve -radıyallâhü anh-, bu esnâda çektiği büyük ıztırap neticesinde daha fazla dayanamayıp bayıldı. Ayıldığında yüzündeki teri silerek şu âyet-i kerîmeyi okudu:

«...Hakikaten şu yolculuğumuz sebebiyle başımıza (epeyce) sıkıntı geldi!» (el-Kehf, 62)

Daha sonra ayağını doktorların elinde görünce onu istedi, eline alıp kesik ayağını evirip çevirdi ve onunla şöyle konuştu:

«‒Beni sana taşıttıran Zât'a yemin ederim ki, bu ayağım -çok şükür- hiçbir zaman harama gitmemiş ve ona yönelmemiştir.»"

Mal, mülk, makam ve mevkîden, evlât, sıhhat ve cana kadar, sahip olduğu bütün nîmetlerin, hakîkatte Cenâb-ı Hakkʼın bir lûtfu ve emâneti olduğu şuuruyla yaşayan bir müʼmin, -tıpkı Urve bin Zübeyr -radıyallâhü anh- gibi- ilâhî bir imtihan tecellîsi olarak mâruz kaldığı her türlü çile ve musibete karşı, takvâsı ölçüsünde sabr-ı cemîl sergiler.

Kâmil mü'minler, Allâhʼın kendileri hakkında takdîr ettiği bir hâlden şikâyetçi olmaktan son derece teeddüp ederler. Feryat, isyan, şikâyet ve sızlanmayı unuturlar. Zira onlar bilirler ki, böyle anlar, imtihan yurdu olan şu fânî âlemde gönüllerin kontrolden geçirildiği nâzik zaman dilimleridir.
 

pendüender

Well-known member
"...Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (el-Bakara, 216)

Hayatın med-cezirleri, değişen şartları ve acı-tatlı sürprizleri karşısında metânet ve muvâzeneyi koruyup "Allâhʼım, Sana her hâlükârda hamd ü senâlar olsun!" diyebilmek, rızâ makamında, güzel bir kul olabilme mahâretidir. Nitekim hayat ve ölüm, âyette bildirildiği üzere kimin güzel davranacağını sınamak için yaratılmıştır. (bkz. el-Mülk, 2)
 

pendüender

Well-known member
İbn-i Hallikān, eserinde naklettiği rivâyetine şöyle devam eder:

"Bu sene Şam'a Absoğulları'ndan bâzı kimseler gelmişti. Aralarında âmâ biri de vardı. Halîfe Velid ona gözlerini neden kaybettiğini sordu. O da şu cevabı verdi:

«‒Ey müʼminlerin emîri! Bir gün bir vâdide geceledim. Absoğulları'ndan hiçbirinin benim kadar malı yoktu. Gece uğradığımız bir sel baskını, bir deve ve yeni doğmuş bir bebek dışında âile fertlerimin ve malımın hepsini alıp götürdü. Deve de bu sırada kaçıp uzağa gitmişti. Çocuğu bırakıp devenin peşine düştüm. Pek fazla gitmemiştim ki çocuğumun feryatlarını duydum. Bir kurt, yavrumun başını ağzına almış yiyordu! Onu kurtaramadım. Sonra devenin peşine düştüm, ona yetiştiğimde deve yüzüme öyle bir tekme attı ki, iki gözüm de kör oldu. İşte neticede gördüğün gibi ne malım, ne çocuklarım, ne de gözlerim kaldı.»

Bunun üzerine Velid bin Abdülmelik:

«‒Bu zâtı Urve bin Zübeyr'e götürün de insanlar arasında ondan daha büyük belâlara dûçâr olanlar bulunduğunu görsün!» dedi.

Urve -radıyallâhü anh- Medîne-i Münevvere'ye dönünce:

«Ey Rabbim! Benim iki elim, iki ayağım vardı. Ayaklarımdan birini aldın, diğerini bana bıraktın. Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Allâh'a yemin ederim ki, Sen bir şeyi alırsan, pek çok nîmet lûtfedersin; bir defa iptilâ verirsen, çoğu zaman âfiyette kılarsın!» diye duâ ederek Cenâb-ı Hakk'a hamd ve şükürler etti.
 

pendüender

Well-known member
Fahr-i Kâinât Efendimiz, mü'minlerin bir musîbet ve darlık zamanında ümitsizlik ve isyâna düşmeyip Allah Teâlâ'ya tevekkül ve niyazda bulunmalarını da şöyle tavsiye etmişlerdir:

"Kendisine bir musîbet gelen müslüman, Allâh'ın emrettiği:

«Biz Allâh'a âidiz ve ancak O'na döneceğiz. Allâh'ım! Bana bu musîbetten dolayı ecir ver ve bana bundan daha hayırlısını ihsân eyle!» derse, Allah o musîbeti alır ve mutlakâ daha hayırlısını verir." (Müslim, Cenâiz, 3)
 

Muvahhid1

Well-known member
İnananların dünyada yaşadıkları imtihan konularının neler olabileceği ve bunlar esnasında gösterdikleri güzel tavır Kuran'da şu şekilde tarif edilmiştir:

“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.” (Bakara Suresi, 155-157)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Mekkeli bazı müslümanların hicretine, Medineli bazı müslümanların cihada çıkmasına engel olan eş ve çocukların bu davranışları üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!” (Teğâbûn: 14)

Dini hayata, hayır ve infaka, ahlâk ve fazilete karşı olan her davranış bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girmektedir.

Kimi eşler vardır ki kocalarının, kimi çocuklar da vardır ki babalarının düşmanıdırlar. Bu düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoymak mânâsınadır. İbâdet ve taatten meşgul ederler. Haram kazanca ve günah olan işlere sevk ederek büyük mesuliyetlere maruz bırakabilirler.

Onların sebebiyle gelmesi düşünülen dünyevî ve uhrevî zarar ve ziyanlardan kaçınmalı, dikkatli ve tedbirli olmalıdır. Bununla beraber sakınacağız diye bunaltıp sıkmamalı, ahkâm ölçüleri dahilindeki kusurlarını bağışlamalıdır.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır:

“Affeder, kusurlarına bakmaz, günahlarını örterseniz, şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Teğâbûn: 14)

Eş ve çocukları baştacı edip bütün mesaisini onlara ayıran, helâl ve haram sınırlarını gözetmeden onların rahatı için gecesini gündüzüne katıp uğraşırken ibadet ve taatı terkeden, yapması gereken infak ve hayırları yapmayan, böylece Hakk’tan uzaklaşan kimseler için mal ve evlat birer fitnedir. Kalbi dünya ile meşgul ettikleri için onlara fitne denmiştir.

Avf bin Mâlik el-Eşcâî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de katıldığı bir savaşa gitmek isterken eşi ve çocukları sızlanıp kendilerini acındırarak onu alıkoymuşlardı. O ise bu davranışının yanlış ve hatalı olduğuna kanaat getirerek derin bir pişmanlık duymuş ve Allah-u Teâlâ’ya yönelerek tevbe ve istiğfarda bulunmuştu.

Bu sebeple inen Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.” (Teğâbûn: 15) (Bakınız: Enfâl: 2
icon_cool.gif


Bu imtihan Allah-u Teâlâ’ya itaat edenle isyan edenin bilinmesi için yapılır.

Kul bu nimetin hakkını ödeyerek şükür mü edecektir, yoksa öfkelenip âsi mi olacaktır? İmtihan sadece sıkıntı ve mahrumiyetle olmaz. Bazen bolluk ve genişlikle de olur. Mal ve evlât da bu bolluk ve genişliğin bir ifadesidir.

İşin hakikati şu ki, Allah-u Teâlâ kullarını imtihana tutmaya muhtaç değildir. Ezeli ilmi ile geçmişi de geleceği de bilir. Fakat kullarının iş ve icraatlarını ortaya koymak ve kendilerine de göstermek için, hikmetinin iktizası olarak imtihan sahnesinde bulundurmaktadır.

Mal ve mülk, evlât ve iyâl her ne kadar dünyanın ziyneti, hayatın intizamı için gerekli ise de; ana ve babasına meşru durumlarda itaat etmeyen evlattan, kocasına itaat etmeyen kadından daha ziyade insan için düşman olamaz.

Çünkü itaatsiz evlât insanın gönlünü daima rencide eder, işini sekteye uğratır, huzurunu bozar. İtaatsiz ve ahlâksız bir kadın da böyledir. Dünyaca zararları yanında âhiretçe de zararları olacağında şüphe yoktur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dünya imtihan yurdudur. Allah bu yurtta kullarını imtihan eder ve bundan kurtuluş yoktur. Bu öyle bir fitnedir ki insan oğlu başına gelen her halde bununla karşılaşır. Bununla ilgili ayet ve hadislerd e deliller vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:


1- Hayır ve şerle imtihan:

"Biz sizi sınamak için şerre de, hayra da mübtela kılıyoruz." (145).
îbn Abbas (r. a.): "Biz sizi şerre de, hayra da mübtela kılıyoruz" ayetindek i şer ve hayrı şöyle tefsir ediyor: "Biz sizi sınamak için sıkıntıyla, bollukla, sağlıkla, hastalıkla, zenginlik le, fakirlikl e, helalla, naramla, itaatle, isyanla, hidayetle, dalaletle mübtela kılıyoruz." (146).
İnsanı hayırla imtihan ediyor ki şükrünü yerine getirecek mi diye?


2- Mal ve evlatla imtihan:

"Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihan vesilesid ir. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır." (147) .
Ibni Kesir şöyle diyor: "Mallar ve evlatlar fitnedir. Yani Cenabı Hak tarafından kullarından hangisini n itaatkâr, hangisini n isyankar olduğunu ortaya koymak için bir imtihan vesilesid ir." (148).
Çocuğun imtihan vesilesi olduğunu ifade eden şöyle bir hadis-i şerif vardır: Rasululla h (s.a.v.) mescidde, Ashabına hitabeder ken torunları Hasan ve Hüseyin (r. a.) sırtlarında birer gömlek kah yürüyerek, kah düşerek geldiler. Rasululla h (s.a.v.) minberden indi, onları kucağına aldı, minberde önüne oturtarak şöyle buyurdu:


"Şu iki küçüğü gördüm ki kah yürüyorlar kah düşüyorlardı. Sabredeme dim, sözümü kestim ve onları minbere çıkarttım." (149).
îbni Mes'ud (r.a.) den: "Sizden biriniz, Allah'ım, fitneden sana sığınırım" demesin. Çünkü sizden fitneyi ihtiva etmeyen hiçbir kimse yoktur ve Cenabı Hak şöyle buyurmakt adır;
"Muhakkak mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihan vesilesi (fitne) dir." Bu durumda hanginiz fitneye götüren şeylerden Allah 'a sığınabilirse sığınsın." (150). «


(145) Kur'an-ı Kerim, Enbiya, 35
(146) Taberi, Câmiu'l-Beyan, 17/25
(147) Kur'an-ı Kerim, Teğabün, 15
(148) Ibni Kesir, Tefsiru'l-Kur'an-ı Azim, 4/376
(149) Ahmed b. Hanbel ve Sünen Sahipleri, Büreyde (r.a.) den. Elbani, Tahrici
Sahihi't-Camii's-Sağir, 3/239. Tahrici sahihi Ebi Davud, hadis no: 1016 ;
(150) İbnü'i-Kayyim, Iğâsetü'l-Lehfan, 2/160 ' j]
 

garp

Active member
Mal ve Evlâtla İmtihan:

Mekkeli bazı müslümanların hicretine, Medineli bazı müslümanların cihada çıkmasına engel olan eş ve çocukların bu davranışları üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!” (Teğabün: 14)

Dini hayata, hayır ve infaka, ahlâk ve fazilete karşı olan her davranış bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girmektedir.

Kimi eşler vardır ki kocalarının, kimi çocuklar da vardır ki babalarının düşmanıdırlar. Bu düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoymak mânâsınadır. İbâdet ve taattan meşgul ederler. Haram kazanca ve günah olan işlere sevk ederek büyük mesuliyetlere maruz bırakabilirler.

Onların sebebiyle gelmesi düşünülen dünyevî ve uhrevî zarar ve ziyanlardan kaçınmalı, dikkatli ve tedbirli olmalıdır.

Bununla beraber sakınacağız diye bunaltıp sıkmamalı, ahkâm ölçüleri dahilindeki kusurlarını bağışlamalıdır.

Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyurulmaktadır:

“Affeder, kusurlarına bakmaz, günahlarını örterseniz, şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Teğabün: 14)

Eş ve çocukları baştacı edip bütün mesaisini onlara hasreden, helâl ve haram sınırlarını gözetmeden onların rahatı için gecesini gündüzüne katıp uğraşırken ibadet ve taatı terkeden, yapması gereken infak ve hayırları yapmayan, böylece Hakk’tan uzaklaşan kimseler için mal ve evlât birer fitnedir. Kalbi dünya ile meşgul ettikleri için onlara fitne denmiştir.

Ashâb-ı kiram’dan Avf bin Mâlik el-Eşcâî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in de katıldığı bir savaşa gitmek isterken eşi ve çocukları sızlanıp kendilerini acındırarak onu alıkoymuşlardı. O ise bu davranışının yanlış ve hatalı olduğuna kanaat getirerek derin bir pişmanlık duymuş ve Allah-u Teâlâ ‘ya yönelerek tevbe ve istiğfarda bulunmuştu

Bu sebeple inen Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah’ın yanındadır.” (Teğabün: 15) (Bakınız, Enfâl: 28)

Bu imtihan Allah-u Teâlâ’ya itaat edenle isyan edenin bilinmesi için yapılır.

Kul bu nimetin hakkını ödeyerek şükür mü edecektir, yoksa öfkelenip âsi mi olacaktır? İmtihan sadece sıkıntı ve mahrumiyetle olmaz. Bazen bolluk ve genişlikle de olur. Mal ve evlât da bu bolluk ve genişliğin bir ifadesidir.

İşin hakikati şu ki, Allah-u Teâlâ kullarını imtihana tutmaya muhtaç değildir. Ezeli ilmi ile geçmişi de geleceği de bilir. Fakat kullarının iş ve icraatlarını ortaya koymak ve kendilerine de göstermek için, hikmetinin iktizası olarak imtihan sahnesinde bulundurmaktadır.

Dünyayı sürekli kalınacak bir yurt yapmadığını, gelip geçici süslerle ve zevklerle bezediğini, yalnızca bir imtihan yurdu kıldığını haber vermek üzere Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde olan şeylere bir ziynet verdik.” (Kehf: 7)

Mal ve mülk, evlât ve ıyâl her ne kadar dünyanın ziyneti, hayatın intizamı için gerekli ise de; ana ve babasına meşru durumlarda itaat etmeyen evlâttan, kocasına itaat etmeyen kadından daha ziyâde insan için düşman olamaz.

Çünkü itaatsiz evlât insanın gönlünü daima rencide eder, işini sekteye uğratır, huzurunu bozar. İtaatsiz ve ahlâksız bir kadın da böyledir. Dünyaca zararları yanında ahiretçe de zararları olacağında şüphe yoktur.

Şu kadar var ki hepsinin böyle olmadığı da bir gerçektir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ne mallarınız ne de evlâtlarınız huzurumuzda size bir yakınlık sağlayamaz. Ancak iman edip de sâlih amel yapanlar başka.

Onların yaptıklarına karşılık kat kat mükâfât vardır. Onlar cennet odalarında huzur ve güven içindedirler.” (Sebe: 37)

Onlara verilen nimetler hiç tükenmeyecek, mükâfâtları sonsuz olacaktır. Çünkü insan tükenecek, her an geri alınabilecek bir nimetten gönül rahatlığı ile zevk alamaz. Onlar ise her türlü sıkıntı, korku ve eziyetten yana emniyet içerisindedirler.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Bak! Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır. Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsrâ: 21)

Bu fark ve değişikliğin esası, Allah-u Teâlâ’nın tercihi ve üstün tutmasıdır ve ancak O’nun iradesinin eseridir. Bunun içindir ki insan, yaptıklarının makbul olması için bütün maksatlarında ahireti tercih etmelidir. alinti
 
Üst