Hafızanın sararmış fotoğrafları
Hiç tarih okur muydun Diyojen?
Hayır Alparslan, okumam.
Onun için sen mağlupsun şimdi, ben galip.
Yazıya yazgılıydı tarih, Sümer ile başladı. Bizden evvelkilerin halinden ibret alalım diye insanlığın biriktirdiği en güzel rüyalardan biriydi o, ve İsa Efendimiz’in doğumuyla ölçüldü geriye ve ileriye. Beşeriyetin kaderini mazi, hâl ve istikbâl boyutunda eleyip durdu çağlar boyu. Konusu kanunlar keşfetmek değil, gelmiş ve geçmişleri anlatmaktı. Her milletin tarihi ayrı yazıldı bu yüzden. Bir zaman aralığında kimlik tespiti yaptı tarihler, ve takvimlere ayarlı kimliklerimizi verdiler bize.
Hikayeler yığını değil, ibret mihenkleriydi tarih. Hakikatler ilanihaye saptırılamasın diye intikamını hep ala geldi zalimlerden. Tanıdık sancıların ve kimsesiz iştiyakların kalkanı altında aktı zaman ve orada her ömür kendi gençliğinden vuruldu, her kefen kendi ölüsünce biçildi.
Hakkı teslim etmekti tarih; geri alınmak üzere verilmiş hayal zamanları eledi durmadan dinlenmeden. Dolunayların puslu ışığında ketenleşen düşünceleri çürüttü bazan; bazan eşi bulunmaz koleksiyonunu zulüm fotoğraflarıyla sergiledi; ve kutlu çağlarda yirmi sekiz seçilmişin gözlerinden gülümsedi varlığa.
Öykülerden çalınan bir oyundu tarih; kimisi aşk, kimisi cinayet, kimisi servet biriktiren fanilerin sahnelediği. Hayattan mı, ölümden mi kaçtığı anlaşılamayan trajedi kahramanları kâh sahte haritalarla doldurdular yelkenlerini ve kâh bir duvar kağıdına çakılı kaldı gözbebekleri. Hayalsiz ve emelsiz yaşlanan çiğdemler anlattı kış gecelerinde karlara hikayesini bir zaman ve bir zaman ağızları tülbentli testilere dolduruldu hayatlar. Sicili bozuk memurlar elinde hiç de seçmedikleri yasalarla darağaçlarına gidenlerse bir ayrı bahis.
Hiç kopya çekilemeyen hayat okulunda en zorlu sınavdı tarih; nereye yönelse yanına önce kendini alan Mansurların düşlerinde eskidi ve gülüşlerinde soldu. Türkülerin, bayrakların ve bayramların özlemlerini yitirdikleri yerde gecelerin ilmeğine suç ortağı olmuştu çakallar. Eksik yüzleriyle ayrılığa mezar kazan âşıklar hep yanlış badeleri yudumladılar. Balçıklarda ayak izleri demlenen matemli hayatlar topladı rüzgâra karşı söylenen cümleleri. Bilge yalnızlıkların derunî kalabalıklarında kentin küskün ağaçlarına ayazlar yazıldı, sancıların köhnemiş çağrılarını dindirebilmek için. Sermayesi âşık değil de aşk olan erlerin sınanmış heybetlerine acemi kuşlar kondu ve iklimlere mağlup sahralarda son buldu en güzel yolculuk.
Hakkı teslim etmekti tarih; kaldırımlarıyla sarmaş dolaş gecelerde yürekleri teslim alan kentlere yazgılı. Kahırların inzivasında Leyla’sını unutan başlarda duman, ve tutulmamak için verilen sözlerin şakağında kar. En güzel insanları alıp götürmüşse tarihler, kalbi buruk anılarda şafaklar sökmez elbet...
Yeni yüzler takınıp ruhumuzla oynayan eskiydi tarih; herkesin herkes olmak istediği, ama hiç kimse olmayı isteyen hiç kimsenin bulunmadığı... Hani müsvedde kişiliklerin baştacı, sahipkıranların zindan toprağı edildiği, ve herkesin yalnızca ve ısrarla kendini yaşamak istediği köhne dünyanın hikayesiyle doldurulan sayfalar. Eski sazlara yeni sözlerin nağme diye yazıldığı, çiğnenmiş bahçelerdeki karanfillerin anılarını tam kalbinden öperek anlattığı.
Tarih topyekûn bir medeniyetti; ve medeniyet olmadan yalnızca bir zaferler ve yenilgiler kronolojisi olmaya mahkumdu. Roma, Mısır ve Osmanlı... Sonrası yalnızca bir nakarat işte; biliyorsun.
Zalim avcıların aslanları vurduğu yerdi tarih; ve en güzel insanlar söyledi hep en güzel sözleri aslanlar gibi. Yazık ki aslanlar kendi tarihlerini yazasıya dek hep avcılar haklı çıkacaklar.
Tarih bir imtihandı ve gökkubbenin altında değişen hiçbir şey olmadı kıyafetlerden başka. Oysa bir yüzü kararırken dünyanın, gülümseyen bir çiçek açar hep öbür yüzünde.
İskender Pala