Kýrýk Testi
Well-known member
9 Mayıs 1002 tarihinde, Mekke-Medine yolu üzerindeki Guzeyye kasabasında dünyaya geldi. Soyu Kûfe civarında oturan bir Arap aşiretine dayanmaktadır.
Babası onu tahsil için hadis ilmiyle de ilgilenen Hilâl bin Abdullah et-Tîbî’ye gönderdi. On bir yaşında iken İbni Rezkuye diye bilinen hadisçi ve fıkıhçı Muhammed bin Ahmed el-Bağdâdî’den hadis dersi almaya başladı. Yirmi yaşında iken bir yıl süreyle Basra’ya ve Kûfe’ye gitti. Aynı yıl babasını kaybetti. Hadisi kendisine sevdiren hocası Berkânî, onun tek bir âlimden rivayette bulunmak için Mısır’a gitmeyi düşündüğünü öğrenince muhaddis Ebü’l-Abbas el-Esamm’ın talebelerinden hadis rivayet etmek üzere Horasan’a gitmesinin daha uygun olacağını söyledi. Hatîb de henüz yirmi üç yaşında iken muhtemelen İsfahan’a, oradan da Hemedan, Rey ve Nîşâbur’a gitti; dönüşte Dînever’e uğradı. Hatîb, Bağdat’ta bulunan âlimlerle, hadis tahsili için seyahat ettiği yerlerde karşılaştığı 1000’den fazla hocadan faydalandı ve onlardan önemli kişilerin 470 kadar eserini okudu.
Hatîb el-Bağdâdî, tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi yıldan fazla bir süre bütün vaktini Târîhu Bağdât’ı yazmaya ayırdı. Hac görevi için gittiği Mekke’de mücavir olarak bulunan Sahîh-i Buhârî’nin ünlü râvisi Kerîme binti Ahmed’den bu eseri beş günde okudu. Hac dönüşü 1054-55 yılında Şam’a uğradı, oradan Beytülmakdis’e geçerek Şamlı hadis Hâfızı Ebû Muhammed Abdülazîz bin Ahmed el-Kettânî’den hadis rivayet etti. Bir müddet Sûr’da kaldı, ardından Bağdat’a döndü. Hadis ilmindeki otoritesi yanında yazdığı eserler sayesinde büyük bir şöhrete sahip olduğu için ondan hadis öğrenmek ve eserlerini bizzat kendisinden okuyup rivayet etmek üzere Bağdat’a gelenlerden başka, dolaştığı birçok ilim merkezinde pek çok talebe kendisinden faydalandı.
Türk kumandanı Besâsîrî, Fatımî halifesinin teşvikiyle Bağdat’a girerek halifeyi makamından indirdi ve İbnü’l-Müslime’yi öldürdü (1059). Tarîhu Bağdât’ta bazı Hanbelîler aleyhinde yazdıkları sebebiyle Hatîb’e kin duyan bu mezhebin bir kısım mensupları vezirin öldürülmesini fırsat bilerek onu rahatsız etmeye başladılar. Hayatını tehlikede gören Hatîb, Nisan 1059’da Şam’a gitti. Şam’da, Emeviyye Camii’nin doğu cephesindeki minarenin altında bulunan odada ikamet ederek eser yazmaya ve bu camide ders okutmaya başladı. Onun Şam’da Ahmed bin Hanbel’in Fezâilü’s-Sahâbe’si ile İbni Rezkuye’nin Fezâilü’l-Abbâs isimli eserini okutması, Şiî Fatimîler’in idaresinde bulunan şehirdeki Rafizîler’i öfkelendirdi. Bunun üzerine Şam valisi Hatib’in öldürülmesini emretti. Sünnî olan ve bu sebeple Hatîb’e bir zarar gelmesini istemeyen emniyet müdürü, onu yakalayıp götürürken valinin büyük değer verdiği şerif Ebu’I-Kasim Ali bin İbrahim bin Ebu’l-Cin el-Alevî’nin evinin önünden geçtikleri sırada ona bu eve sığınmasını tavsiye etti. Böylece Hatib ölümden kurtuldu ve Sur şehrine gitti (Ocak 1067).
Sur’da Izzüddevle lâkabıyla anılan bir zengin, Hatib’in çalışmalarını destekledi. 1070 yılına kadar bu şehirde kaldı ve burada elli kadar eser kaleme aldığı bilinmektedir. Bağdat’ta ölmeyi arzu eden Hatib, 1070’de bu şehre döndü. 5 Eylül 1071 tarihinde Bağdat’ta vefat etti.
Hatîb’in el yazısı da çok güzeldi. Düzgün konuşur, hadisleri gür sesiyle, süratli, fakat noksansız şekilde okurdu. Vaktini boşa geçirmez, yolda yürürken bile elindeki bir cüz’ü okuyarak giderdi. Takva sahibi olduğu, hayatının hiçbir döneminde resmî göreve talip olmadığı ve bütün zamanını ilme verdiği bilinmektedir. Fıkıh sahasında çalışmalar yapmasına ve ileri gelen Şâfiî fakihlerinden biri olmasına rağmen Hatîb’in muhaddisliği fakihliğinden üstündür. Her iki ilmi de iyi bildiğinden fıkıhla hadisin yan yana gitmesi gerektiğini savunmuş, el-Fakih ve’l-mütefakkih, Nasîhatü Ehli’l-Hadis ve Şerefü Ashâbi’l-Hadis adlı eserlerinde hadis talebelerini rivayetle daha az meşgul olmaya, hadisler üzerinde düşünmeye ve onların fıkhını anlamaya teşvik etmiştir. Fıkıhla meşgul olanlara da hadise önem vermeyi ve hükümlerinde ona dayanmayı öğütlemiştir.
Babası onu tahsil için hadis ilmiyle de ilgilenen Hilâl bin Abdullah et-Tîbî’ye gönderdi. On bir yaşında iken İbni Rezkuye diye bilinen hadisçi ve fıkıhçı Muhammed bin Ahmed el-Bağdâdî’den hadis dersi almaya başladı. Yirmi yaşında iken bir yıl süreyle Basra’ya ve Kûfe’ye gitti. Aynı yıl babasını kaybetti. Hadisi kendisine sevdiren hocası Berkânî, onun tek bir âlimden rivayette bulunmak için Mısır’a gitmeyi düşündüğünü öğrenince muhaddis Ebü’l-Abbas el-Esamm’ın talebelerinden hadis rivayet etmek üzere Horasan’a gitmesinin daha uygun olacağını söyledi. Hatîb de henüz yirmi üç yaşında iken muhtemelen İsfahan’a, oradan da Hemedan, Rey ve Nîşâbur’a gitti; dönüşte Dînever’e uğradı. Hatîb, Bağdat’ta bulunan âlimlerle, hadis tahsili için seyahat ettiği yerlerde karşılaştığı 1000’den fazla hocadan faydalandı ve onlardan önemli kişilerin 470 kadar eserini okudu.
Hatîb el-Bağdâdî, tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi yıldan fazla bir süre bütün vaktini Târîhu Bağdât’ı yazmaya ayırdı. Hac görevi için gittiği Mekke’de mücavir olarak bulunan Sahîh-i Buhârî’nin ünlü râvisi Kerîme binti Ahmed’den bu eseri beş günde okudu. Hac dönüşü 1054-55 yılında Şam’a uğradı, oradan Beytülmakdis’e geçerek Şamlı hadis Hâfızı Ebû Muhammed Abdülazîz bin Ahmed el-Kettânî’den hadis rivayet etti. Bir müddet Sûr’da kaldı, ardından Bağdat’a döndü. Hadis ilmindeki otoritesi yanında yazdığı eserler sayesinde büyük bir şöhrete sahip olduğu için ondan hadis öğrenmek ve eserlerini bizzat kendisinden okuyup rivayet etmek üzere Bağdat’a gelenlerden başka, dolaştığı birçok ilim merkezinde pek çok talebe kendisinden faydalandı.
Türk kumandanı Besâsîrî, Fatımî halifesinin teşvikiyle Bağdat’a girerek halifeyi makamından indirdi ve İbnü’l-Müslime’yi öldürdü (1059). Tarîhu Bağdât’ta bazı Hanbelîler aleyhinde yazdıkları sebebiyle Hatîb’e kin duyan bu mezhebin bir kısım mensupları vezirin öldürülmesini fırsat bilerek onu rahatsız etmeye başladılar. Hayatını tehlikede gören Hatîb, Nisan 1059’da Şam’a gitti. Şam’da, Emeviyye Camii’nin doğu cephesindeki minarenin altında bulunan odada ikamet ederek eser yazmaya ve bu camide ders okutmaya başladı. Onun Şam’da Ahmed bin Hanbel’in Fezâilü’s-Sahâbe’si ile İbni Rezkuye’nin Fezâilü’l-Abbâs isimli eserini okutması, Şiî Fatimîler’in idaresinde bulunan şehirdeki Rafizîler’i öfkelendirdi. Bunun üzerine Şam valisi Hatib’in öldürülmesini emretti. Sünnî olan ve bu sebeple Hatîb’e bir zarar gelmesini istemeyen emniyet müdürü, onu yakalayıp götürürken valinin büyük değer verdiği şerif Ebu’I-Kasim Ali bin İbrahim bin Ebu’l-Cin el-Alevî’nin evinin önünden geçtikleri sırada ona bu eve sığınmasını tavsiye etti. Böylece Hatib ölümden kurtuldu ve Sur şehrine gitti (Ocak 1067).
Sur’da Izzüddevle lâkabıyla anılan bir zengin, Hatib’in çalışmalarını destekledi. 1070 yılına kadar bu şehirde kaldı ve burada elli kadar eser kaleme aldığı bilinmektedir. Bağdat’ta ölmeyi arzu eden Hatib, 1070’de bu şehre döndü. 5 Eylül 1071 tarihinde Bağdat’ta vefat etti.
Hatîb’in el yazısı da çok güzeldi. Düzgün konuşur, hadisleri gür sesiyle, süratli, fakat noksansız şekilde okurdu. Vaktini boşa geçirmez, yolda yürürken bile elindeki bir cüz’ü okuyarak giderdi. Takva sahibi olduğu, hayatının hiçbir döneminde resmî göreve talip olmadığı ve bütün zamanını ilme verdiği bilinmektedir. Fıkıh sahasında çalışmalar yapmasına ve ileri gelen Şâfiî fakihlerinden biri olmasına rağmen Hatîb’in muhaddisliği fakihliğinden üstündür. Her iki ilmi de iyi bildiğinden fıkıhla hadisin yan yana gitmesi gerektiğini savunmuş, el-Fakih ve’l-mütefakkih, Nasîhatü Ehli’l-Hadis ve Şerefü Ashâbi’l-Hadis adlı eserlerinde hadis talebelerini rivayetle daha az meşgul olmaya, hadisler üzerinde düşünmeye ve onların fıkhını anlamaya teşvik etmiştir. Fıkıhla meşgul olanlara da hadise önem vermeyi ve hükümlerinde ona dayanmayı öğütlemiştir.