GÖNÜLSIZIM
Well-known member
“Hayır” diyebilmek öğrenilen ve öğretilebilen sosyal bir beceridir. Bu sosyal becerinin eksikliği, yani “hayır” diyememek ise bir hastalıktır. Daha doğrusu psikolojik ve fizyolojik hastalıklara yol açan tehlikeli bir virüstür. Kötü gün dostu olmak elbette önemlidir. Evet diyebilmek güzeldir. Lakin sınırlarımızı aşmadan, kendimizi ve ailemizi zora düşürmeden…
Genç bir kızcağız… Yirmili yaşlarında henüz... Kibar, nazik ve alımlı! Sıcaklığı gözlerine yansıyacak kadar da samimi… Konuştukça açılıyor. Açıldıkça da, gözlerinden inci gibi yaşlar süzülüyordu. “Uyuyamıyorum. Hele aynalara hiç bakamıyorum. Yaşanmamalıydı. Mahcubum Allah’a ve kendime karşı!” derken ıslak gözlerini siliyordu. Özür diliyordu bir yandan da, gözyaşlarını tutamadığı için...
“Yüreği güzel kız, ağlamak güzeldir. Ağlayamaz her göz! Bırak aksın” dedim hiç düşünmeden. Çünkü biliyordum ki “Yaradan’ın korkusuyla -sinek başı kadar bile olsa- akan o gözyaşı” onu ötelerde yalnız bırakmayacaktı.
Muhafazakâr bir aileden geliyordu. Aşırı sert ve iletişime geçmeyen bir baba yanında, kendini çocuklarına adamış cefakâr bir anne vardı tabloda. Anne de kızı gibiydi. Kimseyi incitmemiş ve kırmamış. Lakin hep kırılmış…
İşte bu yönüyle çekmişti annesine. Sessiz, sakin, herkesi düşünen, memnun etmeye çalışan, itiraz etmeyen ve kimseyi gücendirmemek için “hayır” bile diyemeyen bir kişilik çıkmıştı ortaya. İşin ilginç yanı bu özelliği çoğu zaman da işe yaramıştı. Bilhassa da çocukluk döneminde bu yönüyle takdir ve onay almıştı çevresinden.
Çizilemeyen sınırlar
Buraya kadar her şey tamam gibi geliyor değil mi? Hatta belki de bu özelliklere sahip bir kız çocuğu kulağınıza hoş bile gelmiş olabilir. Gelin görün ki, bu tür hikâyelerin sonu hiç de hoş olmayabiliyor. Mesleğimiz icabı hayatları dinliyoruz. Çocukları, gençleri ve yetişkinleri… Pişmanlıklarını, hatalarını, artılarını ve eksilerini... Bu paylaşımlar esnasında bu sorunlara yol açan kişilik özelliklerine ya da “Hayır diyememe” gibi sosyal beceri eksikliklerinin nelere sebep olabildiğine tanık oluyoruz.
Kişi, aşırı iyi niyetinden dolayı ya kız-erkek ilişkilerinde, ya okul-iş yaşamında, ya arkadaşlık ilişkilerinde ya da evliliğinde incitilip örselenebiliyor, hatta istismar edilebiliyor. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi... Sınırlarını çizemediği için sınırları ihlal edilmeye başlanıyor. Sınırları aşmak isteyene de “Aman kırılmasın, kimsenin ağzının tadı bozulmasın” düşüncesiyle ‘Dur, hayır’ bile diyemiyor.
“Hayır” diyebilmek öğrenilen ve öğretilebilen sosyal bir beceridir. Bu sosyal becerinin eksikliği yani “hayır” diyememek ise bir hastalıktır. Daha doğrusu psikolojik ve fizyolojik hastalıklara yol açan tehlikeli bir virüstür.
Sadece bu genç kız mı hayır diyemediği için zarar gören? 45 yaşlarında bir beyefendinin kararan hayatı mesela... Arkadaşlarından biri önce yüklü bir miktar borç para istiyor. Ardından da kefil olmasını istiyor. Beyefendi kendisini çok aşan bu talebe “hayır” diyemiyor. Bile bile lades derler ya! Arkadaşının borcunu ödeyemeyeceğini bildiği halde evet diyor.
Sonunda adamcağız malını mülkünü kaybediyor. Bununla da kalmıyor, ailesi parçalanıyor, ardından da kalp krizi geçiriyor. Cenazesinde konuşuyor yakınları: “Merhum çok iyi niyetli biriydi. Ah keşke bir de hayır diyebilseydi…”
“Hayır” de, hayır dile
Kötü gün dostu olmak elbette önemlidir. Evet diyebilmek güzeldir. Lakin sınırlarımızı aşmadan, kendimizi ve ailemizi zora düşürmeden... Kendi istek, ihtiyaç ve inançlarımızdan taviz vererek, başkasının bir ihtiyacını gönüllü olarak ve seve seve nereye kadar karşılayabiliriz?
İstenilen meblağ bizi fazlasıyla aşıyorsa ve bu kişi dostumuzsa onu kırmadan da “hayır” demenin yolları var. Öte yandan yardım sadece maddiyattan mı ibaret olmalı? Esasında bazen manevi bir bakış açısını kazandıracak bir konuşma bile psikolojik olarak muhatabımızı rahatlatabilir. Dostumuzun sorununu dinleyerek, önündeki diğer seçenekleri fark etmesini ya da daha akıllıca duruma yaklaşmasını sağlayabiliriz.
İpe un sermek!
Nerede “hayır”, nerede “evet” demeli? Bazen iyi niyetli dostumuz bizden bir şeyler ister. Bazen de iyi niyetli olmayanlar ister. Bunu ayırt edebilmek çok önemli!
Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasını bilirsiniz. Bir gün aldıklarını vermeyen komşusu hocadan ip ister. Hoca önce “Kusura bakma, veremem” der. Israrı devam edince de “İpe un sermişler” diye ekler. Komşusu “Aman Hocam, hiç ipe un serilir mi?” diye talebini sürdürür. En sonunda Hoca dayanamayıp der ki “İp benim değil mi? Vermek istemeyince ipe unda serilir başka şey de…”
Biraz mizah biraz zekâ… Muhatabına mesajını ne güzel de iletiyor Nasreddin Hoca.
Akran baskısı
Bir genç “hayır” deme becerisinden yoksunsa kötü alışkanlıklara da davetiye çıkarmış oluyor. Sigara, alkol ya da uyuşturucu kullanan gençlerle yaptığımız görüşmelerde bu gençlerin reddetme becerilerinin olmadığını görüyoruz.
Doğal süreçte bir ergen arkadaş gurubu tarafından kabul edilmeye, sevilmeye, takdir edilip onaylanmaya ihtiyaç duyar. Bu yaşlarda ergen için arkadaşlarının kendisi hakkında ne düşündüğü çok önemlidir. Akran baskısı ise genci istemediği şekilde davranması için zorlayabilir. Yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi, yerinde ve zamanında hayır diyebilme becerisine sahip gençler akran baskısına maruz kalmamaktadır.
“Hayır diyememe” virüsünü çocukluk döneminde yükleyenler, annemiz ve babamızdan başkası değil! Aileler bu virüsü bilinçsizce, bunun ciddi hasarlara yol açabileceğini bilmeden çocuklarına bulaştırıyorlar.
Halbuki bir çocuğun kendini tehlikeli durumlardan, örneğin bir tacizden ya da istenmedik bir dokunma şeklinden koruyabilmesi için reddetme becerilerine sahip olması gerekmektedir.
Bu beceriyi “Gerekince hayır demelisin” diye söylemlerimizle öğretemeyiz. Bir beceriyi öğrenmek için pratiğe yani onu kullanmaya ve uygulamaya ihtiyaç vardır.
Çocuğun hayır deme hakkı
Çocuğunuz sürekli birilerini memnun etme çabası içinde mi? Olumsuz duygularını ve farklı düşüncelerini saldırganlığa vurmadan size, arkadaşlarına ve öğretmenlerine üslubuna uygun bir şekilde yansıtabiliyor mu? Size hayır dediğinde ya da itiraz ettiğinde tepkiniz ne oluyor?
Genellikle çocuklarımızın bizim gibi hissetmesini, düşünmesini ve davranmasını bekliyoruz. Bizim seçtiğimizi istediğimiz kadar yemeli. Bizim belirlediğimiz kıyafeti giymeli Bize itiraz etmemeli… Esasında çocuğumuzun bizden farklı bir birey olduğunu kabul etmeliyiz. Bir çocuk saygıyla dinlenilmeye ve kendisine söz hakkı verilmesine ihtiyaç duyar.
Geçenlerde 4.5 yaşındaki oğlum eve gelen misafir çocukla oynuyordu. Arkadaşı biraz fazlaca hareketli ve sinirli bir çocuktu. Oynarlarken oğlumun oyuncaklarından bazılarına zarar verdi. Ama yanlışlıkla değil. Bir süre sonra arkadaşı, oğlumun en sevdiği, gözü gibi sakındığı kırmızı tırı ile oynamak istediğini söyledi. Oğlum tırını arkadaşına vermek istemediğini ama kamyonuyla oynamasına izin vereceğini söyledi. Derken olay büyüdü. “Hadi oğlum versene tırını. Çok ayıp! Paylaşmak güzeldir. Üzülmesin arkadaşın, hem o misafir. Versen ne olacak” demeyi düşündüm önce. Vazgeçtim sonra. Zaten oğlum her şeyini paylaşıyordu. Ama arkadaşının dikkatsizce oynayıp zarar verme ihtimalini tahmin etmişti. Yanı sıra bizim ona ikinci bir tır alamayacağımızı biliyordu. Sonuçta “hayır” deyip, hassas bir oyuncak olan kırmızı tırını vermemekte haklıydı. Müdahale etmedim. Bir süre sonra bir ses geldi odasından. Kamyon kırılmıştı…
Evet demeyi de öğrenmek…
“Diyelim ki iyi bir kazancınız var. Yanınızda çalıştırdığınız kişinin de performansı yüksek ama maaşı düşük. Sizden zam istiyor. Maaşında birazcık iyileştirme yapıyorsunuz. Fakat bu yetersiz zamdan çalışanınız hiç de memnun değil!”
Kim haklı ve ne yapılmalı? İşin sırrı, kendi haklarımızı gözetirken başkalarının haklarına da tecavüz etmemek… Ne güzel de dile getirilmiş “Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın.” Denge ve adalet istiyorsanız, alın elinize bir mizan ve tartın. Mizan sürekli kimden yana ağır basıyor?
“Hep bana hep bana, ya Rabbena” diyerek sağlıklı ilişkiler kuramayız. Eğer mizan sürekli bizden yana ağır basıyorsa “evet” demeyi öğrenmeli, muhatabımızın isteklerine, ihtiyaçlarına ve duygularına kulak vermeliyiz. Başkalarının da hakları olduğunu unutmamalıyız. Eğer mizan sürekli muhatabımızdan yana ağır geliyorsa, “hayır” demeyi öğrenme zamanı gelmiştir.
Tamiri olmayan patlamalar
Bir talebi reddederek, bir düşünceyi onaylamayarak risk aldığımız doğru. Lakin herkesi memnun etmemiz mümkün değil. “Herkes tarafından kabul görmeliyim ve sevilmeliyim” şeklinde bir inancınız varsa, gerçekten hissettiğiniz ve düşündüğünüz gibi davranamazsınız. Muhatabınızdan farklı düşünüyor olsanız dahi ifade edemezsiniz. Ortaya çıkan siz değil, başka biridir.
Sürekli içinize attığınız bu olumsuz duygular zamanla birikir. Ya yavaş yavaş elinizi ayağınızı çeker, uzaklaşırsınız o kişiden ya da bir gün patlarsınız. Hem de hiç ummadığınız bir mekân ve zamanda… İşte bu patlayış, hem size hem de ilişkinize tamiri olmayan zararlar verebilir.
Sessiz çığlıkların, yerinde ve zamanında sesli “HAYIR”a dönüşebilmesi temennisiyle…
Hayır diyememe hastalığından kurtulmak için 9 yol
1. Önce anlamak sonra anlaşılmak! Muhatabınızı saygıyla dinleyin. Konuşmasını tamamlamasını bekleyin. Sözünü kesmeyin
2. Anlaşılabilmek için, dürüst, açık, net ve kararlı olun. İletişim esnasında saklambaç oynamayın. Yalnız dikkat edin! Ne şiş yansın, ne de kebap! Kırmadan, incitmeden nezaket içinde bu mesajı verebilmek de maharet; yoksa saldırganca öfkeyle ve kaba bir şekilde hayır demek de değil.
3. Cevabınız vermeden önce zaman isteyin. Kendinizi o an iyi ifade edemeyeceğinizi ya da olumsuz bir cevap vermekte çok zorlanacağınızı düşünüyorsanız; durun ve konu hakkında düşünmek için zaman isteyin. Böylelikle reddetme kararınızın gerekçelerini tespit etmek için fırsatınız olur.
4. Beden dilinizle de hayır deyin. Muhatabınızın gözlerinin içine bakarak kararlı bir ses tonuyla konuşun. Ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de önemli. Bedeniniz siz konuşurken ne diyor? Gözleriniz, duruşunuz ve ses tonumuz söylediklerinizle uyumlu mu?
5. Reddettiğiniz kişinin büyük bir hayal kırıklığına uğradığını seziyorsanız, serinkanlılığınızı muhafaza edin, mümkünse bulunduğunuz ortamı değiştirin.
6. Beyin jimnastiği yapın. Geçen hafta kaç kez “evet” dediğinizi listeleyin. Sizden istenen talepler karşısında tepkinizi ve sonraki durumunuzu irdeleyin. Tamam dediğiniz şeylerden ötürü kendinize kızgın mısınız? Darılmış, gücenmiş ya da içerlemiş hissediyor musunuz? Maddi ya da manevi kayıplarınız var mı? Değerlendirin.
7. Yalana başvurmadan empatik ve sempatik bir şekilde de hayır deyin. Yalnız dikkat! Bazen uzun açıklamalar sınırlarımızın test edilmesine imkân tanır. Karar sizin!
“Keşke yapabilsem. Ama prensip olarak kimsenin arabasını ödünç almam ve kendi arabamı da ödünç vermem.”
“Bugün Ayşe’ye bakamayacağım için üzgünüm. Şu an çocuğunu bırakacağın bir yer bulmanın zor olacağının farkındayım ama bizim bugün için çok önceden kararlaştırılmış bir planımız var.”
8. Bir öneri ya da alternatif sunabilirsiniz. Örneğin istenen şeyi gerçekten yapmak istiyor ama zamanınız müsait değilse, “Şu an bunu yapamam ama şu şartlar altında gelecek hafta yapabilirim” gibi…
9. İçsel konuşmanızı değiştirin. Hayır dediğiniz için kötü ve bencil bir insan olduğunuzu düşünüyorsanız bu hastalığa yakalanma ihtimaliniz yüksektir. Size “hayır” dedirtmeyen irrasyonel ve işlevsel olmayan düşüncelerinizi ve beklentilerinizi masaya yatırın.
Berrin Göncü Işıkoğlu
Genç bir kızcağız… Yirmili yaşlarında henüz... Kibar, nazik ve alımlı! Sıcaklığı gözlerine yansıyacak kadar da samimi… Konuştukça açılıyor. Açıldıkça da, gözlerinden inci gibi yaşlar süzülüyordu. “Uyuyamıyorum. Hele aynalara hiç bakamıyorum. Yaşanmamalıydı. Mahcubum Allah’a ve kendime karşı!” derken ıslak gözlerini siliyordu. Özür diliyordu bir yandan da, gözyaşlarını tutamadığı için...
“Yüreği güzel kız, ağlamak güzeldir. Ağlayamaz her göz! Bırak aksın” dedim hiç düşünmeden. Çünkü biliyordum ki “Yaradan’ın korkusuyla -sinek başı kadar bile olsa- akan o gözyaşı” onu ötelerde yalnız bırakmayacaktı.
Muhafazakâr bir aileden geliyordu. Aşırı sert ve iletişime geçmeyen bir baba yanında, kendini çocuklarına adamış cefakâr bir anne vardı tabloda. Anne de kızı gibiydi. Kimseyi incitmemiş ve kırmamış. Lakin hep kırılmış…
İşte bu yönüyle çekmişti annesine. Sessiz, sakin, herkesi düşünen, memnun etmeye çalışan, itiraz etmeyen ve kimseyi gücendirmemek için “hayır” bile diyemeyen bir kişilik çıkmıştı ortaya. İşin ilginç yanı bu özelliği çoğu zaman da işe yaramıştı. Bilhassa da çocukluk döneminde bu yönüyle takdir ve onay almıştı çevresinden.
Çizilemeyen sınırlar
Buraya kadar her şey tamam gibi geliyor değil mi? Hatta belki de bu özelliklere sahip bir kız çocuğu kulağınıza hoş bile gelmiş olabilir. Gelin görün ki, bu tür hikâyelerin sonu hiç de hoş olmayabiliyor. Mesleğimiz icabı hayatları dinliyoruz. Çocukları, gençleri ve yetişkinleri… Pişmanlıklarını, hatalarını, artılarını ve eksilerini... Bu paylaşımlar esnasında bu sorunlara yol açan kişilik özelliklerine ya da “Hayır diyememe” gibi sosyal beceri eksikliklerinin nelere sebep olabildiğine tanık oluyoruz.
Kişi, aşırı iyi niyetinden dolayı ya kız-erkek ilişkilerinde, ya okul-iş yaşamında, ya arkadaşlık ilişkilerinde ya da evliliğinde incitilip örselenebiliyor, hatta istismar edilebiliyor. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi... Sınırlarını çizemediği için sınırları ihlal edilmeye başlanıyor. Sınırları aşmak isteyene de “Aman kırılmasın, kimsenin ağzının tadı bozulmasın” düşüncesiyle ‘Dur, hayır’ bile diyemiyor.
“Hayır” diyebilmek öğrenilen ve öğretilebilen sosyal bir beceridir. Bu sosyal becerinin eksikliği yani “hayır” diyememek ise bir hastalıktır. Daha doğrusu psikolojik ve fizyolojik hastalıklara yol açan tehlikeli bir virüstür.
Sadece bu genç kız mı hayır diyemediği için zarar gören? 45 yaşlarında bir beyefendinin kararan hayatı mesela... Arkadaşlarından biri önce yüklü bir miktar borç para istiyor. Ardından da kefil olmasını istiyor. Beyefendi kendisini çok aşan bu talebe “hayır” diyemiyor. Bile bile lades derler ya! Arkadaşının borcunu ödeyemeyeceğini bildiği halde evet diyor.
Sonunda adamcağız malını mülkünü kaybediyor. Bununla da kalmıyor, ailesi parçalanıyor, ardından da kalp krizi geçiriyor. Cenazesinde konuşuyor yakınları: “Merhum çok iyi niyetli biriydi. Ah keşke bir de hayır diyebilseydi…”
“Hayır” de, hayır dile
Kötü gün dostu olmak elbette önemlidir. Evet diyebilmek güzeldir. Lakin sınırlarımızı aşmadan, kendimizi ve ailemizi zora düşürmeden... Kendi istek, ihtiyaç ve inançlarımızdan taviz vererek, başkasının bir ihtiyacını gönüllü olarak ve seve seve nereye kadar karşılayabiliriz?
İstenilen meblağ bizi fazlasıyla aşıyorsa ve bu kişi dostumuzsa onu kırmadan da “hayır” demenin yolları var. Öte yandan yardım sadece maddiyattan mı ibaret olmalı? Esasında bazen manevi bir bakış açısını kazandıracak bir konuşma bile psikolojik olarak muhatabımızı rahatlatabilir. Dostumuzun sorununu dinleyerek, önündeki diğer seçenekleri fark etmesini ya da daha akıllıca duruma yaklaşmasını sağlayabiliriz.
İpe un sermek!
Nerede “hayır”, nerede “evet” demeli? Bazen iyi niyetli dostumuz bizden bir şeyler ister. Bazen de iyi niyetli olmayanlar ister. Bunu ayırt edebilmek çok önemli!
Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasını bilirsiniz. Bir gün aldıklarını vermeyen komşusu hocadan ip ister. Hoca önce “Kusura bakma, veremem” der. Israrı devam edince de “İpe un sermişler” diye ekler. Komşusu “Aman Hocam, hiç ipe un serilir mi?” diye talebini sürdürür. En sonunda Hoca dayanamayıp der ki “İp benim değil mi? Vermek istemeyince ipe unda serilir başka şey de…”
Biraz mizah biraz zekâ… Muhatabına mesajını ne güzel de iletiyor Nasreddin Hoca.
Akran baskısı
Bir genç “hayır” deme becerisinden yoksunsa kötü alışkanlıklara da davetiye çıkarmış oluyor. Sigara, alkol ya da uyuşturucu kullanan gençlerle yaptığımız görüşmelerde bu gençlerin reddetme becerilerinin olmadığını görüyoruz.
Doğal süreçte bir ergen arkadaş gurubu tarafından kabul edilmeye, sevilmeye, takdir edilip onaylanmaya ihtiyaç duyar. Bu yaşlarda ergen için arkadaşlarının kendisi hakkında ne düşündüğü çok önemlidir. Akran baskısı ise genci istemediği şekilde davranması için zorlayabilir. Yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi, yerinde ve zamanında hayır diyebilme becerisine sahip gençler akran baskısına maruz kalmamaktadır.
“Hayır diyememe” virüsünü çocukluk döneminde yükleyenler, annemiz ve babamızdan başkası değil! Aileler bu virüsü bilinçsizce, bunun ciddi hasarlara yol açabileceğini bilmeden çocuklarına bulaştırıyorlar.
Halbuki bir çocuğun kendini tehlikeli durumlardan, örneğin bir tacizden ya da istenmedik bir dokunma şeklinden koruyabilmesi için reddetme becerilerine sahip olması gerekmektedir.
Bu beceriyi “Gerekince hayır demelisin” diye söylemlerimizle öğretemeyiz. Bir beceriyi öğrenmek için pratiğe yani onu kullanmaya ve uygulamaya ihtiyaç vardır.
Çocuğun hayır deme hakkı
Çocuğunuz sürekli birilerini memnun etme çabası içinde mi? Olumsuz duygularını ve farklı düşüncelerini saldırganlığa vurmadan size, arkadaşlarına ve öğretmenlerine üslubuna uygun bir şekilde yansıtabiliyor mu? Size hayır dediğinde ya da itiraz ettiğinde tepkiniz ne oluyor?
Genellikle çocuklarımızın bizim gibi hissetmesini, düşünmesini ve davranmasını bekliyoruz. Bizim seçtiğimizi istediğimiz kadar yemeli. Bizim belirlediğimiz kıyafeti giymeli Bize itiraz etmemeli… Esasında çocuğumuzun bizden farklı bir birey olduğunu kabul etmeliyiz. Bir çocuk saygıyla dinlenilmeye ve kendisine söz hakkı verilmesine ihtiyaç duyar.
Geçenlerde 4.5 yaşındaki oğlum eve gelen misafir çocukla oynuyordu. Arkadaşı biraz fazlaca hareketli ve sinirli bir çocuktu. Oynarlarken oğlumun oyuncaklarından bazılarına zarar verdi. Ama yanlışlıkla değil. Bir süre sonra arkadaşı, oğlumun en sevdiği, gözü gibi sakındığı kırmızı tırı ile oynamak istediğini söyledi. Oğlum tırını arkadaşına vermek istemediğini ama kamyonuyla oynamasına izin vereceğini söyledi. Derken olay büyüdü. “Hadi oğlum versene tırını. Çok ayıp! Paylaşmak güzeldir. Üzülmesin arkadaşın, hem o misafir. Versen ne olacak” demeyi düşündüm önce. Vazgeçtim sonra. Zaten oğlum her şeyini paylaşıyordu. Ama arkadaşının dikkatsizce oynayıp zarar verme ihtimalini tahmin etmişti. Yanı sıra bizim ona ikinci bir tır alamayacağımızı biliyordu. Sonuçta “hayır” deyip, hassas bir oyuncak olan kırmızı tırını vermemekte haklıydı. Müdahale etmedim. Bir süre sonra bir ses geldi odasından. Kamyon kırılmıştı…
Evet demeyi de öğrenmek…
“Diyelim ki iyi bir kazancınız var. Yanınızda çalıştırdığınız kişinin de performansı yüksek ama maaşı düşük. Sizden zam istiyor. Maaşında birazcık iyileştirme yapıyorsunuz. Fakat bu yetersiz zamdan çalışanınız hiç de memnun değil!”
Kim haklı ve ne yapılmalı? İşin sırrı, kendi haklarımızı gözetirken başkalarının haklarına da tecavüz etmemek… Ne güzel de dile getirilmiş “Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın.” Denge ve adalet istiyorsanız, alın elinize bir mizan ve tartın. Mizan sürekli kimden yana ağır basıyor?
“Hep bana hep bana, ya Rabbena” diyerek sağlıklı ilişkiler kuramayız. Eğer mizan sürekli bizden yana ağır basıyorsa “evet” demeyi öğrenmeli, muhatabımızın isteklerine, ihtiyaçlarına ve duygularına kulak vermeliyiz. Başkalarının da hakları olduğunu unutmamalıyız. Eğer mizan sürekli muhatabımızdan yana ağır geliyorsa, “hayır” demeyi öğrenme zamanı gelmiştir.
Tamiri olmayan patlamalar
Bir talebi reddederek, bir düşünceyi onaylamayarak risk aldığımız doğru. Lakin herkesi memnun etmemiz mümkün değil. “Herkes tarafından kabul görmeliyim ve sevilmeliyim” şeklinde bir inancınız varsa, gerçekten hissettiğiniz ve düşündüğünüz gibi davranamazsınız. Muhatabınızdan farklı düşünüyor olsanız dahi ifade edemezsiniz. Ortaya çıkan siz değil, başka biridir.
Sürekli içinize attığınız bu olumsuz duygular zamanla birikir. Ya yavaş yavaş elinizi ayağınızı çeker, uzaklaşırsınız o kişiden ya da bir gün patlarsınız. Hem de hiç ummadığınız bir mekân ve zamanda… İşte bu patlayış, hem size hem de ilişkinize tamiri olmayan zararlar verebilir.
Sessiz çığlıkların, yerinde ve zamanında sesli “HAYIR”a dönüşebilmesi temennisiyle…
Hayır diyememe hastalığından kurtulmak için 9 yol
1. Önce anlamak sonra anlaşılmak! Muhatabınızı saygıyla dinleyin. Konuşmasını tamamlamasını bekleyin. Sözünü kesmeyin
2. Anlaşılabilmek için, dürüst, açık, net ve kararlı olun. İletişim esnasında saklambaç oynamayın. Yalnız dikkat edin! Ne şiş yansın, ne de kebap! Kırmadan, incitmeden nezaket içinde bu mesajı verebilmek de maharet; yoksa saldırganca öfkeyle ve kaba bir şekilde hayır demek de değil.
3. Cevabınız vermeden önce zaman isteyin. Kendinizi o an iyi ifade edemeyeceğinizi ya da olumsuz bir cevap vermekte çok zorlanacağınızı düşünüyorsanız; durun ve konu hakkında düşünmek için zaman isteyin. Böylelikle reddetme kararınızın gerekçelerini tespit etmek için fırsatınız olur.
4. Beden dilinizle de hayır deyin. Muhatabınızın gözlerinin içine bakarak kararlı bir ses tonuyla konuşun. Ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de önemli. Bedeniniz siz konuşurken ne diyor? Gözleriniz, duruşunuz ve ses tonumuz söylediklerinizle uyumlu mu?
5. Reddettiğiniz kişinin büyük bir hayal kırıklığına uğradığını seziyorsanız, serinkanlılığınızı muhafaza edin, mümkünse bulunduğunuz ortamı değiştirin.
6. Beyin jimnastiği yapın. Geçen hafta kaç kez “evet” dediğinizi listeleyin. Sizden istenen talepler karşısında tepkinizi ve sonraki durumunuzu irdeleyin. Tamam dediğiniz şeylerden ötürü kendinize kızgın mısınız? Darılmış, gücenmiş ya da içerlemiş hissediyor musunuz? Maddi ya da manevi kayıplarınız var mı? Değerlendirin.
7. Yalana başvurmadan empatik ve sempatik bir şekilde de hayır deyin. Yalnız dikkat! Bazen uzun açıklamalar sınırlarımızın test edilmesine imkân tanır. Karar sizin!
“Keşke yapabilsem. Ama prensip olarak kimsenin arabasını ödünç almam ve kendi arabamı da ödünç vermem.”
“Bugün Ayşe’ye bakamayacağım için üzgünüm. Şu an çocuğunu bırakacağın bir yer bulmanın zor olacağının farkındayım ama bizim bugün için çok önceden kararlaştırılmış bir planımız var.”
8. Bir öneri ya da alternatif sunabilirsiniz. Örneğin istenen şeyi gerçekten yapmak istiyor ama zamanınız müsait değilse, “Şu an bunu yapamam ama şu şartlar altında gelecek hafta yapabilirim” gibi…
9. İçsel konuşmanızı değiştirin. Hayır dediğiniz için kötü ve bencil bir insan olduğunuzu düşünüyorsanız bu hastalığa yakalanma ihtimaliniz yüksektir. Size “hayır” dedirtmeyen irrasyonel ve işlevsel olmayan düşüncelerinizi ve beklentilerinizi masaya yatırın.
Berrin Göncü Işıkoğlu