Risale-i Nur'da buyrulmuş ki: "İnsanın elindeki cüz'i ihtiyari ile işledikleri ef'allerinde, Cenab-ı Hakk'a ait netaici düşünmemek gerektir."
Çiftçi, çiftçiliğin esaslarına dikkat eder. Tarlayı sürer ve eker. Ne kadar buğday çıkacağı, Rezzak-ı Kerim olan Allah'a aittir.
Böyle yapmayıp, "Ben buğday eksem bir kısmını böcekler yer, bir kısmı çürüyüp gider, yeşerdiğinde de hayvanlar yer, harman yaparsam yakarlar, öyleyse ben buğday ekmeyeyim" derse işte o çiftçi Allah'ın işine karıştığı için fakir olur.
Diğer çiftçi, "Benim vazifem tarlayı iyi sürmek, buğdayı ekmek, vakti gelince sulamak; gerisi Allah'a kalmış" der ve para kazanır.
"Bize gayret yaraşır, merhamet Allah'ındır
Hükmü âti ne fakirin ne de şeyhin şahındır"
Bir çocuk hikâyesi vardır: Bir süt tenceresine iki kurbağa düşmüş. Biri demiş ki: "Tencerenin kenarlarını aşıp dışarıya çıkamayız, burada öleceğiz." Böyle düşününce başını süte daldırmış ve ölmüş. Diğeri "benim vazifem yüzmektir" demiş, yüzmüş. Yüzdükçe sütün yağı çıkmış. O yağ taneleri birbirine yapışmış, bir top yağ olmuş. Kurbağa da o yağın üstüne çıkmış dışarıya atlamış, böylece kurtulmuş.
Her insanın da bir hedefi bir gayesi olmalı. O hedef onu koşturur. Mesela 1967'de Minyeli Abdullah'ı yazıyordum. Bazı Ağabeyler dedi ki: "Roman gâvur işidir, onu yazmayı bırak!"
Cervantes, Gogol, Anatole France, Victor Hugo, Shakespeare, Aleksandr Dumas gibi Batılı sanatkârlar, insanların iç dünyasına nüfuz edebildikleri için sınırları aşabilmişler. Sanat, Allah'ın Sani sıfatına istinat eder, Kur'an-ı Kerim, erişilmez bir belagat örneğidir. 'Kur'an'da kıssalar var. Kıssalar romanın çekirdeği değil mi? Roman yazmanın nesi İslamiyet'e uygun değil?' dedim ve yazmaya devam ettim.
Yazmak kanunen de suç sayılıyordu. Edepsiz gazeteler çıplaklığa sınır tanımıyor, İslamiyet'i anlatmak suç!.. Bunun için bir günde ne kadar yazmışsam yatsı namazından sonra yazdıklarımı toplar, saklardım. Ondan sonra yatardım.
Benim bir gayem vardı: Romanla İslamiyet'i anlatmak.
O gayeye koşarken eşimin, arkadaşlarımın, devletin karşı çıkmalarına bakmadan devam ettim. Allah'ın lûtfu inayetiyle Minyeli Abdullah romanı çıktı.
Hedef seçmek, bir şeyi gaye edinmek genellikle, ilhamen olur. Nasıl ki yuvadaki kuş yavruları, durmadan bağırıp ağızlarını açarlar, annelerini beklerlerse gayesi olan kişi de aynı şekildedir. Bekliyor, o gayenin gerçekleşmesini bekliyor... O gayenin gerçekleşmesi, kuş yavrusunun annesinden gıda alması gibidir.
Kâinattaki nizamı açıkça görüyoruz. Kâinat durmadan çalışıyor. En ufak bir yavaşlama, bir kaza olmuyor. Yıldızlar birbirleriyle çarpışmıyor. Güneş sisteminde en ufak bir hata yok... Bu nizamı kuran ve devam ettiren Allah'tır. Hiçbir şey başıboş değildir. İlahi plan bir dantela gibi çekilmiş, dikkat edilirse dantelanın altındaki gerçekler görülebilir.
HEKİMOĞLU İSMAİL
Çiftçi, çiftçiliğin esaslarına dikkat eder. Tarlayı sürer ve eker. Ne kadar buğday çıkacağı, Rezzak-ı Kerim olan Allah'a aittir.
Böyle yapmayıp, "Ben buğday eksem bir kısmını böcekler yer, bir kısmı çürüyüp gider, yeşerdiğinde de hayvanlar yer, harman yaparsam yakarlar, öyleyse ben buğday ekmeyeyim" derse işte o çiftçi Allah'ın işine karıştığı için fakir olur.
Diğer çiftçi, "Benim vazifem tarlayı iyi sürmek, buğdayı ekmek, vakti gelince sulamak; gerisi Allah'a kalmış" der ve para kazanır.
"Bize gayret yaraşır, merhamet Allah'ındır
Hükmü âti ne fakirin ne de şeyhin şahındır"
Bir çocuk hikâyesi vardır: Bir süt tenceresine iki kurbağa düşmüş. Biri demiş ki: "Tencerenin kenarlarını aşıp dışarıya çıkamayız, burada öleceğiz." Böyle düşününce başını süte daldırmış ve ölmüş. Diğeri "benim vazifem yüzmektir" demiş, yüzmüş. Yüzdükçe sütün yağı çıkmış. O yağ taneleri birbirine yapışmış, bir top yağ olmuş. Kurbağa da o yağın üstüne çıkmış dışarıya atlamış, böylece kurtulmuş.
Her insanın da bir hedefi bir gayesi olmalı. O hedef onu koşturur. Mesela 1967'de Minyeli Abdullah'ı yazıyordum. Bazı Ağabeyler dedi ki: "Roman gâvur işidir, onu yazmayı bırak!"
Cervantes, Gogol, Anatole France, Victor Hugo, Shakespeare, Aleksandr Dumas gibi Batılı sanatkârlar, insanların iç dünyasına nüfuz edebildikleri için sınırları aşabilmişler. Sanat, Allah'ın Sani sıfatına istinat eder, Kur'an-ı Kerim, erişilmez bir belagat örneğidir. 'Kur'an'da kıssalar var. Kıssalar romanın çekirdeği değil mi? Roman yazmanın nesi İslamiyet'e uygun değil?' dedim ve yazmaya devam ettim.
Yazmak kanunen de suç sayılıyordu. Edepsiz gazeteler çıplaklığa sınır tanımıyor, İslamiyet'i anlatmak suç!.. Bunun için bir günde ne kadar yazmışsam yatsı namazından sonra yazdıklarımı toplar, saklardım. Ondan sonra yatardım.
Benim bir gayem vardı: Romanla İslamiyet'i anlatmak.
O gayeye koşarken eşimin, arkadaşlarımın, devletin karşı çıkmalarına bakmadan devam ettim. Allah'ın lûtfu inayetiyle Minyeli Abdullah romanı çıktı.
Hedef seçmek, bir şeyi gaye edinmek genellikle, ilhamen olur. Nasıl ki yuvadaki kuş yavruları, durmadan bağırıp ağızlarını açarlar, annelerini beklerlerse gayesi olan kişi de aynı şekildedir. Bekliyor, o gayenin gerçekleşmesini bekliyor... O gayenin gerçekleşmesi, kuş yavrusunun annesinden gıda alması gibidir.
Kâinattaki nizamı açıkça görüyoruz. Kâinat durmadan çalışıyor. En ufak bir yavaşlama, bir kaza olmuyor. Yıldızlar birbirleriyle çarpışmıyor. Güneş sisteminde en ufak bir hata yok... Bu nizamı kuran ve devam ettiren Allah'tır. Hiçbir şey başıboş değildir. İlahi plan bir dantela gibi çekilmiş, dikkat edilirse dantelanın altındaki gerçekler görülebilir.
HEKİMOĞLU İSMAİL