Resûli Ekrem Efendimiz, Bedir Harbinden muzaffer olarak Medine'ye dönünce, İslâm dini fazlasıyla kuvvet buldu. Düşmanların gözü ise yıldı. Bunun üzerine Medine'deki bir kısım Yahudî, "Tevrat'ta sıfatlarını bulduğumuz zât budur! Artık, bundan sonra, ona karşı durulmaz! Hep o galib gelir!" diyerek îman ettiler. Bazıları ise zahiren Müslüman oldu. Böylece,Yahudilerden de münafıklar türedi. Yahudî münafıklarının çoğu, Yahudî âlimlerindendi. Şeytanî bir zekâya sahiptiler. Diğerlerine nisbetle de daha dessas ve hilekâr idiler. Bunlar, İslâm'ı küçük düşürmek, Müslümanların morallerini bozmak, müşriklerin ihtida etmelerine mâni olmak için gayret gösteriyorlardı. Peygamber Efendimizi meşgul etmek, akıllarınca müşkîl duruma düşürmek, sıkıntıya sokmak maksadıyla birçok karışık ve dolaşık soru sorarlardı.48
"Bedevî" diye adlandırılan çöl Arapları arasında da münafıkların bulunduğunu Kur'ânı Kerîm'den öğreniyoruz: "Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahalisinden birtakım münafıklar vardır ki, onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır. Sen, bunları bilmezsin. Onları biz biliriz."49
Bütün bu münafıkların içtimaî seviyeleri, yaşayışları farklı, hattâ irken ayrı olmalarına rağmen, aynı vasıfları taşıyorlardı: Birinci vasıfları, "kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylemekti."50 Yâni, içten inanmadıkları hâlde, inanmış gibi görünmeleriydi. Böyle görünerek Müslümanlar arasına sokuluyorlar, onlarla düşüp kalkıyorlar, sûreti haktan görünerek onları şüpheye düşürecek şeyler soruyorlardı. Böylece, Müslümanların birbirlerine karşı olan itimatlarını sarsmak, aralarını açmak, onları birbirine düşürmek suretiyle za'fa uğratmak gayesini güdüyorlardı.
Bütün maksat ve gayeleri, Müslümanlar arasına fesad ve tefrikaya götürecek fikirler atmak, Peygamber Efendimizi yalan dolan ve bin bir türlü iftirayla Müslümanlar nazarında küçük düşürmekti! Bu menhus emellerinin gerçekleşmesi için her türlü yola başvuruyorlar, her şeyi mubah sayıyorlardı. Bu uğurda tevessül etmeyecekleri adilik ve sahtekârlık yoktu.
Resûli Ekrem Efendimizin bunlara karşı takındığı tavır ve takib ettiği siyaset ise, oldukça düşündürücü ve ibretlidir. İslâm kalesini içten sarsmak sinsî gayesine matuf faaliyetleri Peygamber Efendimize birçok defa intikal etmiştir. Peygamber Efendimiz derhâl harekete geçip bu tür faaliyetlerde bulunanları huzuruna celbederek sorguya çekiyordu. Fakat onlar, her defasında, hiçbir zararlı faaliyette bulunmadıklarını, suçsuz olduklarını söylüyorlardı. Arkasından da kelimei şehâdet getirerek mü'min ve Müslüman olduklarını tekrarlıyorlardı. Nitekim, Abdullah b. Übey'in, "Medine'ye varırsak, en şerefli ve kuvyetli olan, en zelil ve güçsüz olanı oradan sürüp çıkaracaktır." sözünü Hz. Zeyd b. Erkam, Peygamber Efendimize nakledince, Efendimiz, İbni Übey'i huzuruna çağırmış ve, "Bana haber verilen sözleri sen mi söyledin?" diye sormuştu.
Abdullah b. Übey'in cevabı aynen şu olmuştu:
"Hayır! Sana Kitab'ı indirmiş olan Allah'a yemin ederim ki ben, o sözlerin hiçbirini söylemedim. Zeyd, muhakkak yalancıdır!"