Huzaalı Mabed'in Peygamberimizle Konuşması
Resûli Ekrem Efendimiz henüz Hamraû'1Esed mevkiinden ayrılmış değildi. Bu sırada Tihame bölgesinde oturan Huzaalılardan Mabed b. Ebî Mabed huzuruna geldi. Huzaalıların Müslümanları kadar müşrik olanları da Peygamber Efendimize son derece bağlı idiler; olup bitenlerden hiçbir şeyi ondan gizlemezlerdi.
Mabed, henüz Müslümanlığı kabul etmemişti, ama Resûli Ekrem Efendimize sâdık biri idi
"Yâ Muhammed!.. Uhud musibeti bizim de gücümüze gitti. Allah'ın onlara karşı sana sıhhat ve afiyet vermesini dileriz!" diyerek Peygamber Efendimize bir nevi teselli vermeye çalıştı. Mabed, Peygamber Efendimizle bu konuşmasından sonra yoluna devam etti. Revha denilen mevkide müşriklerin toplantı hâlinde olduklarını gördü. Onlar, Müslümanların üzerine yürümek maksadıyla bu toplantıyı tertiplemişlerdi. Şöyle diyorlardı:
"Muhammed'in sahabîlerini, en şerefli ve en cesur adamlarını öldürdük, fakat onların köklerini tamamıyla kazımadık. Bu durumda Mekke'ye nasıl gideceğiz? Onlardan geri kalanlarının da üzerine yürüyüp işlerini bitirmeliyiz!"
Görüldüğü gibi, gelişmeler, Peygamber Efendimizin kanaatini doğruluyordu. Müşrikler dönüp Medine üzerine yürümeyi düşünüyorlardı.
Mabed"le Ebû Süfyan Arasında Geçen Konuşma
Kureyş'in reisi Ebû Süfyan, Mabed'le karşılaşınca, "Ey Mabed!.. Geldiğin yerden ne haber?" diye sordu.
Mabed, "Muhammed ve sahabîleri, şimdiye kadar bir benzeri daha görülmemiş sayıda askerle takibinize çıktılar!" diye cevap verdi.
Ebû Süfyan hayretle, "Eyvah!.. Neler söylüyorsun sen?.." dedi.
Mabed gayet sakin bir eda ile, "Vallahi, sen buradan ayrılmadan, atların alınlarını görürsün." diye konuştu.
Ebû Süfyan, hiddetli hiddetli, "Vallahi, biz de onlara saldırmak için bir araya gelmişiz. Geri kalanlarının da köklerini kazıyacağız!" dedi.
Mabed, Ebû Süfyan'ın hiddetine aldırmadan, "Ben," dedi, "sana, böyle tehlikeli bir işe girişmemeni tavsiye ederim! Vallahi, ben o kalabalığı görünce, haklarında bazı beyitler söylemekten kendimi alamadım."
Ebû Süfyan'ın hiddeti meraka döndü. "Neler söyledin bakayım!" dedi.
Mabed şiirine başladı:
"Çokluklarından ve dehşetli gürültülerinden, az kalsın hayvanım korkusundan yere düşecekti!
"Sanki, yeryüzünde insan ve at seli akıyordu. Yanlarında mızrak ve kalkanları bulunmayan, silâhsız, bodur ve şanlı arslanlar koşuşuyorlardı sanki!..
"Ağırlıklarından yeryüzü çökecek sandım! "Acele yanlarından uzaklaştım.
"Onlar, yalnız olmayan ve yardımsız kalmayan reisleriyle yükselmişler!
"Onlar, sizinle karşılaşınca, Betha Vadisi, sakinleriyle beraber sallanacak!
"'Yazık oldu!' dedim, 'Ebû Süfyan b. Harb'a!..'
"Ben, güneşin altında kavrulan Mekkeliler ve onlardan her düşünen kimse için, neticenin dehşetli olacağını haber veren îkazcıyım!
"Anlatmaya çalıştığını ordu Ahmed'in ordusudur ki, o ordu bayağı insanlardan teşekkül etmemiştir!
"Tavsiflerim ve ikazlarım da boş lâflardan ibaret değildir."191
Mabed'in şiirini beğenip öven Ebû Süfyan'la arkadaşlarının kalblerine korku düştü. Müslümanlar üzerine yürüme kararından vazgeçip Mekke'nin yolunu tuttular.
Müslümanlar lehine büyük bir hizmet îfa etmiş olan Mabed ise, kabilesinden biriyle durumu Peygamber Efendimize bildirdi.
Resûli Ekrem Efendimiz, Hamraû'lEsed'de üç gece kaldı; düşmandan herhangi bir hareket görmeyince Medine'ye döndü.
Bu sefer, mevkiin adına nisbetle Hamraû'lEsed Seferi olarak da anılır.
Bu sefer münâsebetiyle inen âyeti kerîmelerin birkaçında meâlen şöyle buyuruldu:
"Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve Resulünün dâvetine icabet edenler ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük mükâfat vardır.
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk, kendilerine 'Düşmanlarınız, size karşı ordu hazırladılar; o hâlde onlardan korkun.' dedi de, bu söz onların îmanlarını artırdı ve üstelik 'Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir!' dediler."192
--------------------------------------------------------------------------------
188 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 49.
189 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 107.
190 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 110-111; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 43.
191ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s 108-109.
192 Âli İmrân, 172173.[/COLOR][/COLOR][/SIZE][/COLOR]