MEDİNE'YE YAKLAŞIRKEN...
Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'ye yaklaştığı sırada, Ashabı Kiram'a hitaben, "Medine'de öyle kimseler vardır ki, sizin gittiğiniz ve geçtiğiniz her yerde ve vadide onlar da sizinle birlikte bulunmuş gibidirler." buyurdu.
Ashabı Kiram, "Yâ ResûlallahL Onlar Medine'de iken nasıl bizimle birlikte olabilirler?" diyerek hayretlerini izhar ettiler.
Peygamber Efendimiz meseleyi izah etti: "Onlar, ancak mazeretleri sebebiyle Medine'de kalmışlardır. Allah Teâlâ, Kitabında, 'Mii'minlerin hepsi, topyekûn muharebeye çıkacak değillerdir. O hâlde, onların her sınıfından yalnız birer zümre muharebeye gitmeli, kimisi de—din ve şeriat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri muharebeden dönüp kendilerine geldikleri zaman, onları Allah'ın azabıyla korkutmaları için— gitmeyip kalmalıdırlar. Olur ki, (bu suretle mü'minler aykırı hareketlerden) kaçınırlar.' (Tevbe, 122) buyurmuyor mu? Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların duaları, düşmanımıza, silâhlarımızdan daha tesirlidir."1050
Uhud 'a Sevgi
Medine'ye doğru yaklaşırken, bir ara Resûli Ekrem Efendimiz, Uhud Dağına baktı ve, "İşte Uhud Dağı!.. O bizi sever, biz de onu severiz!" buyurdu.1051
Senniyetû 'lVeda 'da Karşılayış
Peygamber Efendimizin gelmekte olduğunu duyan Medine'deki büyük küçük Müslümanlar, yola çıkıp onu Seniyyetû'lVeda denilen tepede karşıladılar. Kadınlar, küçük çocuklar, Hz. Resûlullah'ı tekrar görmenin sevincini yaşıyorlardı. Bu sevinçlerini, "Seniyyetû'lVeda'dan dolunay doğdu üstümüze,/ Yalvaran bulundukça, Allah'a hamdetmek düşer bize!.." diyerek izhar ediyorlardı.1052
Medine 'ye Geliş
Nihayet, Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla yorucu bir yolculuktan sonra Ramazan ayında Medine'ye geldi.1053
BÜYÜK MUVAFFAKİYET
İslâm Ordusu, Tebük'te kimseyle karşılaşmamıştı. Ancak, böylesine uzun bir yolu en zor şartlar altında katedip düşmanı karşılamaya gitmesi bile büyük bir muvaffakiyetti. Bu sefere çıkış, aynı zamanda o günün en büyük devletlerinden biri olan Bizans İmparatorluğuna açıktan açığa bir meydan okuyuştu. Bu meydan okuyuşa cevap verme cesaretinin gösterilmemesi ise ayrı bir ehemmiyetli mânâyı taşıyordu. Bu, artık İslâm kuvvet ve kudretinin karşısında çıkacak bir gücün bulunmadığının bir ifadesiydi.