[FONT="]Hikmete râm olmak neden zor? [/FONT]
[FONT="]Kerîm Kitab'ımızdaki âyetlerdeki ifadelerle: "her kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa (2:256)" ve dahi "kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse (31:22)", işte o kimseler sağlam kulpa tutunmuş oluyor. Bu sıkı tutunuşluğun nasıl olacağına dair anahtar kelimeleri ise Âkif'in şu mısralarında görürüz:
"Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol"
O'na dayanarak, O'nun yolunda -elden geldiğince, akıl ve gönül yettiğince- çabalayarak ve belki de en mühimi ve en zoruyla: Tevâzuyla hikmete boyun eğerek. Hikmete râm oluş neden insanoğluna bu kadar zor gelir?
râm olmak: boyun eğmek
Sahi, hikmete râm olmak nedir, neden zordur?
Hikmete râm olmak bence kibir duygusundan dolayı zor. En büyük düşmanımızın üzerimizde kullandığı en önemli silahlardan biri bu kibir duygusu değil mi? O duygu ile savaşmak ne derece zorsa bence hikmete râm olmak da o derece zor. Allah hepimizi bu duygudan korusun.
Ben enaniyet ve nefsimizin de bunu zorlaştırdığına inaniyorum, nefsimiz bizi o kadar ele geçirmiş ki Allahın yolu ile nefis sürekli ters düşüyor ve insanin tercihi nefisten yana olabiliyor.
Nefis terbiyesinin önemi burada bir kez daha ortaya çıkıyor.
> Hikmete râm olmak nedir, neden zordur?
Hikmet, Rabbimizin bizim için en uygun olanı takdir etmesidir. Fakat bu hikmetin pratiğinde ise acı şurub, acıtıcı iğneler, hatta ve hatta ameliyat-ı cerrahiler vardır. Lezzete keyfe müptela nefsimiz ise bunlardan hoşlanmaz. İster ki hayatı elemsiz ve kedersiz geçsin. Peki, ya HİKMET bu menfi şeylerin husulünü GEREKTİRİYORSA???
HİKMETE RAM olmak hiç de göründüğü gibi KOLAY değildir. Bunun için önceden komando eğitimine ihtiyaç vardır. Bu eğitimi ister gönüllü yaparız istemesek bile bize zorla yaptırılır. Geçen hafta oğlumla gelinim ekonomik durumları hiç de müsait olmadığı halde üç aylık güzeller güzeli masum torunuma durup dururken yüz lira verip, iğne vurdurarak (hikmet gereği) onun ve Emre'nin; hatta bekleme odasında benim ıstırap çekmeme NİYE SEBEP OLDULAR DERSİNİZ?
Hikmete ram ol,
Hikmete ram ol,
Hikmete ram ol,
Ahhh! Muhterem M. Akif Ersoy, keşke yazdığın gibi KOLAY olsa idi.
SP...'nin değindiği "hikmete râm oluş"un çerçevesi, bizi en iyi bilen Rabbimizin, hakkımızda takdir kıldığı işlerin en hikmetli işler olduğunu bilmek ve o takdire razı olmakla çiziliyor. Hakikaten, razı olmak kolay iş değil. Şairin,
Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin, demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin, demedim mi?
dediği gibi... Bunları hikmet denizinin günlük hayatlarımıza birebir dokunan, pratik yansımaları gibi görüyorum.
Bir de, Yunus'un "Buğday mı, hikmet mi?" sualine en nihayet verdiği cevabın ardındaki "hakikat bilgisi" arayışı var. "Hayatta bana düşen buğdaya razı oldum", demekten biraz daha farklı bir arayış bu, sanırım. Hatta belki evvela o buğdaydan vazgeçerek çıkılmış bir yol bu...
Hikmete boyun eğmenin zorluğu bence de Sıdıka abla ve Ruken'in dediği gibi nefs ve onun en büyük hastalığı kibirden kaynaklanıyor olmalı. Nefsin hastalıklarına bir de bencilliği eklemeli belki... İşimize gelen yolu seviyor; işimize gelmeyince de güzelliklere bile düşman kesiliyoruz. Mihenk taşımız nefsimiz ise hoşumuza gitmeyenlerin en birinci muhalifi olup, keskin bıçak misali önümüze geleni yaralıyoruz. Çünkü en önce ve hep kendimizi seviyoruz.
Ama bunlardan farklı olarak hikmete râm oluşa mesafeli durmamızın bir sebebi daha var sanırım. O da şundan kaynaklanıyor: Bu dünya herşeyin öyle âyan-beyan açık kılındığı bir yer değil. Bizler adeta bir gecede yaşıyoruz.
Gün ancak rûz-ı mahşerde doğacak. O yüzden, nefsin hastalıklarından kurtulduktan sonra bir de ayrıca hikmetli olan yolları kavrayacak fehm, basiret ve akıl da bize gerekiyor. Hani geçenlerde listemizde geçmişti, şair yalvarıyordu:
"Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana Ya Rabbi!
Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu"
Karşılaşılan karar durumlarında hangi yolun en iyi olduğunu açıkça bilemediğimiz için -her seçeneğe olduğu gibi- hâkimâne olan yola da boyun eğmekte zorluklar çekiyoruz. "En doğrusu hangisidir, açıkça görmüyoruz", deyip kendimize bahaneler üretiyoruz. Yunus neden önce buğday çuvalını aldı, dersiniz? Muhtemelen onun da evinde bekleyenleri vardı.
Ne diyelim, Rabbim bizi "Buğday ya da hikmet mi" diye sınamasın. Bu sınavı geçmek zor. O'nunsa rahmet hazineleri tükenmez. Bizlere buğday da bahşetsin, hikmet de...
> Karşılaşılan karar durumlarında hangi yolun en iyi olduğunu açıkça
> bilemediğimiz için -her seçeneğe olduğu gibi- hâkimâne olan yola da
> boyun eğmekte zorluklar çekiyoruz. "En doğrusu hangisidir, açıkça
> görmüyoruz", deyip kendimize bahaneler üretiyoruz.
Keşke her daim "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz." (2:216) ayetini hatırlayıp, Hz. İbrahim gibi dua edebilsek:
"Beni yaratan da, bana doğru yolu gösteren de O'dur.
Ve beni yediren de, içiren de O'dur.
Ve hasta olduğum zaman beni iyileştiren
Ve beni öldürecek olan ve sonra yeniden diriltecek olan O'dur.
Ve Hesap Gününde hatalarımı bağışlamasını umduğum O'dur.
Rabbim, bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat."
(26:78-83)
> Yunus'un "Buğday mı, hikmet mi?" sualine
Bunun doğrusu "himmet" (hakka yöneliş; yardım) olacak.
"Buğday tükenir, himmet tükenmez" sözü meşhurdur.
Gerçi, "himmet" ne için?
"Hikmete ulaşmak için" ise aynı yere varıyor.
> Gün ancak rûz-ı mahşerde doğacak.
Öyle... Perdelerin kalktığı gün herşey anlaşılacak.
> Rabbim bizi "Buğday ya da hikmet mi" diye sınamasın.
Bu duanın kendisi hikmete aykırı olmasın?
Sınavda "aman sorular kolay olsun" diyen öğrenci gibi C notuna razı mısınız?
Ben A istiyorum.
O halde zor sorulara katlanmalıyım.
Hikmete râm olmalıyım. --
Z'nin hatırlattığı ayet (17:67), geldi, hikmete râm olmanın ne kadar zor olduğunu bize bilfiil gösteren Hz. Musa ile arkadaşının kıssasını hatırlattı
Hz. Musa, Allah Teâlâ'nın vazifelendirdiği yol arkadaşını iki denizin birleştiği yerde buluyor ve ondan kendisine öğretilmiş ilimlerden öğretmesini diliyor. "*Sana tâbi olabilir miyim?*" diye soruyor. Aldığı cevap çok enteresan:
18:67 inneke len testatî'a ma'iye sabrâ
Şüphesiz yanımdaki (bu ilme) sabretmeye senin gücün yetmez
68. vekeyfe tasbiru 'alâ mâ lem tuhit bihî hubrâ
kendi ilminle kavrayamadığın şeylere nasıl sabredeceksin?
Her ne kadar Mz. Musa, kendisini sabredenlerden bulacağı garantisini baştan verse de, yol boyunca bu mümkün olmuyor. Arkadaşının yaptığı üç fiile de itiraz ediyor. Meğer halbuki ona ilk başta şer görünen her işin hayra bakan bir açıklaması varmış. Hepsi Rabbimizden bir rahmet imiş.
İnsanın aklı, fikri, feraseti, ilmi yetmeyince hikmete râm olması da güçleşiyor. Bu "râm olamama" probleminin görünen iki çözümü oluyor bu durumda. Biri imkânsız çözüm: İnsanın herşeyin hakikatini bilebilmesi durumu. Ama bu mümkün değil. Rabbimiz bize cevapları göstermedikçe, hiçbir şey bize açık değil. Diğer ikinci çözüm ise, sınırlarımızı çok iyi bilip, "ben bilmem, O bilir" demek. Eşyanın hakikatini göstermesini yine O'ndan dilemek, "hikmete râm olabileyim" diye duada bulunmak. Elbette hep O'na dayanmak:
"Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki, gayreyler
Mevlâm görelim neyler,
Neylerse güzel eyler"--
> ona ilk başta şer görünen her işin hayra bakan bir açıklaması varmış.
Kısacık görüşümüz neyin hayır oluduğunu anlamaya asla yetmiyor
> Hepsi Rabbimizden bir rahmet imiş.
Anlamadığımız için de en çok rahmeti sorguluyoruz
"Yok musun ey adl-i ilâhi" diye feryad ediyoruz
> imkânsız çözüm: İnsanın herşeyin hakikatini bilebilmesi durumu.
Modern haber kaynaklarımız tam bu imkansızlık üzerine kurulmuş: [/FONT]
[FONT="]"Bizi izleyin, herşeyi bilin" sakat mantığı üzerine
> ikinci çözüm ise, sınırlarımızı çok iyi bilip, "ben bilmem, O bilir" demek.
Daha makul ve kolay olmasına rağmen, az seçilen bir yol
çünkü benliği kırıyor, çünkü nefsi küçültüyor.[/FONT]
[FONT="]alıntı..
[/FONT]
[FONT="]Kerîm Kitab'ımızdaki âyetlerdeki ifadelerle: "her kim tâğutu inkar edip Allah'a inanırsa (2:256)" ve dahi "kim iyilik yaparak kendini Allah'a teslim ederse (31:22)", işte o kimseler sağlam kulpa tutunmuş oluyor. Bu sıkı tutunuşluğun nasıl olacağına dair anahtar kelimeleri ise Âkif'in şu mısralarında görürüz:
"Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol"
O'na dayanarak, O'nun yolunda -elden geldiğince, akıl ve gönül yettiğince- çabalayarak ve belki de en mühimi ve en zoruyla: Tevâzuyla hikmete boyun eğerek. Hikmete râm oluş neden insanoğluna bu kadar zor gelir?
râm olmak: boyun eğmek
Sahi, hikmete râm olmak nedir, neden zordur?
Hikmete râm olmak bence kibir duygusundan dolayı zor. En büyük düşmanımızın üzerimizde kullandığı en önemli silahlardan biri bu kibir duygusu değil mi? O duygu ile savaşmak ne derece zorsa bence hikmete râm olmak da o derece zor. Allah hepimizi bu duygudan korusun.
Ben enaniyet ve nefsimizin de bunu zorlaştırdığına inaniyorum, nefsimiz bizi o kadar ele geçirmiş ki Allahın yolu ile nefis sürekli ters düşüyor ve insanin tercihi nefisten yana olabiliyor.
Nefis terbiyesinin önemi burada bir kez daha ortaya çıkıyor.
> Hikmete râm olmak nedir, neden zordur?
Hikmet, Rabbimizin bizim için en uygun olanı takdir etmesidir. Fakat bu hikmetin pratiğinde ise acı şurub, acıtıcı iğneler, hatta ve hatta ameliyat-ı cerrahiler vardır. Lezzete keyfe müptela nefsimiz ise bunlardan hoşlanmaz. İster ki hayatı elemsiz ve kedersiz geçsin. Peki, ya HİKMET bu menfi şeylerin husulünü GEREKTİRİYORSA???
HİKMETE RAM olmak hiç de göründüğü gibi KOLAY değildir. Bunun için önceden komando eğitimine ihtiyaç vardır. Bu eğitimi ister gönüllü yaparız istemesek bile bize zorla yaptırılır. Geçen hafta oğlumla gelinim ekonomik durumları hiç de müsait olmadığı halde üç aylık güzeller güzeli masum torunuma durup dururken yüz lira verip, iğne vurdurarak (hikmet gereği) onun ve Emre'nin; hatta bekleme odasında benim ıstırap çekmeme NİYE SEBEP OLDULAR DERSİNİZ?
Hikmete ram ol,
Hikmete ram ol,
Hikmete ram ol,
Ahhh! Muhterem M. Akif Ersoy, keşke yazdığın gibi KOLAY olsa idi.
SP...'nin değindiği "hikmete râm oluş"un çerçevesi, bizi en iyi bilen Rabbimizin, hakkımızda takdir kıldığı işlerin en hikmetli işler olduğunu bilmek ve o takdire razı olmakla çiziliyor. Hakikaten, razı olmak kolay iş değil. Şairin,
Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin, demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin, demedim mi?
dediği gibi... Bunları hikmet denizinin günlük hayatlarımıza birebir dokunan, pratik yansımaları gibi görüyorum.
Bir de, Yunus'un "Buğday mı, hikmet mi?" sualine en nihayet verdiği cevabın ardındaki "hakikat bilgisi" arayışı var. "Hayatta bana düşen buğdaya razı oldum", demekten biraz daha farklı bir arayış bu, sanırım. Hatta belki evvela o buğdaydan vazgeçerek çıkılmış bir yol bu...
Hikmete boyun eğmenin zorluğu bence de Sıdıka abla ve Ruken'in dediği gibi nefs ve onun en büyük hastalığı kibirden kaynaklanıyor olmalı. Nefsin hastalıklarına bir de bencilliği eklemeli belki... İşimize gelen yolu seviyor; işimize gelmeyince de güzelliklere bile düşman kesiliyoruz. Mihenk taşımız nefsimiz ise hoşumuza gitmeyenlerin en birinci muhalifi olup, keskin bıçak misali önümüze geleni yaralıyoruz. Çünkü en önce ve hep kendimizi seviyoruz.
Ama bunlardan farklı olarak hikmete râm oluşa mesafeli durmamızın bir sebebi daha var sanırım. O da şundan kaynaklanıyor: Bu dünya herşeyin öyle âyan-beyan açık kılındığı bir yer değil. Bizler adeta bir gecede yaşıyoruz.
Gün ancak rûz-ı mahşerde doğacak. O yüzden, nefsin hastalıklarından kurtulduktan sonra bir de ayrıca hikmetli olan yolları kavrayacak fehm, basiret ve akıl da bize gerekiyor. Hani geçenlerde listemizde geçmişti, şair yalvarıyordu:
"Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana Ya Rabbi!
Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu"
Karşılaşılan karar durumlarında hangi yolun en iyi olduğunu açıkça bilemediğimiz için -her seçeneğe olduğu gibi- hâkimâne olan yola da boyun eğmekte zorluklar çekiyoruz. "En doğrusu hangisidir, açıkça görmüyoruz", deyip kendimize bahaneler üretiyoruz. Yunus neden önce buğday çuvalını aldı, dersiniz? Muhtemelen onun da evinde bekleyenleri vardı.
Ne diyelim, Rabbim bizi "Buğday ya da hikmet mi" diye sınamasın. Bu sınavı geçmek zor. O'nunsa rahmet hazineleri tükenmez. Bizlere buğday da bahşetsin, hikmet de...
> Karşılaşılan karar durumlarında hangi yolun en iyi olduğunu açıkça
> bilemediğimiz için -her seçeneğe olduğu gibi- hâkimâne olan yola da
> boyun eğmekte zorluklar çekiyoruz. "En doğrusu hangisidir, açıkça
> görmüyoruz", deyip kendimize bahaneler üretiyoruz.
Keşke her daim "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz." (2:216) ayetini hatırlayıp, Hz. İbrahim gibi dua edebilsek:
"Beni yaratan da, bana doğru yolu gösteren de O'dur.
Ve beni yediren de, içiren de O'dur.
Ve hasta olduğum zaman beni iyileştiren
Ve beni öldürecek olan ve sonra yeniden diriltecek olan O'dur.
Ve Hesap Gününde hatalarımı bağışlamasını umduğum O'dur.
Rabbim, bana hikmet ver ve beni salihler arasına kat."
(26:78-83)
> Yunus'un "Buğday mı, hikmet mi?" sualine
Bunun doğrusu "himmet" (hakka yöneliş; yardım) olacak.
"Buğday tükenir, himmet tükenmez" sözü meşhurdur.
Gerçi, "himmet" ne için?
"Hikmete ulaşmak için" ise aynı yere varıyor.
> Gün ancak rûz-ı mahşerde doğacak.
Öyle... Perdelerin kalktığı gün herşey anlaşılacak.
> Rabbim bizi "Buğday ya da hikmet mi" diye sınamasın.
Bu duanın kendisi hikmete aykırı olmasın?
Sınavda "aman sorular kolay olsun" diyen öğrenci gibi C notuna razı mısınız?
Ben A istiyorum.
O halde zor sorulara katlanmalıyım.
Hikmete râm olmalıyım. --
Z'nin hatırlattığı ayet (17:67), geldi, hikmete râm olmanın ne kadar zor olduğunu bize bilfiil gösteren Hz. Musa ile arkadaşının kıssasını hatırlattı
Hz. Musa, Allah Teâlâ'nın vazifelendirdiği yol arkadaşını iki denizin birleştiği yerde buluyor ve ondan kendisine öğretilmiş ilimlerden öğretmesini diliyor. "*Sana tâbi olabilir miyim?*" diye soruyor. Aldığı cevap çok enteresan:
18:67 inneke len testatî'a ma'iye sabrâ
Şüphesiz yanımdaki (bu ilme) sabretmeye senin gücün yetmez
68. vekeyfe tasbiru 'alâ mâ lem tuhit bihî hubrâ
kendi ilminle kavrayamadığın şeylere nasıl sabredeceksin?
Her ne kadar Mz. Musa, kendisini sabredenlerden bulacağı garantisini baştan verse de, yol boyunca bu mümkün olmuyor. Arkadaşının yaptığı üç fiile de itiraz ediyor. Meğer halbuki ona ilk başta şer görünen her işin hayra bakan bir açıklaması varmış. Hepsi Rabbimizden bir rahmet imiş.
İnsanın aklı, fikri, feraseti, ilmi yetmeyince hikmete râm olması da güçleşiyor. Bu "râm olamama" probleminin görünen iki çözümü oluyor bu durumda. Biri imkânsız çözüm: İnsanın herşeyin hakikatini bilebilmesi durumu. Ama bu mümkün değil. Rabbimiz bize cevapları göstermedikçe, hiçbir şey bize açık değil. Diğer ikinci çözüm ise, sınırlarımızı çok iyi bilip, "ben bilmem, O bilir" demek. Eşyanın hakikatini göstermesini yine O'ndan dilemek, "hikmete râm olabileyim" diye duada bulunmak. Elbette hep O'na dayanmak:
"Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki, gayreyler
Mevlâm görelim neyler,
Neylerse güzel eyler"--
> ona ilk başta şer görünen her işin hayra bakan bir açıklaması varmış.
Kısacık görüşümüz neyin hayır oluduğunu anlamaya asla yetmiyor
> Hepsi Rabbimizden bir rahmet imiş.
Anlamadığımız için de en çok rahmeti sorguluyoruz
"Yok musun ey adl-i ilâhi" diye feryad ediyoruz
> imkânsız çözüm: İnsanın herşeyin hakikatini bilebilmesi durumu.
Modern haber kaynaklarımız tam bu imkansızlık üzerine kurulmuş: [/FONT]
[FONT="]"Bizi izleyin, herşeyi bilin" sakat mantığı üzerine
> ikinci çözüm ise, sınırlarımızı çok iyi bilip, "ben bilmem, O bilir" demek.
Daha makul ve kolay olmasına rağmen, az seçilen bir yol
çünkü benliği kırıyor, çünkü nefsi küçültüyor.[/FONT]
[FONT="]alıntı..
[/FONT]