Hulusi yahyagil abiden hatiralar

Sergerdan

Well-known member

“l7 Ocak l928′de Manisa’dan Eğridir’e gelmiştim. O zaman rütbem yüzbaşı idi.Üstad’la tanışmamız bir sene sonra oldu l929 yılı baharında Barla’ya gittim. Beni götüren Mustafa isimli mübarek bir insandı. Ayrıca, Vecelle Hüseyin, Müderris Mustafa, Nefer Mehmet, Demirci Ustası da vardı. Üstad’ı ilk ziyarette, yanında epey kalmıştık. Bu görüşme çok uzun sürdü. Müsaade isteyerek ayağa kalktık. vedalaşıp ayrıldık.


“Yağmurdan hiç ıslanmadım”


“Üstad’la görüşmelerimin birinde, görüşme bittikten sonra, ‘Efendim İlama köyüne gideceğim’ demiştim. Üstad da:
“Kardaşım ben de camiye odun getirmek için dağa gideceğim’ dedi. Biz vedalaştık ve İlama’ya doğru yola çıktık. Birden hatırıma Üstad geldi, şimdi âniden önüme çıkmasın diye düşünüyordum.
Bizim nefer geride kalmıştı. Az sonra baktım, Üstad Hazretleri, önde odun kafilesi arkada kendisi geliyorlardı. Ben, Üstad beni görüp de, attan inip rahatsız olmasın diye büyük bir ağacın arkasına saklandım. Tâ Üstad iyice yaklaşınca birden bire ellerine sarılıp, ellerini öptüm. O esnada elinde bir parça kuru ekmek vardı, onu yiyordu. Hemen onu bana verdi. Sonra:
Senin şemsiyen yok mu kardaşım?’ dedi.
“Biz asker olduğumuz için şemsiye taşımıyorduk.
“Üzerimde muşamba var Efendim’ dedim.”Havada ise pek yağmur alâmeti yoktu. Üstad:
“Peki kardaşım Allah’a ısmarladık’ deyip gitti. Az sonra yağmur yağmaya başladı. Hiç yağmur durmadı, atı süratle sürüyordum. Yağmur sağanağının altında ilerlerken, yağmur hiç bana değmiyordu. Dört saat sonra hiç ıslanmadan Eğridir’e gelmiştim.


Kendilerini ziyaretim hayatımda inkılâp yaptı

“Kendilerini ziyaretim hayatımda inkılâp yapmıştı. Öyle bir hâlet-i ruhiye içindeydim ki, yazdığım mektuplardaki şevki, cevabî mektuplarında şu suretle ifade ediyordu:

“Neşr-i envar-ı Kur’âniyedeki muvaffakiyetin ve gayretin ve şevkin bir ikram-ı İlâhîdir, bir keramet-i Kur’âniyedir, bir inayet-i Rabbaniyedir. Sizi tebrik ediyorum.”

“Ufak hizmetleri bile büyük görüyordu. Bunlar bizi teşvik etmek içindi. Halbuki istidadımız nakıs olduğu halde çok teveccüh ediyordu.

Eğridir’den tayinim çıkmış. Doğuya gidiyordum, Hazret-i Üstad’dan ayrılacağım için çok üzgündüm. Üstad Hazretleri çok üzüldüğümü anlamıştı. Bir gün yanına ziyaretine gittiğimde (askerce): ‘Emrediyorum, merak etmeyeceksin! Üzülmeyeceksin!’ dedi. O anda bütün üzüntüm, gam ve kederim yok oldu.

Bazı hatıralar


İbrahim Hulusi Yahyagil, Bediüzzaman gibi cihanın nâdir üstadına sorduğu kıymetli suallerle derya gibi bir ilim-irfan sarayının kapılarının açılmasına vesile olmuştu.

Nurların bu ilk aziz talebesi için Bediüzzaman bir notunda şunları ifade ediyordu:

“Manevî rütbeniz”
“Binler selâm..
“Siz maddî rütbenizden çok yüksek, manevî rütbeniz iktizasıyla, ayrı ayrı yerlere gönderiliyorsunuz. O yerlerin sana ihtiyacı var. Hiç merak etme!
Senin Risaletü’n-Nur hakkında mektupların çok talebeler yerinde, senin bedeline hizmet-i Nuriyede çalışıyorlar.
“Birinci’liği dâima sana kazandırıyorlar.
Kardeşiniz, Said Nursî

“Birinci oldun”


Yine Üstad Bediüzzaman, nurlu Albaya beyan ediyordu:
“Ben Isparta’dan mecburi ikamet için Barla’ya sevkedilirken, daha motorda iken, Barla’da ben sizi gördüm ve bana gösterildiniz.”
Bir başka hatıra tesbit notlarımda Bediüzzaman şöyle diyordu:
“Meslek-i askeriyeden bu hizmete girecekler ve hırz-ı can edecekler çıkacaktır.
“Sen bunların birincilerinden oldun.
“Allah’a şükret!”


“Sözler’in başındaki şahıs”


Nurlu-merhum Albayı Elaziz’de ziyaret edebildiğim zamanların birisinde Nur Risaleleri gibi, ahirzamanın şaheser külliyesinin ilk talebesine şu suali sormuştum:
“Birinci Söz’ün başında, ‘Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca avam lisaniyle nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.”

“Birinci Söz’ün başında bu şekilde bahsedilen asker siz misiniz?”
“Bu dersi, Üstad ben kendilerini ziyaret etmeden evvel yazmış. Burada bahsedilen asker ben değilim. O asker manevi bir şahıstır. Daha sonraları askerlerden kendilerine talebe olacak kimseleri manen hissederek öyle yazmış.”
Hulusi Yahyagil rahmetlinin bu cevabından sonra, aradan epeyce bir zaman geçmişti. l980elerinde ilk defa Barla Mektupları yayınlanmıştı. Bu lahikalardan yıllarca evvel Hulusi Ağabeyimin verdiği cevap meâlinde “Hulusi Bey’e Hitabdır” başlığı altında yazılan bir Barla mektubunda meselemizle alakalı olarak şunları okuyordum:
“Ben Sözler’i yazarken, ihtayarsız olarak ekser temsilâtı, şuunat-ı askeriye nev’inden zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bilmiyordum. Sonra hatırıma geldi ki; belki istikbâlde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek, en mühim ltalebeleri askeriyeden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp, o kahraman askerleri bekliyordum. İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisin ki, evvel yetiştin.”


Üstadın Türk ordusuna bakışı

İbrahim Hulusi Yahyagil’in Nur derslerinin ilk talebesi olmasından sonraki geçen zaman içinde, Türk ordusunun mümtaz askerlerinden ve subaylarından bir çok bahtiyar şahsiyet Nurlara talebe olmuşlardı.
Bu subaylarımızı bir rahmet duasına vesile olması için burada bazılarının isimlerini söylemek istiyoruz:

Refet, Hayri, Galib, Mehmed, Muhyiddin ve l935 lerde Eskişehir mahkemesinin başlangıcı sayılan Isparta’da muhakeme olurken, ifadesi alındığı sırada vefat eden “İstikamet şehidi Binbaşı Âsım Bey”.
Hulusi Bey, Üstadının derslerinde bulunduğu sırada, Üstad kendilerine şöyle hitap ediyordu:
Ben Türk ordusunun aleyhinde bulunmam! Çünkü bu Türk ordusu Birinci Cihan Harbinde, Allah ve vatan yolunda bir milyon şehid vermiştir!”
Yine bir nurlu ders esnasında, ilk nur talebelerinden Hâfız Halid Efendi’nin bahsi olmuştu. Bu zat için: “Çok haluk ve sakin bir zattı” diye buyuruyordu ve bana:
“Kardeşim, keşke sen de hafız olsaydın!”diye buyurmuştu. Üstad Bediüzzaman’ın bu temennisiyle Risale-i Nurların hakikatları hafızama yerleşmişti.
Üstad hayatının son senelerinde bana hitaben:
Kardaşım, sen ilk zamanlarda çekirdektin. Şimdi ağaç oldun.”

Üstadın imzalı kitabı

Kendilerini Elaziz’deki ziyaretlerim esnasında elinde bastonuyla hanelerinden çıkarak, beş yüz metre kadar mesafedeki Nur dershanesine gelişi esnasında, karlı bir kış gününde kameraya da almıştım.
Hulusi Beye Üstadın kendilerinde imzalı bir kitabı olup olmadığını sorduğumda ise, kendileri mübarek elleriyle evinden l928′lerde Bekir Dikmen’in bastırdığı Haşir Risalesini getirmişti. Bu aziz yadigârın fotokopisini almıştım. Bu Onuncu Sözün üzerinde şunları okuyorduk:
“Risale-i Nur Mizanlarından İman-Ahiret bürhanlarından Onuncu Söz. Müellifi Said Nursî l342″
Haşir Risalesi’nin ilk sayfasında ise Üstad Bediüzzaman, ilk talebe ve ilk muhatabına hitaben şöyle diyordu:
“Uhrevî kardeşim Hulisi Bey’e hediyemdir! SAİD”

Hediye meselesi

Hulusi ağabeyimizle geçen mülakatlarımın birisinde, çok ısrarla hediye bahsi olan “İkinci Mektub”ta Üstad Bediüzzaman’a neyi hediye ettiğini sormuştum. Tebessümle verdiği cevaplarda. İkinci Mektup’da Üstad’ın yazıp yazmadığını sormuştu. Biz de yazmadığını söylediğimizde, Üstadın yazmadığını, dolayısıyla kendilerinin de söylemeyeceğini ifade etmişlerdi. Daha sonraki ziyaretlerimde bu hediyeyi, bizzat eline mi verdiğini veya Eğirdir’den bir vasıta ile mi gönderdiğini sorduğum zamanlar çok merak ettiğim meseleyi ve sualimin cevabını bulmuştum.

Tasarruffu devam eden üç kişi

l97l’de Ankara’da Re’fetle (Barutçu) ilk defa görüşmüştüm. Rahmetli ne kadar tatlı bir ihtiyardı. O Hazret-i Üstad’dan bir hatıra nakletmişti:
“Bir gün Üstad Hazretleri bir münasebetle, üç kişinin tasarrufu devam ediyor. Bunlardan birincisi Abdülkadir Geylâni Hazretleridir” diye buyurunca, Re’fet Bey hemen sormuş:
“Efendim, diğer ikisi kimdir.”
“Hazret-i Üstad ise: ‘Diğerleri Hayyat-ı Harrânî ile Mârûf-u Kerhî’ diye cevap vermiş.

“Sen sünnet bilmez”
“Bir ziyaretimde çay içerken tam olarak bitirmemiştim. ‘Kardaşım sen sünnet bilmez’ dedi. Bununla, içilen bir şeyin iyice bitirilmesinin sünnet olduğunu ters vermek istemişti.
“Bidayette akşam ile yatsı arasında kimseyi kabul etmezdi.

“Ondaki nezaket”
Ondaki nezaket ve tevazu bambaşka idi. Bir gün ebced hesabı ile bir tarih bulmuştum, fakat bir rakam eksikti. O hiç bu eksikliği yüzüme vurmuyor, gayet nezîhâne ve nâzikâne bir şekilde şöyle diyordu:
“Maşaallah, bu binlerin içinde bir rakamın hiç ehemmiyeti yoktur.”


Yanındaki kitaplar

Onun ziyaretine vardığım zamanlarda yanında Kur’ân-ı Kerim, Hafız Şiirazî’nin bir eseri, bir de üç cilt Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendinin Mecmuat-ül ahzab isimli kitabı bulunuyordu
.
 

hulusi

Well-known member
HULUSİ YAHYAGİL ABİDEN HATIRALAR

Allah razı olsun emrah kardeşim.Rabbim Hulusı abimele komşu edecek amel hizmet ihlas nasıp etsin.Necmettin Şahirer abimden Rabbim binlerce kez razı olsun,kalemıne kuvvet versin..
 

Hüzün Rüzgarý

Well-known member

“Sözler’in başındaki şahıs”

Nurlu-merhum Albayı Elaziz’de ziyaret edebildiğim zamanların birisinde Nur Risaleleri gibi, ahirzamanın şaheser külliyesinin ilk talebesine şu suali sormuştum:
“Birinci Söz’ün başında, ‘Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca avam lisaniyle nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.”

“Birinci Söz’ün başında bu şekilde bahsedilen asker siz misiniz?”
“Bu dersi, Üstad ben kendilerini ziyaret etmeden evvel yazmış. Burada bahsedilen asker ben değilim. O asker manevi bir şahıstır. Daha sonraları askerlerden kendilerine talebe olacak kimseleri manen hissederek öyle yazmış.”
Hulusi Yahyagil rahmetlinin bu cevabından sonra, aradan epeyce bir zaman geçmişti. l980elerinde ilk defa Barla Mektupları yayınlanmıştı. Bu lahikalardan yıllarca evvel Hulusi Ağabeyimin verdiği cevap meâlinde “Hulusi Bey’e Hitabdır” başlığı altında yazılan bir Barla mektubunda meselemizle alakalı olarak şunları okuyordum:
“Ben Sözler’i yazarken, ihtayarsız olarak ekser temsilâtı, şuunat-ı askeriye nev’inden zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bilmiyordum. Sonra hatırıma geldi ki; belki istikbâlde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek, en mühim ltalebeleri askeriyeden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp, o kahraman askerleri bekliyordum. İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisin ki, evvel yetiştin.


Çok güzel.. Allah razı olsun..
 
Üst